Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kahve gerçekten çok iyi, içtiğinizde size düşünecek zaman veriyor. Bir içecekten çok daha fazlası; o gerçekleşen bir şey. Moda olan bir şey gibi değil de, bir olay gibi, olunacak bir yer gibi, ama bu bir mekân değil, içinizdeki bir yer gibi. Size düşünecek zaman veriyor, ama bu saatler ya da dakikalar değil; bir varoluş şansı, kendin gibi ol ve bir fincan daha iç.” Gertrude Stein… “Hissiz kalmaktansa kahveyle acı çekmeyi tercih ederim.”-Napoléon Bonaparte… “Kahveyi gece kadar siyah, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin.” –Kolombiya atasözleri

        Kahvenin insan hayatındaki yeri ayrıdır, kahve bir alışkanlıktan ziyade kültürdür. Kahveye alışmak ve kahvenin tadını hissedilmek için o kahve kültürü ile iç içe olmak gerek. İnsanlar çoğunlukla misafirlikte birbirlerine sorarlar bir kahve alır mısınız, yeni demledik diye… Kahve içip sohbet etmek keyifli bir iştir.

        Kahve kültürünün nasıl geliştiğini eminiz ki çok merak ediyorsunuzdur. 1940-45’li yıllarında birinci dalga akımı ile beraber ortaya çıkan kahve o zamanlar çok pahalı olduğu için ekonomik gücü olmayan insanlar kahve alıp içemiyorlardı. Sadece zenginlerin tükettiği bir içecekti. 1970’lerde ise İkinci Dalga akımının damgasını vurmasıyla kahve evrenselleşmeye ve ucuzlamaya başladı ve böylece orta halli insanlar bile kahveyi lezzetle içmeye başladılar. Bu dönemde Starbucks yükselişe geçti ve çeşitli ülkelerin kahveleri ağız tadımızı şenlendirdi.

        1970’lerden sonra ise nesil atlayan kahve üçüncü dalga akımı ile anılmaya başladı, aslında böyle bir akımdan direk bahsedemeyiz, çünkü üçünü dalga akımı kapitalizme bir karşı duruş niteliğinde… İkinci Dalga kahve tamamıyla kapitalist sistemin bir gölgesi gibiydi ve amaç para kazanmaktı, ancak üçüncü nesilde böyle bir işleyiş biçimi yok.

        Üçüncü Nesil kahveler genellikle bağlı bulundukları bölgelerin adlarını alıyorlar ve çekirdekleri diğer kahvelerden farklı, amaç kapitalizm değil, amaç; o kültürü yayabilmek… Yani tabuları yıkarak kapitalizmin getirdiği sisteme çarpı atmak… Net bir ifadeyle; Üçüncü Dalga kahvenin anti-kapitalist sistemin en önemli öncüsü olduğunu söyleyebiliriz.

        Kahve hakkında bazı bilgiler verdikten sonra geçelim kahvenin nasıl doğduğuna… Tarihsel bilgilere göre, kahve çekirdeğinin insana enerji verdiğini ilk keşfedenler Etiyopyalılar olmuş. Ardından Araplar 9. yüzyılda kahve yetiştirmeye başlamışlar.Arapların yetiştirdiği kahve çekirdeği, ticaretin genişlemeyesiyle beraber Yemen ve Kuzey Afrika gibi diğer ülkelere ulaşmış, ilerleyen zamanlarda ise Avrupa ve Hint pazarlarında geniş bir yer edinmiş.

        Osmanlı İmparatorluğu’nun toprağı olan Yemen’de yetişen kahve tüccarlar sayesinde önce İstanbul’a, oradan da İtalya’ya ulaşarak tüm Avrupa’ya yayıldı. Önemli bir ara not: Avrupa’daki ilk kahvehane, Venedik’te açıldı.

        İşte kahvenin macerası böyledir, hayatımıza giren kahve bildiğiniz üzere birçok filmin tadı ve tuzudur. Hemen hemen her filmde kahveli sahneler vardır, ama bazen o sahneler geri plana itilir, sebebi de seyirciye fazla detaylı geliyor oluşudur. İnsan film izlerken detayları pek önemsemez veya dikkat etmez.

        Sizin için seçtiğimiz kahveli filmler şu şekildedir:

        Mulholland Drive (Mulholland Çıkmazı): Yönetmen David Lynch kahve sever bir yönetmendir, hatta kendisinin kahve markası bile var. Filmde yarattığı özel bir sahnede Lynch kahvenin onun için ne kadar önemli olduğunu ifade ediyor. Tabi kahve sadece için kendisi için değil, filmdeki suç adamı için de önemli. Filmin bir sahnesinde kendisine dünyanın neredeyse en espresso'larından biri diye servis edilen kahveyi beyaz mendilin üzerine kusan suç adamı, kahveye kötü diyerek hem kendi gücünü, hem de egosunu ortaya koyuyor.

        Breakfast at Tiffany's ( Tiffany'de Kahvaltı): Film (Audrey Hepburn)’ün kahve içtiği sahneyle açılır. O sahne zaten oldukça klasik ve külttür. Hepburn’ün bir elinde kahve diğer elinde de çörek var, onları tutuşu bile estetik. Şıklığı ve zarafeti de cabası… Gözlükleri, siyah eldivenleri ve siyah elbisesi adeta Audrey Hepburn’ü yansıtıyor. Unutmadan yazalım, sahnenin birçok defter kapağına ve takvimlere konu olduğunu da belirtmekte fayda var.

        Goodfellas (Sıkı Dostlar): Joe Pesci’nin gayet rahat bir biçimde Samuel L Jackson’ın evine girip Frankie isimli karaktere kahve yapmasını istediği sahnede Samuel L Jackson’ın kafasına kurşun sıkıyor. Akabinde de Frankie’ye kahveyi yolda giderken içeriz diye yanıt veriyor, tabi Frankie çok saf olduğundan ve kafası iyi basmadığından ötürü yanına cezve alıyor. Yani anlayacağınız Frankie basit şakayı bile anlayamıyor.

        The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler): Kahve yudumlayan dedektif Dave’in kahve nedeniyle zihnindeki kara bulutların dağılıp Kayser Söze’nin kim olduğunu anlamasına ne demeli? Bir kahve nelere kadir… Aslında kahvenin zihin açıcı bir özelliği var, onu da bu filmde görüyoruz. Filmin en önemli tarafının da kırık fincan olduğunu belirtmek gerek. Verbal Kint olarak ifade veren Kevin Spacey, kafasında tahayyül ettiği hikâyedeki avukatın ismini, içtiği kahve fincanı ile özdeşleştiriyor. Avukat da şaşırıp elindeki fincanı düşürüyor.

        Coffee and Cigarettes (Kahve ve sigara) Bağımsız filmlerin efsanevi yönetmeni Jim Jarmusch kahveyi ön koltuğa oturtarak Roberto Benigni ve komedyen Steven Wright’ın kahveye olan sevgilerini merceğe alıyor. Sahnenin orijinal ve doğal olduğunu belirtmek gerek. Filmdeki diyalog ise şöyle: "Gece yatağa girmeden önce kahve içerim, böylelikle acayip hızlı rüya görüyorum!"

        The Bucket List (Şimdi Ya Da Asla): Jack Nicholson’ın kanser hastasını oynadığı filmde, Edward’ın kahveyi çok seviyor oluşu gözden kaçmıyor, hatta Edward avukatına kopi luwak kahvesini tattırıyor. Peki, nedir bu kopi luwak? Kopi luwak, dünyanın en pahalı ve en az üretilenkahvesidir. Kopi luwak,Endonezya'nınSumatraadası ile çevresindeki birkaç adada yaşayan palmiyemisk kedisinin yediği ve sonrasında dışkıladığı kahve çekirdeklerinden üretilmektedir. Ayrıca kopi luwak dünyanın en pahalı kahve olma özelliğini taşımaktadır.

        Heat (Büyük Hesaplaşma): 180 derece kuralı ile kurgulanan sahnede kahve önemli bir yer tutar, çünkü Robert De Niro ile Al Pacino kahvelerini yudumlayarak sorunlarını çözmeye çalışırlar.

        Amelie: Amélie’nin çöpçatanlık yapmak adına Joseph'in üzerine döktüğü sahne epey ilginçtir, zira kahve kimi zaman bir aşkın başlamasına vesiledir. Amelié, Georgette’nin üzerine kahve döker. Georgette üstüne dökülen kahveyi temizlemek için tuvalete gider ancak orada Joseph vardır. Ufak bir açıklama: kahve birinin üzerine döküldüğü zaman hem çok can yakar, hem de kıyafet üzerinde büyük bir leke bırakır. Bu nedenle kahve yeri geldiği zaman çok tehlikeli bir silahtır.

        Due Date (Git Başımdan): Serüven filmi olan filmde enteresan bir kahve sahnesi vardır. Ethan (Zach Galifianakis) babasının küllerini kahve kutusunda saklar ve eve misafirliğe gelen Jamie Foxx kutudaki küllerden kahve yapar. Kahveyi severek dikleyen Ethan, diklediği kahvenin babasının küllerinden yapıldığını asla tahmin etmez ve öğrenince epey şaşırır.

        Chinese Coffee (Çin Kahvesi): Filmde Çinlilere atıf var, çünkü içtiğiniz kahve asitliyse kendinizi Çin Mahallesinde hissedersiniz. Çinliler kahveyi şu şekilde yaparlar: en iyi kahve çekirdeklerini kullanıp taze olarak size ikram ederler ve silis demliklerine koyduğu kahveler oldukça özeldir. Kahveyi asla bardağa ya da kupaya koymazlar. Çinlilere göre; kahvenin lezzetini veren de kremadır. Tribeca Film Festivalinde gösterilen film konuyu her ne kadar ağır işlemiş olsa da Al Pacino için izlemeye değer…

        Diğer Yazılar