Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Zaten severdim de…

        Son 2 yıldır pandemi dolayısıyla olamıyordu.

        O nedenle bu aralar pek bir mutluyum; Yeniden sokakta, arazide halkın nabzını yerinde gözlemleyerek tutuyor olmaktan.

        Geçen hafta sonu da bir arkadaşım tarafından Elbistan’ın Yalak adlı köyüne davet edildim.

        Hiç düşünmeden zıpladım gittim.

        Tabii gidince de neye uğradığımı şaşırdım.

        Çünkü bizim telefon operatörlerinin; “Gitmediğimiz köy, mecra, mera yok!” reklamlarının pek doğru olmadığına da bu vesile ile şahit oldum.

        Gidemedikleri köyler de varmış meğer…

        Bırakın interneti falan telefon dahi çekmiyor…

        İletişim ancak ve ancak sabit hatlar üzerinden sağlanabiliyor.

        Ama şunu söyleyeyim kendi adıma; Bu duruma hiç üzülmedim.

        Çünkü işime geldi.

        Kısa bir süreliğine de olsa akıllı telefonla irtibatımın kesilme zorunluluğu detoks etkisi yaptı ruhumda.

        Tabii bu arada her şeyi en doğal haliyle tatmak, doğanın o muhteşem atmosferinde bulunmak da apayrı bir keyif verdi.

        Neredeyse köydeki bütün insanlarla tanıştım.

        Hatta saatlerce oturup sohbet ettim çoğuyla.

        Çoğu yaşlı olan o güzel insanların saflığı, orijinalliği, sevecenliği ve dobralığı çok ama çok özel bir deneyim yaşamama sebep oldu.

        Hepsine tek tek teşekkür ediyorum.

        Bu arada da tabii fırsatını bulmuşken hem ekonomik hem de siyasi yoklamalarımı da yaptım.

        REKLAM

        Televizyon onları dış dünyaya bağlayan tek mecra.

        Ana haber ve tartışma programlarını pür dikkat izliyorlar ve dolayısıyla da memleketin politik, ekonomik mevzularına inanılmaz hakimler.

        Bayağı bir politika konuştuk ama her yerde olduğu gibi orada da esas dert ekonomi!

        Kah tarımla uğraşan kah hayvancılıkla…

        Hepsinin dertlendiği alan o alan.

        Mesela Mikail Ayyıldız...

        Hayvancılıkla uğraşan Mikail köyün yerlisi değil ama 1000’den fazla küçükbaşıyla köyün otlaklarını kullanmak için senenin 6 ayını köyde geçirenlerden.

        Saatlerce çoluk çocuk maaile üretimin içinde bulunan Mikail’in anlattıklarını dinledim.

        Tabir-i caizse acı içerisinde kıvranıyor.

        Çünkü aktardıklarına göre hayvancılık gerçekten son dönemlerin en kötü yılını yaşıyor.

        Verdiği rakamlar, geçen yılla kıyaslamalar korkunç.

        “Binbir çileyle üretim yapıyorum ama ürettiklerimden bırak kâr etmeyi zararla çıkıyorum bu yıl!” diyor.

        Ve bunu da söylerken işkembe-i kübradan sallamıyor Mikail.

        Tek tek rakam veriyor.

        Mesela diyor ki; “Geçen sene 100 ton arpayı 130 bin TL'ye aldım. Bu sene 270 bin TL’den. Geçen sene samanın tonu 1280’di. 128 bin TL ödedim 100 tonuna… Bu sene 211 bin TL verdim. İşe bakın ki; Satışta değişen bir şey yok! Geçen sene de bir kuzuyu 1000 TL’ye satıyordum bu sene de… Bir de verdiğimiz malın parasını tahsil etme sorunu yaşıyoruz. Eskiden en azından en fazla 1 aylık çekle veriyorduk. Bu yıl kasaplar da ağlıyor… 40 günlük, 60 günlük ödemelerle malı alabiliyorlar. Yani maliyetler yüzde 100 arttı ama satışlarımız yerinde sayıyor. Ne yapacağımızı biz de şaşırdık! Biz üretiyoruz kazanamıyoruz. Hatta zarar ediyoruz. Tüketici astronomik fiyatlarla et yiyor. Hatta yiyemiyor. Bir garip durum var ortada ama anlamadık neden?”

        REKLAM

        Ve ekliyor; “Belki gelecek yıl daha iyi olur diye umutla devam ediyorum üretime ama bazen de; ‘Satayım her şeyi… Faize yatırayım, bitsin bu çile’ diye düşünüyorum. Şu an elimdeki sermayeyi nakit paraya dönüştürsem benden kralı olmaz. Şu halimize bak ablacığım. Çoluk çocuk göçebe gibi yaşıyoruz. Kendimizi değil sadece… Ailelerimizi de perişan ediyoruz beraberinde. Niye? Babadan kalan mesleğe devam için. Üretmek için. Ve acı olan şu ki; Bu çabamız görülmüyor! Bizi rahatlatmak için bir gayret gösterilmiyor. Almanya’da bir akrabam var. Diyor ki; Hem halk ucuz et yesin hem de üretici kazansın diye aracılık işini belediyeler yapıyor. Bu ülkede niye böyle şeyler yapılmıyor? Devlet bizi niye komisyoncuların, aracıların eline bırakıyor?”

        Özetle değerli okurlarım…

        Gittim, gördüm, gözlemledim ve sizlere aktarıyorum bir kez daha…

        Kars, Iğdır, Ağrı, Ardahan’da manzara ne idiyse…

        Anadolu’nun Güney Doğu’su olarak bilinen Maraş’ın (Yani şöyle; Haritada Akdeniz bölgesinde konumlu ama bana göre Kahramanmaraş'ta daha çok doğu ve güney bölge havası, ruhu var...) köyünde de durum aynı.

        Evet… Köy hayatı gereği köylünün şehirliye göre standartları farklı.

        Et, süt, yoğurt, yumurta gibi temel gıda ürünleri kendi üretimleri olduğu için son günlerin tartışması olan marketlerdeki fahiş etiket fiyatlarıyla filan pek alakadar olmuyorlar.

        Ya da babadan kalma toprak, kerpiç evlerde yaşadıkları için şehirdekiler gibi ev sahiplerinin kiralara yaptığı zamları pek umursamıyorlar.

        Isınma araçları tezek ya da odun gibi eski tip araçlar olduğu için doğalgaz faturası nedir bilmiyorlar ama…

        Köylü de şehirde yaşayan biri gibi mutsuzluk içerisinde debeleniyor.

        Dev metropollerde, şehirde yaşayanlar tüketimdeki pahalılık nedeniyle sitemkar…

        Köyde yaşayansa binbir çabayla ürettiğinin gerçek karşılığını bulamadığından…

        Hülasa… Bu seyahatlerim vesilesi şuna şahit oldum ki; Köylüsü ve şehirlisi ile Türkiye insanı çok depresif bir dönemden geçiyor.

        Bu sıkıntılı dönemin acilen atlatılması için köklü çözümlerin pratiğe dökülmesi elzem artık.

        Sorsanız; “Bir erken seçim çözüm mü peki?” diye…

        Yanıtım hayır olur.

        Çünkü erken ya da zamanında…

        Seçime kadar bu ruh hali ile gitmez Türkiye…

        Bugünün iktidarı…

        Seçimi falan hesaba katmadan ekonomiyi düzeltmek için hamlelerini artırmalı.

        Özellikle de oy deposu köylülerin, çiftçilerin kısmı de olsa rahatlığını sağlayabilmek için derhal ve tez elden onların ruhunu okşayacak dokunmalar da bulunmalı…

        Diğer Yazılar