Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu akşam başlayacak 18 günlük sokağa çıkma kısıtlamasında alınan kararlarla ilgili kafalar çok karışık.

        Dün köşe komşum Nagehan Alçı; “Ben bu kapanmadan hiçbir şey anlamadım” başlığı ile güzel bir yazı kaleme almıştı.

        Özellikle kapanma döneminde kimlerin çalışabileceğini ve çalışamayacağını irdeleyen kısımlarına imzamı atıyorum.

        Gerçekten de tuhaf bir seçim yapılmış.

        Mesela yarış atı antrenörleri izinli.

        Ancak yarışmalara hazırlayacağı, çalıştıracağı adaylar izinsiz.

        Bu durumda ne yapacak o antrenörler?

        Doğal olarak kapsam dışı olan atları mı boş boş koşturacaklar pistlerde?

        Gerçekten de anlaşılır değil bu kapanmada amacın ne olduğu?

        Fabrikaların, üretim yapan tüm tesislerin, inşaatların, bankaların ve tabii buna bağlı olarak işler halde olacak toplu taşımanın kısıtlama dışı kalacağı bir kapanma sürecinin sonunda ne olması bekleniyor?

        İlla ki vaka sayılarında düşüş olacaktır.

        Ancak milyonlarca insanın normal hayatına devam ettiği böyle kapanma sonucunda virüsün tamamen yok olması mümkün mü?

        Bakın söyleyeyim olacağı...

        18 gün kapanırız.

        Büyük bir ihtimalle vaka sayıları 5 binlerin altına iner.

        Ancak süre bitip normal hayata döndüğümüz günü takip eden birinci hafta sonrası yine 20 binlere vurur!

        Sonra 30 sonra 50…

        Film yine başa sarılır yani.

        Olan da tabii 18 gün boyunca kepenk indirmeye mahkum bırakılan küçük esnafa olur.

        Uzatmayacağım zira dedim ya dün zaten Nagehan çok güzel ele almıştı bu hususları.

        Ben onun ele almadığı ve en çok tartışma konusu olan başka bir noktaya dikkat çekeceğim.

        Bırakın sıradan vatandaşı, Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz’a bile; “Hiçbir akılcı tarafı olmayan nasıl bir uygulamadır anlamış değilim!” dedirten “Alkol Yasağı” kararı.

        Şimşek’i bizzat dinledim Habertürk TV'de.

        Belli ki Bilim Kurulu’nda böyle bir konu tartışılmamış bile.

        Çünkü “Alkol Yasağı” kararını şaşkınlıkla karşıladığını belirten kurul üyesi Serap Hoca diyor ki; “Yahu bizim amacımız virüsün bulaş olmasını engellemek için kalabalıkları azaltmak! Kapalı ortamları azaltmak. Barlar, restoranlar zaten kapalı. İnsanların evinde alkol almasında ne gibi bir sakınca var? Kaldı ki şöyle bir şey var, ağzın bu tarz dezenfektanlarla, klorheksidin olur, alkol olur; bunlarla çalkalanmasının virüs yükünü azalttığı da biliniyor. Yani bu kararın bilimsel bir karşılığı da yok! Siz kalkıp neye dayanarak böyle bir şey yapabiliyorsunuz? Gerçekten hayretler içerisindeyim. Çok yersiz. Bu inanılmaz bir şey. Ben olsam böyle bir uygulamadan hemen dönerim!"

        Dönmeyecekler tabii…

        Kim ya da kimler virüsle mücadeleyle hiçbir ilintisi olmayan bu karara imza attıysa…

        Kararlılıkla devam edecekler alkol satışı yasağını sürdürmeye.

        Ancak atladıkları bir şey var bu insanların.

        Genel olarak yasaklar merak uyandırarak insanlar üzerinde ters etki yapar.

        Yersiz, gereksiz, insanların yaşam biçimine, dünya görüşüne adeta ambargo koymayı amaçlayan yasaklar ise tahrik sebebidir ve öfke yaratır ve bu öfkeyle de o yasaklar tabir-i caizse delik deşik edilir.

        Malumunuz Ramazan ayındayız.

        Bilinir ki saygı, görgü kuralları doğal olarak girer devreye ve genellikle senede bir ay alkol tüketimi düşer ülkede.

        Oruç tutmayan milyonlarca insan bile Ramazan ayının hürmetine dikkat eder alkol kullanıma.

        Çevremde böyle yaklaşımı olan onlarca insan vardır.

        Dün işte onlardan biri…

        Seküler yaşam tarzı olan ancak Ramazan gelince alkolden uzak duran bir arkadaşım aradı ve şunları söyledi:

        “50 yaşındayım. Sadece lise çağlarında iken annemin baskısı ile birkaç gün oruç tutmuş bir insanımdır. Sonra hiç tutmadım. Ama rahmetli anacığım 20’lerime geldiğimde; 'Oğlum… Hiç değilse benim hatırıma alkol alma Ramazan’da' diye tembih ettiğinden içmemeyi tercih ettim hep. Ancak alınan bu; 'Alkol Yasağı' kararı gereği 30 yıldan beridir devam ettirdiğim tavrımı bozmaya karar verdim."

        "Grup Yorum" değil, "Grup İnfaz"!

        "Grup Yorum" değil, "Grup İnfaz"!
        0:00 / 0:00

        İstanbul Üniversite’sinde, öğrenciyken tanıştım Grup Yorum’un müziği ile.

        Üyelerinin belli bir ideolojik anlayışa sahip olduğu bilinirdi ama o dönemler çok fazla yansıtmazlardı bu ideolojik anlayışı.

        O nedenle de şarkıları demokrat tüm öğrencilerin dillerine pelesenkti.

        Demokratlıktan kast ettiğim sadece sol görüşlü öğrenciler değildi tabii…

        Dönem iktidarlarının baskıcı uygulamalarından nasibini alan İslamcı gençler de çok severdi Grup Yorum’un şarkılarını, türkülerini.

        Mesela YÖK’e karşı toplu bir eylem olurdu kampüste.

        Tabii başörtü başta olmak üzere YÖK eliyle dayatılan yasaklara karşı çıkan ve kendilerini; “Müslüman Gençlik” olarak tanımlayan arkadaşlarımız da mutlaka o eylemlerin göbeğinde olurdu.

        Konuşmalar yapılır, sloganlar atılır ve final mutlaka türkülerle bitirilirdi.

        Ve halaylar çekilen bu türkülerin bir kısmı da Grup Yorum’dan olurdu.

        “Çav Bella” yorumlarına herkes bayılırdı mesela.

        Ancak dedim ya; o dönemler ideolojik anlayışlarını çok yansıtan bir grup değildi.

        Sonradan ama tamamen teslim oldular DHKP-C adlı illegal terör örgütü olarak bilinen o yapıya.

        Tabii, her konserlerinde, her albümlerinde; “Müzik evrenseldir” mottosuna sıkı sıkıya bağlı olduğunu söyleyen bazı grup üyeleri de bu sorgusuz, sualsiz teslimin karşısında teker teker kopmaya başladı.

        Kurucu Tuncay Akdoğan ve o dönemlerin en beğenilen solisti İlkay Akkaya ilk isyan bayrağını açanlar oldu.

        Sonra daha bir sürü isim ayrıldı.

        Ayrılanların yerine ise daha “Şahin”ler geldi.

        Önceki gün Twitter hesabından yapılan açıklamaya bakılırsa bu Şahinler iyice zıvanadan çıkmış artık.

        Müzik grubu değil sanki infaz timi!

        Kendine farklı bir hayat kurmak isteyen eski üyelerinden Dilan Ekin’i ihanetle suçlayıp; “Yoldaşlarını yarı yolda bırakmış, rahat, bencilce yaşam için arkasına bile bakmadan çekip gitmiştir. Selam vermeye değmeyen birisidir. Ona selam vermeyin, görüşmeyin. Onunla ilişki yürütmeyin. Onun safı işkencecilerin, Helin’i, İbo’yu katledenlerin safıdır. Düşünü kurduğumuz bu tertemiz dünyamızda, “Dilan Ekin” gibi yoldaşını satanlara, kirlenmişlere yer yok!zırva ifadelerle adeta hedef göstermişler kızcağızı.

        Müzik, türkü, evrensellik, demokratlık filan hak getire yani!

        Daha üniversite yıllarından bu grubu ve bağlı olduğu ideolojik yapının anlayışını çok iyi bildiğimden…

        Şaşırmadım tabii bu duruma…

        Şaşırdığım niyeyse sol, sosyal demokrat kesimlerin şaşkınlığı…

        “Müzik evrenseldir”le yola çıkıp, ruhlarını DHKP-C gibi eli kanlı bir terör örgütüne teslim etmiş bir gruptan ne bekleniyordu ki?

        Yüzlerce gencecik insan bu temsil ettikleri anlayış yüzünden yok olup gitmedi mi zaten!

        Üniversitemden bizzat ben biliyorum, tanıyorum birkaçını yahu.

        Bir lokma insanlar, en güzel yıllarına henüz adım atmışken bu faşizan anlayış onları analarının, babalarının ellerinden alıp, toprak altına vermedi mi?

        Ne olacaktı yani?

        “Ben ölüm orucuna devam edip, ölmeyi değil… Yaşamayı tercih ediyorum” dediğinde sözüm ona halkların ve hakların savunucusu olduğunu iddia eden silahlı örgütünün temsilcisi olan Grup Yorum’un, zavallı, gencecik bir kızcağızın sırtını sıvazlayıp, arkasından methiyeler dizip de onu güle oynaya yeni hayatına gönderecekleri mi sanılıyordu?

        Diğer Yazılar