Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Muhafazakarlık Nedir?

        Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan ve ortaya çıktığı koşullarda modernliğin ölçüsüzlüğünü eleştiren; modernleşmeye esastan karşı çıkmayan ancak modernleşmenin ve değişimin tarih ve geleneklerden kaynaklanması gerektiğini savunan düşünce akımıdır. Muhafazakarlığın doğuşunda 17. yüzyılın "Akılcılığı" ve 18. yüzyılın "Aydınlanmacılığı"nın birikimlerini ardına alan 1789 Fransız Devriminin insanlık tarihi üzerindeki sarsıcı etkileri baskın bir rol oynamıştır. 

        1789 Devriminin "Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik" üçlemesi üzerinde yükselen ve yüksek soyutlamalar içeren mesajları, sadece Fransa'da değil, yazılı kültürün imkanları dahilinde ulaştığı her yerde büyük umutlar doğurmuştur. Eşitlik vurgusu, başta aristokrasi olmak üzere toplumsal tabakalaşmalardaki ayrıcalıklıları tehdit etmiş, alt sınıflar için ise bir kurtuluş ümidi olmuştu. 1789 aynı zamanda, ayrıcalıkları meşrûlaştıran ve karşılığını babaerkil (patriyarkal-patrimonyal) geleneklerde bulan her türlü zihniyet, inanç ve kuruma da bir başkaldırıydı. Devrimciler sadece toplumsal-siyasal değil, kültürel bir mücadele yürütmüştü. İktidarını atalarından alan, kurumsal din ve kutsallaştırılmış devlet ile perçinleyen her türlü ayrıcalıklı tabaka sarsılmıştı. Aristokratlar ve kurumsal dinlerin kadroları devrimcilerin hedefinde olmuştu.

        Fransız Devrimi çatışma alanlarını çeşitli ikilikler halinde formüle etmekte son derecede mahirdi. Merkantilist devlet karşısında ulusu; saray toplumları (Kral ve aristokrasi) karşısında orta sınıfları ve aşağı tabakaların ittifakını yüceltiyordu. Saray toplumlarının ayrıcalıklarını meşrulaştıran unsurlar bir tarafıyla "babaerkil" temelde şekillenen "tarihsel-geleneksel" kodlardan beslenmekteydi. Devrimciler eşanlı olarak tarih ve geleneği enerjik bir şekilde reddetmekteydi. Odaklarında gelecek vardı. Tarih ve gelenek ekseninde ayrıcalıklı tabakalara bağımlı hale getirilen "insanlığı" bu bağlardan arındırarak "özgürleştirmek" ideali en büyük tutkularıydı. Bu bir kültür ve zihniyet kavgasıydı. Bu sûretle özgürlük ve eşitlik idealleri kesişecekti. Eşit insanlar aynı zamanda özgürleşmek için büyük bir fırsat da ele geçirmiş olacaktı. O halde eşitliği engelleyen ve "Eski Rejime" ait olan her türlü tarihsel bağ ve gelenek tarihin çöp tenekesine atılmalıydı. 

        Ayrıcalıklı zümrelerin iktidarlarını meşrulaştıran diğer unsurlar, kurumsal din ve devletten geliyordu. Eski Rejim'in devleti, raison d'etat, yani hikmet-i hükûmet prensibinden hareket eden; bir bakıma kerameti kendisinden menkûl bir aygıttı. Yeni Rejim'in devleti ise ulusa tabi olmalı, egemenliği eşit bireylerden oluşan ulusa devretmeliydi. Kurumsal din ise son derecede tehlikeliydi. Ayrıcalıklı zümrelere meta-fizik bir destek sağlamaktaydı. Yeni Rejim bunu kabul edemezdi. O halde yıkılmalı, yerini "sivil din" olarak tanımladıkları "doğa-akıl ve bilim" kilisesine bırakmalıydı. 

        Fransız Devrimi siyasal -ideolojik tutkularında hiçbir sınır tanımadı. Aşırılıkları üzerinden alabildiğine yıkıcı süreçler başlattı. Devrimcilerin o kadar gözü dönmüştü ki, kendi yoldaşlarını bile tutkularına kurban vermeye başlayıp akıl dışı maceralara sürüklendiler. İşte muhafazakarlık bu gidişata yönelik tepkilerden doğdu. 

        İlk tepkiler daha çok kaybetmişlerden geldi. Bunlar Joseph de Maistres (ö. 1821) gibi düşünürlerin duygusal gerilemeci (regresyonist) tepkileriydi. Ama meselenin özü çok derinlerdeydi. Bütün istikrarsızlığına rağmen Fransız Devrimi, içerdiği yüklü felsefi-moral ilham kaynağı olmaya ve kıt'anın yerleşik düzenlerini tehdit etmeye devam etmekteydi. 

        Bu birikime eleştirel temelde vaziyet edecek cevap "Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler"adlı bir kitapla, Kıtadan değil, Ada Avrupa'sından geldi. Yazarı da siyasal tercihini Muhafazakar Tory Lerden değil, Liberal Whig'lerden yana yapmış olan Edmund Burke (ö. 1797) idi. Bu bir bakıma doğal da karşılanmalıdır. Britanya, toplumsal-siyasal tarihi itibarıyla modernleşmeyi en az maliyetle, keskin toplumsal-sınıfsal çatışmalarla değil, anlaşmalarla hayata geçirmektedir. Burjuvalarla aristokratlar arasında bir iş bölümü ve işbirliği sağlanmıştı. Kilise ise Katolik çizgiden çoktan çıkmış olan ve yorumları modernlikle çatışmayan Anglikan Kilisesi İdi. İşte yukarıda başlığı zikredilen ünlü yapıt da başta Fransa olmak üzere sarsılan Kıt'a Avrupası'na "dışarıdan" getirilen soğukkanlı ve "ölçülü" bir değerlendirmeydi.

        Muhafazakar bakış öncelikle Fransız Devriminin değil, genel olarak modernliğin hediyesi olan devrimci ruhun "ölçüsüzlüğü"nü eleştirmekteydi. Ölçü düşüncesi Greklerde Yedi Bilge'nin öncülüğünü yaptığı, ama Aristo ile felsefileştirilen bir bakıştır. Buna göre yapılan iş başlangıçta ne kadar iyi olursa olsun ölçüsüzlüğe ulaştığında bozulur. Ölçü kavramı muhafazakarlığın başat kavramıdır. Muhafazakarlık modernleşmeye esastan karşı çıkmaz. Hayat dinamiktir ve değişmektedir. Buna karşı çıkmak da ölçüsüzlüktür. Muhafazakarların değişimi fetişleştirdiklerini düşündükleri devrimciliğe olduğu kadar, gerilemeciliğe de karşı çıktıklarını unutmamak gerekir. Zaten muhafazakarları en fazla kızdıran hususlardan biri gericilikle itham edilmelidir. Mühim olan değişimin ölçülü yapılmasıdır. O halde ölçülü bir değişim nasıl sağlanabilir? Muhafazakar bakış temelde bu soruyu odağa almaktadır. 

        Muhafazakarların gözünde değişimi ölçülü; dolayısıyla sürdürülebilir kılan ve yıkıcı sonuçlardan esirgeyen, tarih ve geleneklerdir. Çünkü gelenek toplumların sağduyusunu oluşturur. Muhafazakarlara göre sağduyudan uzaklaşmış köksüz, soyut bir "akılcılık" sakat bir akıldır. Görüldüğü gibi muhafazakarlık 17.Asırda Descartes gibi filozofların geliştirdiği soyut bir akılcılığa yönelik keskin bir eleştiride bulunmaktadır. Bu, muhafazakarların romantiklerde olduğu gibi aklın yerine duyguları koymalarıyla sonuçlanmaz. Muhafazakarlar, tarihsel tecrübelerden damıtılmış sağduyulu (common sense), ihtiyatlı (prudent) ve bilgeliklerle donatılmış (wisdom) bir akılcılığı savunur. Hippolyte Taine (ö. 1893), adeta muhafazakarlığın epistemolojisini yapmıştır.

        Yine bu çerçevede, muhafazakarlar Aydınlanmacıların "doğa" üzerinden yaptıkları soyutlamalara da karşı çıkar. Doğayı insanların refahı yolunda araçsallaştırır. Aslında modern düşüncenin ana postülalarından birisini oluşturan doğa soyutlamaları, insan ve toplumları tarihin "kirlerinden" arındırmak için geliştirilmiştir. Çünkü devrimcilerin gözünde iflahı ve ıslahı gayr-ı kabil olarak gördükleri, geleneklerle tortulaşmış bir tarih engeli vardı. Tarihin kir ve paslarından arınmak için başvurulacak soyutlama, kirlenmemiş bir soyutlama olarak doğadır. Muhafazakarların gözünde tarihsel birikimlerle eşlenmemiş bir değişim anlamına gelen devrimcilik insanlığı kılavuzsuz bırakacak bir hatadır. Muhafazakarlık, tarihsel kesinti düşüncesinden son derecede rahatsız olur ve bunun yerine tarihsel süreklilik düşüncesini seferber eder. İnsanlığın yol gösterici işaretleri doğadan değil, tarihten türetilebilir. Muhafazakarlara göre tarihsel kirlenme veya bozulma pekala mümkündür. Bu açıdan muhafazakarların da bazı şikayetleri olagelmiştir. Ama bunun giderilmesinin veya aşılmasının yolu tarihsel kesinti yapmak değil, titiz bir restorasyondur.

        Tarih vurgusu muhafazakarları tarihsel tecrübelerle (geleneklerle) uyumlu olmaya sevk etmiştir. Muhafazakarlar babaerkilliğe, siyasal devrimciliğin dışladığı uzak atalardan gelen esin kaynaklarına bağlanmaya titizlenir. Bu, geleneklerinin güçlü olduğu yerlerde sınıfsal bir karşılık kazanıp aristokrasilere bağlılık olarak tecelli edebilir. Ama muhafazakarların hoşuna giden aristokrasi, özellikle Rokoko dönemlerinde ortaya çıkan, toprak ile bağını koparmış, şehirlerde lüks ve tüketimle yozlaşan "Kıyafet Soyluluğu" değildir. Muhafazakarların daha çok benimsediği soyluluk orijinal "Kılıç Soyluluğu"dur. Aristokratik geleneklerin olmadığı yerlerde gelişen muhafazakarlık ise orta sınıf değerlerle daha kolay uyumlulaşır ve Amerikan muhafazakarlığında olduğu üzere; daha çok yaşlılarda somutlaşan oligarşik değerlere bağlılık olarak somutlaşır. Bu kültürel çevrelerde konvansiyonel aristokrasi düşüncesi doğal aristokrasi ile yer değiştirir.

        Atalara yapılan göndermeler, topluluk değerini şekillendiren muhafazakarlığın en mühim kıstasıdır. Tarih, topluluk şekillenmelerinde somutlaşır. Bu noktada muhafazakarlık, sadece sınıfsal ayırımlardan hareket eden siyasal devrimcilikten değil, birey değerini vurgulayan liberalizmden de keskin bir şekilde ayrışır.  

        Bununla birlikte tarih-gelenek ve topluluk temaları muhafazakarlıkta iki türlü değerlendirmenin konusu olmuştur. Bunlardan ilki "kurumsal", diğeri de daha "sivil" bir yorumdur. Özellikle güçlü devlet geleneklerine bağlı ve yine özellikle Katolik Kıt'a Avrupa'sında muhafazakarlık, devleti, müesses nizamları kutsama yoluna gitmiştir. Bu, muhafazakarlığın "babaerkil-kurumsal" yorumudur. Ama Anglo-Sakson dünyada gelişen ve daha çok Protestanlıkla bitişen muhafazakarlık, geleneklerin işlevsel faydalarından hareketle sivil inisiyatiflerde ortaya çıkan birikimlere ilgi duymuşlardır. Bu, muhafazakarlığın faydacı (utileteryen-pragmatik) yorumu olarak değerlendirilebilir. Her iki bakışın ortak paydası "aile" ve "topluluk" vurgusudur. Babaerkil -kurumsal muhafazakarlık Hegelyen bir çerçevede gelişir; topluluk vurgusunu görece organik bir katılıkta tutar. Devleti, aile ve topluluğun en yüksek şekillenmesi olarak görür. Diğeri ise görece liberal-sivil bir eksende topluluğu kurumsal yapılar karşısında mesafelendirir; vurgusunu aile ve topluluk değerleriyle örtüştürür.

        Muhafazakarlık için din, topluluk değerlerinin başat unsurlarından biridir. Muhafazakarlıktaki başat eğilim, dini teolojik değil, sosyolojik boyutu, toplumsal bir çimento niteliği üzerinden değerlendirmektir. Muhafazakarlık din ve gelenek arasında bir bağ kurar. 

        Gelenekler ise orta yolcu, ölçülülük ekseninde konumlanan muhafazakar zihniyet açısından bazen, özellikle de aşırılıklar olarak algılandığı durumlarda reddedilir. Muhafazakarlar, seçmeci yakınlıklara dayalı akıl yürütmelerle gelenekleri eler. Gelenek kavramını, içerdiği aktüel çelişkili çeşitlilikler olarak değil, "büyük harfli", organik esaslara dayalı olarak değerlendirmeye eğilimlidirler.  

        Muhafazakarlığın gözünde modern kent hayatı, aile ve topluluk uyumunu bozan tehlikeli bir habitat olarak değerlendirilir. Kente özgü yozlaşmalar sürekli olarak muhafazakarların gündemindedir. Ama ölçülülük düşüncesinden hareket eden muhafazakarlık diğer uçta yer alan kırcı ve köycü eksene savrulmamaya da özen gösterir. Her ne kadar söylemlerinde kır hayatının erdemlerine yer verseler de muhafazakarlar katıksız narodnik olmamaya dikkat ederler. Ölçülü olmak ile düzgün olmak muhafazakar hayat tarzının esaslı ilkeleridir. Muhafazakarlığın başat tutunum çevresinin, modernleşmenin sorunlarını derinden yaşayan kentli orta sınıflar olduğunu unutmamak gerekir. Muhafazakarların erdemli buldukları yaşama çevrelerinin kent ile köy arasında kalan "taşra-kasaba" çevreleri olduğunu söyleyebiliriz.

        Muhafazakarlığın ekonomik düşünceleri ilginç bir çeşitlilik gösterir. Modern ekonomik aklı, gelenekleri ve topluluk uyumunu bozan bir kötülük olarak gören, kapitalist üretim ve tüketim modelini radikal olarak eleştiren muhafazakarlar mevcuttur. Bu yolda sosyalizan düşüncelere meyledenlere de rastlamak mümkündür. Anti-kapitalist muhafazakarlık eleştirilerini "Büyük Sanayi" olarak nitelendirdikleri bir modele yaparlar. Sosyalist ideolojilerin savunuculuğunu yaptığı, proleterya diktatörlüğünde olduğu üzere mülksüzleştirmeye yönelik girişimler muhafazakarların korkulu rüyasıdır. İdealize ettikleri model, romantik sosyalizmin savunuculuğunu yaptığı, katılımcı, aile ölçekli küçük işletme yapılarıdır. Devletin müdahil ve öncü olduğu korporatist modeller bu tarz muhafazakarların ilgisini çeker. Özellikle kurumsal-organik muhafazakarlık bu tarz düşüncelere alaka duyar. Bu çevrelerin, özellikle buhran devirlerinde kolaylıkla sağ popülizmlere, hatta faşizmlere evrilmek riski de buradan doğar. Kıt'a Avrupası tarzı muhafazakarlığın sicili bu savrulmalarla yüklüdür. 

        Faydacı muhafazakarlık ise kapitalizmden o denli rahatsız değildir. Elbette tekelcilikten hoşlanmaz. Ama kapitalizmi esastan reddetmez. Sosyalizan modellere de o denli iltifat etmez. Bu çevreler, korporatist -sosyalizan fikirlerden değil, daha çok ekonomiye her türlü devlet müdahalesini reddeden liberteryen düşüncelerden beslenir. Soğuk savaş sonrasında Anglo-Sakson tarz anaakım muhafazakarlık bunun tipik örüntüsüdür. Günümüzde neo-liberalizm ile muhafazakarlığın yakınlaşması da bu eksende ortaya çıkmıştır. 

        YAZAR

        Süleyman Seyfi Öğün