Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR süredir kafamın arkasından geçen bir bahsi artık sanırım sesli düşünmenin, birlikte düşünmenin zamanı geldi. Şu imparatorluk meselesi... Nasıl hissettiriyor size? Ben, bana ne hissettirdiğini anlatmayı, hatta bununla yüzleşmeyi ahlaki bir gereklilik olarak görüyorum. Yeni tecrübe ettiğim psiko-politik durumu paylaşmak sanırım ileride birçoğumuzun yaşayacağı ruhsal vaziyet üzerine düşünmek için fena bir başlangıç olmaz.

        "Atatürk, Doğu'nun en ileri ülkesini aldı ve Batı'nın en geri ülkesi yaptı." Tunus'ta yeni tanıştığım ahbabım kitapçı ve İngilizce öğretmeni ama esasen bağımsız aydın Ziyad, böyle söylerken lafın gerisinin nasıl geleceği apaçık ortadaydı:

        "Şimdi Başbakan'ınız bunu tersine döndürüyor."

        TÜRKİYE MODELİNDE AHMET VE NEDİM

        Ortadoğu'da son yıllarda biraz gezen herhangi biri şunu bilecektir: Türkiye tarifsiz bir hayranlıkla izlenen, hatta biraz da "Gelip bizi kurtarsa" diye bakılan bir cazibe merkezine dönüşmüş durumda. Bu, Avrupa'da garsonların, tezgâhtarların ya da alt orta sınıfa ait bireylerin "İstanbul'dan geliyorum" deyince verdiği sevinçli tepkiyle aynı değil.

        Avrupalıların yüzünde oluşan ucuza yapılmış iyi bir tatilin hatırasının izleri, yerini Ortadoğu'da size bir imparatorluğun merkezinden geldiğinizi hissettiren bir saygıya ve hayranlığa bırakıyor. Peki bu hayranlık insana ne hissettiriyor?

        Yana yakıla "Türkiye Modeli"nden söz eden Mısırlılar, Tunuslular ya da Lübnanlılara o modelin pek de dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlatmak elbette yeni hobim. Ahmet ile Nedim içerideyken kimse benden başka bir şey beklemesin! Bu kadar gazeteci hapiste yatarken, sendikal özgürlüklere saldırılırken, Kürt meselesinin barışçıl çözümü giderek uzaklaşırken kimsenin "Türkiye: Özgürlükler Ülkesi" masalını bana, büyülenmiş ifadelerle geri anlatmasına sessizce katlanamam.

        İSTANBUL SİTAYİŞİ

        Öte yandan evet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak artık daha farklı hissediyorum. İran'a 2003'te, Lübnan'a 2006'da gittim ilk kez. Ve şimdi dönüp bakınca, o günkü ruh halimle bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Bugün Ortadoğu'nun çarşılarında gezerken sadece uzun sürecek bir sitayiş krizini engellemek için söylemekten kaçınabilirim İstanbul'dan geldiğimi. Eğer daha çok ilgilenilmek istiyorsam da İstanbul'dan geldiğimi söylemem yeterli.

        Bir tür joker kartı gibi bir şey yani "imparatorluğun merkezinden" geliyor olmak. Yani bugün Türkiye'de tarihin yeniden keşfi, yeniden Osmanlı İmparatorluğu kimliğine tam adlandırılmamış bir biçimde geri dönüşümüz, birey olarak benim üzerimde de etkili. Ne yalan söyleyeyim, bu da o kadar çabucak reddedemeyeceğiniz, yok sayamayacağınız kadar olumlu bir etki. Fakat yalnız değiliz.

        Türkiye, AKP hükümetiyle birlikte bu tarihsel kimliğin yeniden keşfi sürecini belirgin bir dış politika değişikliği olarak yaşarken Arap sokakları da belirgin bir biçimde "hatırlıyor". Iraklı bir ahbabımla bu konuda sohbet ederken söyledi:

        "Ortadoğu da tıpkı Türkiye gibi tarihini yeniden yazıyor. Osmanlı bize eşek ölüsü gibi bir bürokrasi bıraktı. Hiç çalışmayan bir bürokrasi. Üstelik birçok türkü vardır jandarmaya karşı Arapça'da. Ama yine de bugün İstanbul'a gözlerini çevirmiş durumdalar. Ve o eski imparatorluk günlerini tatlı bir hatıra olarak anmaya başladılar."

        'BURALAR BİZİMDİ'

        Başbakan Suriye için, hatırlıyorsunuz, "İç sorunumuz" demişti. Dün Milliyet'te Aslı Aydıntaşbaş da Birleşmiş Milletler'in Mavi Marmara olayını araştıran Palmer Paneli'nin raporu üzerine yazdığı yazıda Özdem Sanberk'ten alıntı yaparak Gazze'nin de "milli meselemiz" olarak görüldüğünü yazdı. Bunlardan çıkardığım sonuç şu: Yıllar yılı Türkiye insanının yüksek sesle söylemekten kaçındığı "Buralar hep bizimdi eskiden" duygusu artık kinetik bir dış politika argümanı olarak ortada duruyor. Üstelik "buralar" da kabul ediyor, kucaklıyor bir zamanlar bize ait olduklarını.

        Bu bana ne hissettiriyor peki? İtalya'dan, Paris'ten ya da Londra'dan çok daha rahat hissettiğim bir yeni ev duygusu. Bu derhal adlandırıp sonra da eleştirmeye başlamamız gereken tatlı bir duygu. Çünkü içinde en büyüleyici, en kör edici emperyal baharatları barındırıyor. Bir kolonyalistin hissettiği türden netameli bir "ağabeylik" duygusu. Şefkat duygusuyla örtülmüş bir kibir.

        EMPERYAL AHLAKİ SAPMA

        Şahsi fikrim, Türkiye'nin, "baharlarını" idrak eden bu Arap ülkelerine çelişkilerini ihraç ettiği yönünde. Bu ülkelerde sürmekte olan siyasi ve entelektüel tartışmalara bakınca Türkiye'nin on yıl öncesini görüyorsunuz. Türkiye'de "seküler elit-Müslüman halk" karşıtlığına indirgenmiş, her türlü "merkez-çevre" tahlili kullanılarak basitleştirilmiş çelişki şimdi aynı söylemlerle bu ülkelerde de yaşanıyor.

        Doğrudur, eğer bu ülkelerin siyasi tartışma arenası bu yoldan giderse sonunda muhakkak bir tür Türkiye Modeli'ne varacaklar. Tunus'ta Nahda, Mısır'da Müslüman Kardeşler ve her ülkedeki kapitalizmle barışmış ılımlı İslamcılar hararetle Tayyip Bey'den söz ediyorlar. Evet, söylemek gerek, Tayyip Bey'de kurtarıcılarını görüyorlar.

        Hele ki Tahrir Meydanı'ndan seslenirse Arap sokaklarına, hele ki Gazze'ye doğru yola çıkan savaş gemileri geri adım atmazsa... O zaman AKP iktidarını eleştiren herkesin bize sunulan bu yeni ve sevgi dolu kocaman evde kendimizi emperyal ahlaki sapmalardan nasıl koruyacağımızı iyi düşünmemiz gerekiyor.

        Diğer Yazılar