Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        atilganbayar@haberturk.com

        Sağ partilerin sol kimlikli adaylar, sol partilerin sağ kimlikli adayları listelerine yerleştirmeleri, bu da yetmezmiş gibi siyasete magazin dünyasından yıldızlar transfer etme çalışmaları kimi ‘entelektüel’ köşe yazarları tarafından normalizasyon olarak algılanıyor.

        Seneler önce, Türkiye’de sol siyasi partilerin aslında sağı, sağ siyasi partilerin de aslında solu temsil ettiğini ‘Düzenin Yabancılaşması’ kavramı çerçevesinde teorize etmeye çalışan ekonomist İdris Küçükömer’in bakış açısına sarıldılar.

        Oysa Küçükömer, halkın ve yoksulların din benzeri duygularla sağ partilere yönelip ‘irade’ göstermesini, yalnızca halk motivasyonuna dayandırdığı için sol olarak gören bir yanlış okumanın kurbanıydı.

        Yine de CHP geleneğine getirdiği ‘devletçilik’ eleştirisi ile de onu sağda tarif etmeye çalışması, solun otoriter eğilimleri olmaması gerektiği varsayımını taşıyordu.

        Bugün popülerleştirilen, ‘Düzenin Yabancılaşması’ teorisinden yola çıkıp, bu aday geçişleriyle ‘Düzenin Normalleştiği’ni savunan necip Türk entelektüeli, Küçükömer’den daha büyük bir hatanın altına imza atıyor.

        Bugün siyasi partilerin yarıştıkları kulvar, yabancılaşmış veya sahih olsun, ideolojik kulvardan çıkıp, magazin alanına doğru seyrediyor.

        Parti programlarının esamesi okunmuyor, kadroların yerini starlar alıyor. Bu halleriyle siyasi partiler bir nevi, zamanının ‘Prestij Ailesi’ne dönüşüyor.

        Bunu belki, ‘düzenin yabancılaşması’ teziyle değil de, ‘teoriden çıkış’ teziyle okumak daha mümkün olabilir.

        Neticesinde ‘program’ siyaseti entelektüel bir müktesebata dayanır ve adayları tanımasa da seçmen programa oy verir. Ortada siyasi hiçbir program ve rabıtanın kalmadığı böyle bir ortamda ise siyasi parti desteklemenin futbol takımı tutmaktan farkı kalmıyor.

        Haksızlık da etmeyelim, bazı futbol kulüplerinin bazı siyasi partilerden sosyolojik zeminde daha çok ‘siyasi anlam’ barındırabileceğini biliyoruz.

        Şimdi, en magazinel adayları da içinde barındırmasına karşın AKP listesinin partinin İslamizm’den uzaklaşarak merkezde bir pozisyonlanma aldığını göstermesi açısından ‘en siyasi’ tercih olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ana eğilim olarak aynı dalga boyunda hareket ederek merkeze yaklaşmaya çalıştı.

        MHP listelerinin ise, bir çok yazıda altını çizdiğimiz toplumdaki devlet arayışına karşılık verdiğini, Gündüz Aktan ve Deniz Bölükbaşı gibi isimlerle siyasi pozisyon aldığını gözlemleyebiliriz.

        Gerisi bir nevi ‘VekilStar’ yarışması olarak okunabilir ve Osman Yağmurdereli, İlhan Kesici gibi isimlerin fonksiyonları siyasetin ‘teorik’ düzlemde değil magazin düzleminde sunulup alımlandığını gösterir bize.

        Örneğin CHP ideolojik omurgasını oynatmayıp kolaj ‘vitrin’ yaratmayı tercih etmiştir.

        Yani… ‘Düzenin yabancılaşması’ tezi değil, ‘Düzenin yalancılaşması’, siyasetin siyaset dışı değerlerle yapıldığı bir dönemin başlangıcında olduğumuz gerçeği, tartışılmaya değerdir.

        Bu seçimin çalışmalarının sonucunu meydanlardan daha çok televizyon ekranlarının ve kamuoyu araştırmalarının etkileyebildiği gerçeği de İdris Küçükömer’in anakronik tezine değil, ‘post-postmodern sürecin’ siyasetin içeriğine magazinin taşındığı tezine işaret ediyor.

        Osman Yağmurdereli, İlhan Kesici, Hulki Cevizoğlu, Metin Uca siyasi birer figür müdür sizce? Yoksa magazin düzleminin aktörleri midir?

        Artık, ‘hem o, hem öteki’ diyebiliriz.

        Diğer Yazılar