Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sade bir kurgu ve hikâyeye sahip “Life Of Crime” ve sıradan bir ajan filmi olan “The November Man” filmlerinin DVD’leri çıktı. Çok fazla bir beklentiye girmeden izleyeceğiniz iki film, ileri teknolojik detaylarla süslü olmadığı için kafanızda kurguladıklarınıza cevap vermeyebilir ama kafanızı dağıtacağının garantisini veriyoruz. Komplike olmayışları boş vaktinizi değerlendirebilmeniz adına güzel bir fırsat. Bu filmleri çerezlik film statüsüne oturttuğumuzu da söylemekte yarar var. Pierce Brosnan ve Jennifer Aniston’ı seviyorsanız o zaman daha çok keyif alabilirsiniz.

        Life Of Crime: Belalı Rehine: Başınıza ne çoraplar örerim!

        Jennifer Aniston’ın oynadığı ucuz bütçeli film (yaklaşık olarak $12.000.000) olan “Belalı Rehine” hapisten çıkan birkaç arkadaşın, zengin iş adamının karısını kaçırmasıyla startı alır. Aslında bu durum zengin iş adamının işine gelmiştir, ne de olsa kendisi orada burada metresiyle beraber gününü gün eder. Tam karısından kurtulmanın yollarını ararken, bu şekilde dört ayak üzerine düşmesi şaşırtıcıdır. Lakin her şey göründüğü kadar kolay değildir, belalı rehine nam-ı diğer Mickey, zekâsını o kadar iyi kullanır ki, kocasını resmen parmağında oynatır. Kim kimi yenecek bakalım diye düşünmeye başlarsınız bir anda…

        İşte elimizde böyle bir hikâye var. Görüldüğü gibi hikâye oldukça basit ve anlaşılır. Bu basit hikâyeyi izlenilir kılan eğlenceli dakikalar, olan biteni şaşalı hale getirerek, filme karşı olan önyargımızı kenara bırakmamıza vesile oluyor. Adam kaçırmaktan anlamayan sakar ve aptal rehineciler o kadar saflar ki, karşılarındaki zengin kadını da kendileri gibi aptal sanıyorlar. Hemen hemen her filmde olduğu gibi ‘Zenginler aptal olur’ düşüncesini burada da görüyor oluşumuz, pek de yadırganacak bir durum değil. Önemli bir ara not: bazen olaylar beklenildiği gibi gelişmiyor, bunu da unutmamak gerek.

        Bir bilseler ki, o kadın onların hayatlarını baştan aşağı değiştirecek, o zaman kimbilir neler olur. “Cuentame Un Cuento” isimli mini İspanyol dizisinin “Los Tres Cerditos” bölümünün belli bir kısmına benzeyen hikâye, tıpkı dizide olduğu gibi, üç arkadaşın garip ve itici maskeleriyle rehine kaçırmış oluşlarına yelken açıyor. “Los Tres Cerditos”un orijinali olan ‘Üç Küçük Domuzcuk’ aslında küçükken duymuş olabileceğimiz bir masal… Ama dizideki masal, kendine göre bir form belirlediği için duyduğumuz ya da aşina olduğumuz masala hiç benzemiyor. Film sanırız bu masalı kendine göre yorumlamış.

        Yolunda ilerleyen film, hilelere başvurmadan anlatacaklarına odaklanarak, hikâyesini gayet yalın bir halde anlatıyor ve bu yalınlıkta hiçbir şekilde çizgisini bozmuyor. Burada önemli olan seyirciyi kandırmaya çalışmadan küçük bütçeli filmin ruhunu korumak. Filmin en güzel ve çekici tarafı rehine olan Mickey’in kendisini kaçıran adamlarla birlik olup, kocasının intikamını almak. Neydik ne olduk misali… Bir olayın derinine ne kadar çok inerseniz olayın içinde, o kadar çok kendini kaybedersiniz. “Ne demişler üzüm üzüme baka baka kararır.” Bu sözü Mickey’a hediye ediyoruz!

        Tabi bir de işin içine aşk girince işler tam sarpa sarıyor. Zengin ve lüks içinde yaşayan kadın daha sade ve kafasına çözgü yaşamaya başlıyor. İki hayatı belli aralıklarla yaşıyor oluşu aslında muhakeme yapması adına güzel, ancak intikam olayı biraz fazla kaçıyor, o da filmin keskin yönü işte! B tipi film havasında olan “Belalı Rehine”, bazı gereksiz ve durağan sahneleri dışında oldukça yaratıcı. Tebdil-i mekân yapmadan, belirli mekânlar arasında gezinen film, yarı korkutucu, yarı eğlendirici motifleriyle seyirciyi perdeye bağlıyor. Biraz daha hızlı ilerlese daha etkili olacak, ama yönetmenin bunu özellikle veya bilerek yaptığını düşünüyoruz. Film yeni bir şey katmasa da, hikâyeye ağırlık vererek bizi şaşırtmayı başarıyor, zaten gerekli olan da bu değil mi zaten?

        Bu tarz filmlerde ya hikâyeye destek vereceksiniz, ya da ters köşe yaparak seyircinin filmi farklı şekillerde yorumlamasına vesile olacaksınız. Aksi takdirde film amaçsız bir araca dönüşür. Diğer rehine filmlerinden çok farklı kulvarda olan film, rehine görevini ellerine yüzlerine bulaştıran maskelilerin, komik yanlarını ortaya koyarak mizah duygusuna vurgu yapıyor ve planlandığı gibi gitmeyen olayların karakterleri ne hale soktuğunu gayet makul bir biçimde aktarıyor. Ava giderken avlanır mıyız, yoksa avcı biz mi oluruz sorusunu yönelten film, karakterlerin değişimlerini hikâye akıtarak, bir hayatın aniden bambaşka bir şekle bürüneceğinin sinyallerini veriyor. Bu da bizi şunu düşündürtüyor: demek ki insanın içinde kalan bazı ufak kırıntılar, insanın yolundan sapmasına neden oluyor.

        Netice itibariyle; “Belalı Rehine” önyargıları merkeze alan ve ummadık taş baş yarar diye söylemde bulunan ve zeki bir kadının yeri geldiğinde tıpkı Mickey gibi belalı olacağını dile getiren sürprizli bir film. Çünkü zeki bir kadının yapacaklarını tahmin etmek bir hayli güç. Şunu unutmayın; hiçbir kimse göründüğü gibi değildir.

        The November Man (Hedefteki Adam): James Bond muyum, yoksa çakması mıyım?

        James Bond-vari hareketleriyle adam kovalayan emekli bir CIA ajanının elinde, silahla ajanlık oynadığı filmlerden biri olan “The November Man”, klişe sahneleriyle aksiyonun dozunu arttırarak, sırtını başrol oyuncusu Peter Brosnan’a dayıyor. İngiliz ajan James Bond’dan pek de farkı yok Brosnan’ın…

        Bilindik bir senaryo ile karşı karşıyayız yine! Ajan emekli olur, ama bir şekilde sahalara geri döner, sahalara dönünce de tehlikeli olaylardan kopamaz, çünkü onun doğası böyle.

        Şu bir gerçek ki; işi bırakan ajanların her zaman meşhur bir sözü vardır: “bir daha sahalara geri dönmeyeceğim”. Ama her zaman geri dönerler. Dolayısıyla bu tür filmlerin gidişatını tahmin etmek zor değil.

        "There Are No Spies" adlı serisinin 7. kitabının hikâyesinden oluşan film, bir katilin peşine düşen CIA ajanının içine bulunduğu zor durumla, seyirciyi baş başa bırakıyor. Herhangi bir yenilik getirmeyen film, komplo olaylarını gözümüze sokarak ajanlığın klişelerini teker teker ortaya koyuyor.

        Yukarıda James Bond’dan bahsetmiştik, James Bond’un yanında genellikle ona yardım eden güzel ve çekici bir bayan olur, aynı şey bu film için de geçerli. Nedir bu kadar benzerlik? Ajan filmleri sürekli kendini yinelemeye başladı. Neyse ki filmdeki aksiyonun seviyesi iyi, eğer film aksiyondan yoksun olsaydı tüm bu sorunlar göze daha çok batardı. Aksiyonla yetinmek zorunda kalışımız, bizi tam anlamıyla tatmin etmedi belki, ama yine de aksiyona razı geldik. Bilindik bir hikâyeyi anlatmayı güzel şekilde kotaran yönetmen 2.35: 1 formatla çektiği sekanslara, heyecan ekleyerek seyirciyi kendine bağladı. Farklı bir okumayla; filmin siyasi tarafını zaman zaman bastıran aksiyon, hikâyedeki bazı alanları gölgede bıraktı bunu gizlemiyoruz, ancak filmin siyası tarafının öne geçmemesi de iyi oldu açıkçası…

        Film için son olarak şunu da ekleyelim: Pierce Brosnan daha önce James Bond filmlerinde (en popüleri “Die Another Day”) oynadığı için, bu filme seçilmesi garip karşılanmamalı. Ne de olsa oyunculuk konusunda ise Pierce Brosnan’ın eline su dökemeyeceğimiz kesin.

        Sonuç olarak; “The November Man” hiçbir beklentiye girmeden izlenebilecek sıradan bir aksiyon filmi… Takip etmesi kolay bir hikâye yapısına sahip olan film, gösterişi az ve sönük olduğu için diğer aksiyon filmlerinin gerisinde kalıyor.

        Diğer Yazılar