Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar İki süper canavar: Godzilla ve Kong

        ‘Godzilla ve Kong: Yeni İmparatorluk’ (Godzilla x Kong: The New Empire), 10 yıl önce ‘Godzilla’ ile başlayan ve MonsterVerse olarak adlandırılan yeni serinin beşinci filmi.

        Terry Rossio, Simon Barrett ile Jeremy Slater’ın imzasını taşıyan senaryo, hikâyeyi Oyuk Dünya’nın (The Hollow Earth) içinden başlatıyor. Serinin dördüncü filmi ‘Godzilla vs Kong’u (2021) seyretmeyenler, açılış sahnesinde yırtıcı hayvanlardan kaçan King Kong’un başka bir gezegende olduğunu düşünebilirler. Ama, hayır; kendi gezegenimizin derinliklerinde, Oyuk Dünya’dayız.

        Oyuk Dünya, 17. Yüzyıl’da bir zamanlar Yeryüzü’nün derinliklerinde var olduğu tahmin edilen bir yeraltı oyuğu, bir yaşam alanıydı. 17. Yüzyıl sonlarında ciddi bilim insanlarının bile dikkate aldığı bir teoriydi. Yıllar içinde böyle bir yer olmadığı ispat edildi hiç kuşkusuz. Ama Oyuk Dünya fikri, folklorda, fantezi edebiyatında varlığını sürdürdü ve pandemi döneminde gösterime giren ‘Godzilla vs Kong’ta bir kez daha karşımıza çıktı. Gişelerde beklenenin ötesine geçerek 470 milyon dolar hasılat yapan filmde Godzilla ile birlikte Mechagodzilla’ya karşı savaşan Kong, finalde Oyuk Dünya’ya yerleşti.

        Aslında bir tür ‘Yeni Dünya Düzeni’ydi bu… Godzilla, Yeryüzü’nde kalacak ve insanları Titanlar olarak adlandırılan canavarlara karşı koruyacak, Kong da Oyuk Dünya’da kafasına göre özgür şekilde takılacaktı. Böylelikle, her ne kadar gerekli durumlarda ittifak yapsalar da aynı dünyada yaşamaları zor ve araları hep limoni olan iki ‘süper güç’, ‘sosyal mesafe’lerini koruyabileceklerdi.

        İki karizmatik canavarın yaşam alanlarını belirleyen yeni düzenin bozulmasına tanık olduğumuz ‘Godzilla ve Kong: Yeni İmparatorluk’ta öykü, üç ayrı koldan akıyor. Diş ağrısı nedeniyle kendini bilim insanlarına emanet eden Kong, iyileştikten sonra Oyuk Dünya’da kendi türünü aradığı bir yolculuğa çıkıyor. Godzilla, Roma’da uyuduğu Kolezyum’dan kalkıp, gizli gündemiyle harekete geçiyor. İnsanlar cephesine baktığımızda ise bir keşif yolculuğu görüyoruz: Önceki filmden tanıdığımız bilim insanı Dr. Ilene Andrews (Rebecca Hall), Oyuk Dünya’dan gelen sinyali çözmek için yola çıkarken, hava aracını kullanan aksi ve sert Mikael’in (Alex Ferns) dışında yanına üç kişi daha alıyor. Skull Adası’nda yaşayan Iwi kabilesinin hayatta kalan son mensubu olan orta okul öğrencisi Jia (Kaylee Hottle), yolculuğa katılmak için kendisini evlat edinen annesi Dr. Ilene Andrews’a ısrar ediyor. Andrews, Jia’yı sadece Kong ile iletişim kurabildiği için değil, artık hayatta olmayan kabilesinden gelen gizemli telepatik mesajlar nedeniyle ekibe dahil ediyor. Kong’un dişini başarılı bir operasyonla çekip yenisini takan maceracı Titan veterineri Trapper (Dan Stevens), uzmanlık alanı nedeniyle davet edildiği ekipte yerini hemen alıyor. Ekibin son üyesi ise Oyuk Dünya’ya gitmeye can atan, önceki filmden tanıdığımız sosyal medya gazetecisi, komplo teorisyeni Bernie Hayes (Brian Tyree Henry) oluyor.

        Trapper ve Bernie Hayes, filmin komedi yanını temsil eden ikili olarak üstlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar. Senaryoda hep alıştığımız gibi aralarında çatışan, rekabet eden, testosteron saçan iki erkek olarak karşımıza gelmiyorlar. Tam aksine, birbirlerinin duygularını anlayarak, birbirlerine destek vererek hem bizi güldürüyor hem aksiyon filmi klişelerine meydan okuyorlar. Ne var ki, onlar dışında senaryoda parlak bir dramatik malzeme bulmak zor.

        Artık her şeyiyle anne olarak kabul görmek isteyen Ilene ile Oyuk Dünya’da köklerini arayan evlatlık kızı Jia arasındaki ilişki, öykünün duygusal damarlarından biri ama her şey tam da beklediğimiz gibi gelişiyor ve çok fazla bir şey vadetmiyor.

        Kong ile Oyuk Dünya’da karşılaştığı genç primat arasındaki ilişki, aslında daha enteresan. Kong, aile şefkatinden uzak, saldırgan ve vahşi primat grubuyla takılan gencin güvenini kazanmakta hayli zorlanıyor. Güvenini kazandığında ise onunla birlikte Oyuk Dünya’yı yeniden keşfediyor. Aslında ikisi de ait olacakları bir aile, bir kavim arıyorlar. Burada öyküyü ayakta tutan bir duygusal arayış var elbette ama filmi aksiyon şovu olmanın ötesine taşıdığı söylenemez.

        ‘Yalnız kovboy’ Godzilla’nın film boyunca seyrettiğimiz öyküsüne baktığımızda ise açıkçası tahribat ve kavgadan başka bir şey görmüyoruz. Bu arada, altını çizmekte fayda var: Tahribat gerçekten fevkalade boyutlarda gerçekleşiyor. Godzilla ikamet ettiği Roma’dan başlayarak, sadece yürüyüp hareket ederken bile Avrupa’nın tarihi dokusunu adeta yıkıp geçiyor. Kötü niyetli Titanlarla savaşırken çevreye verdiği zarar ise çok daha büyük ölçekli oluyor. Hatta yıkılan büyük binaları düşündüğümüzde, sivil kayıpların hayli yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Ne var ki, film can kayıpları hiç yokmuş gibi davranarak sadece gösterişli tahribata odaklanıyor. Çağdaş aksiyon sinemasında örneklerini sıklıkla gördüğümüz görkemli bir tahribat estetiği bu ve filme damgasını vuruyor.

        Finale doğru Oyuk Dünya’dan gelenlerin katılımıyla geniş çaplı bir kapışmaya tanık olduğumuzu hesap edersek, ‘Godzilla ve Kong: Yeni İmparatorluk’un canavarlar arasında geçen bir çeşit dövüş filmi olduğunu iddia edebiliriz. Dolayısıyla, baştan sona bir CGI gösterisi izliyoruz. Burada hiçbir sorun yok. Kaldı ki, MonsterVerse serisinin önceki filmlerindeki mantık ve dramatik strateji de sonuçta aynıdır. Ama kendi adıma özellikle ilk üç filmin hikâyesini daha dikkat çekici bulurum. Ayrıca, yönetmenlik ve anlatım olarak baktığımda ‘Godzilla’ (2014) ve ‘Kong: Kafatası Adası’ (2017) benim beğendiğim, ilgiye değer bulduğum filmlerdir.

        Önceki filmin yönetmeni Adam Wingard’ın imzasını taşıyan ‘Godzilla ve Kong: Yeni İmparatorluk’ ise özellikle hikâye açısından beş filmlik MonsterVerse serisinin en zayıf halkası gibi geliyor bana. Buna karşılık, 3 Nisan itibarıyla dünya genelinde 209.7 milyon dolar hasılat elde ettiğini belirtelim. Sonuçta, iki canavarın da ayrı bir karizması var. Vasat bir senaryoyla dahi hayranlarını salonlara toplamayı başarıyorlar. Dile kolay, Godzilla’nın 38, Kong’un ise 13’ncü filminden söz ediyoruz. İkisi de günümüz sinemasını domine eden süper kahramanlara meydan okumaya devam ediyorlar.

        5/10