Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Klasik musikinin yaşayan en büyük üstadelerinden” ya da “klasik müziğin yaşayan efsanelerinden biri” diyorlar ona… Benim nazarımda ise çocukluğumdan kalan; babamın dinlediği eski 45’liklerden duyduğum ulvi sesli kadındır o... Tevellüdü belli yaşı aşmışların ve TRT Radyo’da sesiyle mest olanların pek yakından tanıdığı bir isim o... Yeni neslin de ismiyle değil belki ama sesinden aşina olduğu bir sanatçı o; İnci Çayırlı’dan bahsediyorum. Gelelim bugün köşeye mevzu olan sebebi ziyaretimize; Türk müziğinin yaşayan efsanesi olarak tanımlanan İnci Çayırlı’nın anıları kitap oldu. Pan Yayınları’ndan çıkan “Müziğin Güzel Günlerine Yolculuk / İnci Çayırlı’nın Anıları” isimli kitap, Murat Derin’in kaleminden ve Murat Bardakçı’nın önsözüyle raflardaki yerini aldı. Derin’in yıllara yayılan titiz çalışmasının ardından kaleme aldığı kitap, Çayırlı’nın anlatımıyla uzun soluklu bir yolculuğa çıkarıyor sanatseverleri... Malumunuz bugünlerde bünyelere iyi gelen pek bir şey yok, bu minvalde de biraz anılar, biraz da müzik iyi gelir dedim ve kitabın yaratıcısı Murat Derin’in iliştim kelamına... Belki biraz kafa dağıtır da bitemeyecek olan efkarımız az da olsa paklanır niyetine... “Masum insanları öldürmenin utancını kapatacak büyüklükte bir bayrak yoktur”diyen savaş karşıtı ABD'li muhalif, tarihçi, akademisyen, aktivist ve oyun yazarı (1922-2010) Howard Zinn’in sözünü günün mottosu kabul edip, sözü Derin’e bırakarak huzurlarınızdan ayrılıyorum. (Erken içimden geldi notu: İnci Çayırlı okumasının sonrasında beyin loblarını serinletir diye, naçizane size iki film izlemenizi salık veriyorum. Yönetmen Jim Mickle, oyuncular Bill Sage, Ambyr Childers, Julia Garner. 2014 Filmekimi’nde retianalara düşen “Kan Kokusu / We Are What We Are”. Bir diğerinin tarihi ise 2006-2007’ye dayanıyor. 12. Avrupa Filmleri Festivali sayesinde tanış olduğumuz Norveçli yönetmen Jens Lien’in ve başrol oyuncusu Trond Fausa Aurvaag’ın şükela oyunculuğuyla hafızalara kazınan filmi “Sorun Yaratan Adam ya da Uyumsuz Adam / Den Brysomme Mannen”... Şimdilik eyvallah.)

        ANILARIN YAZILMASININ SEBEBİ BİR DÖNEMİ TESPİT ETMEK

        *“Müziğin Güzel Günlerine Yolculuk / İnci Çayırlı’nın Anıları” kitabı nasıl ortaya çıktı?

        Kitabın ortaya çıkış süreci tesadüf değil. Türk müziği görkemli bir ses abidesi. Mimarimiz, hat sanatımız, klasik edebiyatımız gibi klasik musikimiz de yüksek bir zekanın ve medeniyetin asırlardan süzülerek bize kalmış bir mirası. Bu mirasın bize kalmış son temsilcilerini birer birer yakın zamanda yitirdik. Geriye doğru gidersek; Kani Karaca, Ercüment Batanay, Selahattin İçli, Safiye Ayla, Yesari Asım Arsoy, Cevdet Çağla, Emin Ongan, Münir Nurettin Selçuk gibi isimleri hayattayken anılarını tespit edip yayınlayamadan yitirdik. Ben her kayıp haberini aldığımda, o kayıplarla beraber yitirdiğimiz nice anının, bilginin ve artık tarihe mâl olmuş bir iklimi teneffüs etmiş insanların kaybının da yasını tuttum. O yüzden yetişebildiğim herkesin anılarını ve birikimini olabildiğince kayıt altına aldım. Bugün halen hayatta olan çok önemli isimler var. Mesela; Niyazi Sayın, Erol Sayan gibi isimler açık bir zihinle hâlâ bizimle beraber yaşıyorlar. Bu isimlerden birisi de İnci Çayırlı. Anıların yazılmasının en önemli sebebi musiki medeniyetimizin bu çok önemli isminin şahsında bir dönemi tespit etmek. Zaten bir çok parçası eksik olan bir yapbozun, hiç olmazsa bir parçasını yerine oturtmak.

        *İnci Çayırlı ile yolunuz nasıl kesişti? Neden İnci Çayırlı desem?

        İnci Çayırlı çok önemli bir isim. Her şeyden önce çok önemli bir ses sanatçısı. Akademik olarak da, estetik olarak da çok önemli bir yorumcu. Hocalarından kendisine intikal eden klasik musikinin ruhunu çok iyi özümsemiş ve bunu yapmacıksız, temiz, duru bir tavırla icrâ etmiş bir sanatçı. Benim yetiştiğim dönemdeki ses sanatçıları içinde ses icrâcılığı alanındaki en önemli isimdi Çayırlı. Klasik musikinin dışına da taşmış bir sanatçı. Tango, napoliten, hafif müzik alanındaki icraları da zevkle dinleniyor. Bir dönem altın plak aldığı popüler şarkılarında bile okuyuşu asil ve yapmacıksız. Dolayısıyla benim yıllardan beri peşinde olduğum bir isimdi İnci Çayırlı. Bursa Konservatuvarı’nda şeflik yaptığı yıllarda, ben de İcra Heyeti’nde ney üflüyordum. 2001 yılıydı, o zaman yakından tanışma fırsatı buldum. Konuşmalarımızda dönemini, anılarını sürekli sorguladım, ufak kayıtlar, notlar aldım. Belli bir zaman sonra bunları sistemli bir çalışma ile kitap haline getirmeyi teklif ettim kendisine. Böylece bir yola girdik ve yıllar boyunca kitap kendi kendine olgunlaştı.

        *Kitap okuyucularını; hem o dönemin müzikleriyle hem de aslında eski İstanbul kültürüyle hemhal olduruyor diyebilir miyiz?

        Ben kitapta İnci Çayırlı’ya odaklanarak bir dönemi okuyucuya tanıtmayı ve hissettirmeyi amaçladım. Öncelikli hedef kitlem bugünün okuyucusuydu. Çayırlı’nın günümüze yakın yaşantısı içinde yer alan musiki tarihi açısından çok önemli olmayacak teferruatlara girmedim ama aile kökenini, çocukluğunu geçirdiği İstanbul’u, Kuzguncuk’u uzun uzun anlattım. Çünkü “kent kültürümüzün kökeni olan İstanbul” çok önemli bir vurguydu. Bugün bu eksikliği toplum olarak iliklerimize kadar nasıl da hissediyoruz! Geleneklerine, inançlarına saygılı, bir taraftan da entelektüel duruş ve zevkleri gelişmiş, medeni hayata entegre, “Osmanlı aydını”, “İstanbul hanımefendisi” dediğimiz örnekler vardı bir zamanlar. Kitap, müziğin güzel günlerine yolculuk ettirmenin dışında nesli tükenmeye yüz tutmuş böyle bir kuşağın son temsilcilerinden birini tanıtıyor aynı zamanda.

        KENDİSİNİN BİLE UNUTTUĞU BİRÇOK AYRINTIYI GÜN YÜZÜNE ÇIKARDIK

        *Malum bir biyografi yazarken ki bu da İnci Çayırlı gibi derya deniz bir hayat olunca, ne gibi hikayelere-anlatılara öncelik verdiniz, neden?

        Anılar ve anekdotlar çok önemliydi. Kronolojik sıraya konmuş biyografileri zaman içinde de oluşturabiliyorsunuz ancak anılar ve küçük hikayecikler sadece kişinin belleğinde yaşıyor. Üstelik İnci Çayırlı’nın anılarını paylaştığı kişiler Türk müziğinin devleri: Münir Bey, Mes’ud Cemil Bey, Emin Bey, Neveser Hanım gibi yakın zamanlarda kaybetmemize rağmen haklarında çok az şey bildiğimiz kişiler. Çayırlı’nın Türk müziği tarihine mâl olmuş bu kişilerle olan münasebetlerini anlatırken hiçbir şeyi atlamamaya çalıştım. Çayırlı, konservatuvara girdiği gençlik yıllarından itibaren dikkat çekmiş bir kişi. Müziğe olan sevgisi ve kabiliyetinin yanında müthiş çalışkan bir öğrenciymiş. Böyle olunca çok genç yaşlarından itibaren önemli kişilerin çok yakınında olmuş. Tabii bu durum kişisel ihtirasların had safhada olduğu musiki camiasında kıskançlıkları ve kavgaları da getirmiş. Sonuçta bir yazar için çok büyük bir malzeme zenginliği çıkıyor ortaya. Ben de bu zenginliği olabildiğince paylaştım okurlarla. Tabii okuyucular adına üzüntüm bazı anekdotları kitaba alamamamız oldu. Belki tarihsel anlamda çok önemli değil ama bu neslin pırıl pırıl zekasını ve espri gücünü gösteren bazı anılar kişilerin hatıralarını rencide etmemek adına gösterilmiş duyarlılıkla kitaba girmedi. Bir de yaşanmış bazı tartışmalara konu olmuş kişileri ismen zikretmedik. Bu özellikle İnci Çayırlı’nın ricasıydı, ben de onun hassasiyetine saygı duydum.

        *Kitabı oluşturma sürecinde ne gibi ön araştırma yahut çalışmalarda bulundunuz?

        Kitabın kaynağı İnci Çayırlı’nın anlattıkları. Kendi bilgisi ve rızası ile ses kayıtlarını aldım ve çözümledim. Asıl işim ondan sonra başladı. Kitap yazma düşüncemin olmadığı zamanlarda da zaman zaman anlattıklarından kayıtlar alırdım, ancak bu parça parça anılardan bir yaşam öyküsü çıkarmak amacı işin içine girince, karşıma büyük bir zorluk çıktı. İnci Çayırlı’nın yaşamı karışık başlıyor, karışık sürüyor ve işin gerçeği hâlâ karışık. Bu karışıklık içinde dolaşmış düğümleri çözmek gibi bir faaliyetin içine girdim. Akrabalık ilişkilerini teyit edebileceğim yaşayan hemen hemen hiç kimse kalmamıştı. Bir anımı anlatayım: Bir gün İnci Hanım’la beraberiz, ben araba sürüyorum. Hayatta olduğunu bildiğim çocukluğunda sürekli birlikte zaman geçirdiği akrabası Ayhan Hanım’ın sağlık durumunu sordum, görüşmek istiyordum. O sırada İnci Hanım’ın telefonu çaldı, Ayhan Hanım’ın ölüm haberi geldi. Çocukluk yılları ile ilgili tek kaynak İnci Hanım’dı ancak hafızasında derin yer etmiş çocukluğu ve kişilerle ilgili verdiği bilgiler çok fazla teyit edilmeye ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktı. İlerleyen dönemler ve başından beri bünyesinde yer aldığı resmi ya da gayri resmi sanat kurumlarının devreye girmesi ile zamanlamalar ve teyitler gerekmeye başladı. Bu süreçte yarım asır önceki gazete kupürleri, mecmua sayfaları, resmi kurum yönetmelikleri, çıkarılmış kanunlar arasında geçen uzun bir çalışma dönemine girdim. İnci Hanım, tarihleri hatırlamakta zorluk çekiyordu. Örnek vereyim, babası Mustafa Fazıl Bey’in kesin ölüm tarihini eski gazete nüshalarını tararken bulduğum ölüm ilanından teyit edebildik. İnci Çayırlı’nın anılarını yazmaya başladıktan sonraki yıllarda diyebilirim ki bütün gazete ve mecmuaların döneme ait eski nüshalarını taradım. Kendisinin bile unuttuğu birçok ayrıntıyı gün yüzüne çıkardık.

        SAKLI KALMIŞ BİR BİLGİ DE HALK MÜZİĞİ İLE İLGİLİ MAZİSİ

        *Kitaba başlamadan önce ve bittikten sonra İnci Çayırlı ve o tarihlerdeki hem müzik hem de kültürle ilgili; algınızda ne gibi değişiklikler oldu? Mesela size sürpriz olan şaşırdığınız bir mevzu – hikaye var mı?

        Kitaba başlamadan önce demeyelim de İnci Çayırlı’yı yakından tanımadan önce diyelim. Kitaba başlarken Çayırlı ve dönemi ile ilgili yerleşik bir algım oluşmuştu. Ancak konservatuvarda şefimiz olana kadar ben de sadece ses sanatçısı İnci Çayırlı’yı tanıyordum. İlerleyen zaman içinde tarihsel bir kişilik olarak İnci Hanım’ı tanıdım. Onun Münir Bey’e en yakın kişilerden biri olduğunu ve Münir Bey’le bu kadar yakın bir musiki mazisi olduğunu bilmiyordum. Belki kitabı yazmaya başladıktan sonra algımı pekiştiren en önemli bilgi aile kökenleri oldu. İstanbullu ve saraya kadar intisap etmiş köklü bir aileye mensup olduğunu bilmiyordum. İnci Hanım’ın müzik yaşamı ile ilgili en saklı kalmış bilgi de halk müziği ile ilgili mazisi. Öyle ki bugün halk müziği ile ilgili yapılacak kapsamlı bir araştırma için İnci Çayırlı önemli bir kaynak isim. Hatta onu müzik kariyeri içinde halk müziği sanatçısı olarak da anabiliriz. Müzikle ilgili ilkleri, ilk korosu, ilk kez sahneye çıkışı, ilk radyo emisyonu ve ilk plağı halk müziği alanında. Tabii bütün bunlar kitabı yazmaya başladıktan sonra çıktı ortaya.

        *Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi? Bir de kitabı – biyografiyi yazarken nerede zorlandınız?

        Beni en çok etkileyen bölüm İnci Çayırlı’nın emekliliğini anlattığım bölüm oldu. İnci Hanım adına değil de kendi adıma değerlerini koruyamayan bir memlekette yaşamanın acısını çok hissettim bu bölümü yazarken. Hele bu savrulmuşluk Türk müziği camiasında çok belirgin. İnci Hanım yılların yok edemediği bir tepkisellik ve enerji ile hâlâ ben varım diyebiliyor da emekliliğe terk edilmiş ve köşesine çekilmiş nice değer sessizce aramızda yaşamaya devam ediyor bugün. Keşke bu kitaba emeklilik dönemi gibi bir bölüm girmeseydi. İnci Hanım’ın anılarını yazarken sadece kronolojik bir akışı, ya da ansiklopedik bilgileri bir araya getirmedim. Okuyucuyu aynı zamanda düşündürmek ve kültür yaşantımızın geriye doğru baktığımızda nasıl bir yıpranma sürecine girdiği konusunda bilinçlendirmek istedim. Hem bir biyografiyi yazıp hem de mesajlar verme isteği beni anlatım şeklini belirlemede kararsızlığa itti. Önce biyografiyi nehir söyleşi şeklinde yazdım ama bu akış içinde çok şey eksik kalıyordu. Dipnotlarla izahlara girmek ise okurken de çok fazla hoşlandığım bir yöntem değil. Bu nedenle kitabı serbest anlatıma da, İnci Hanım’ın ifadelerine de yer verecek şekilde tekrar kurguladım. Sanırım böylesi hem daha rahat okunur oldu, hem de söylemek istediklerimizi daha rahat söyledik.

        *İnci Çayırlı kitapta ne kadarına karıştı?

        Zira biyografi yazmak her zaman meşakkatli bir serüvendir, zorlukları ve kolaylıkları nelerdi? Haklısınız biyografi yazmak meşakkatli bir serüven, hele yaşayan bir kişinin hele de İnci Çayırlı’nın biyografisini yazmak gerçekten meşakkatli bir serüven. Kitabın Pan Yayıncılık’ta yapılan imza gününde bir okuyucumuz kitabı keyifle okuduğunu söyleyince İnci Hanım’a eğildim; “Sizin yaşamınızdan keyifle okunan bir kitap çıkarttık ya, hakikaten çok zor bir işi başarmışız” dedim. Çok güldü bu sözüme. Ancak şunu söyleyebilirim, İnci Hanım’ın müdahaleleri konusunda hiç zorluk yaşamadım. Bana tamamen tabi oldu diyebilirim. Bir kez birlikte okuma yaptık. Müdahaleleri daha çok kendi sözleri içindeki bazı ifadelere oldu. Malum, görüşmelerimizi yaparken rahat ortamlardaydık ve sohbet eder gibi yaptık görüşmeleri. Ben de kitabın doğal akışı içinde bu ifadelere çok fazla dokunmak istemedim. Bir iki ufak tefek rötuş oldu. Bunun dışında ben çok rahat çalıştım. Öyle ki kitabın kapak tasarımından, ismine kadar her şeyi İnci Hanım kitabı eline aldıktan sonra gördü. Konser provalarında bir sazın akort bozukluğuna, ses tesisatındaki tiz bir frekansa bile tahammülü olmayan ve prova esnasında tonmayster değiştirdiğine tanık olduğum İnci Hanım’ın yaşam öyküsünün kitabına neredeyse müdahale etmeyişi aramızda oluşan karşılıklı güvenden kaynak alıyor kuşkusuz. Çünkü hazırlık sürecinde neredeyse birlikte düşünmeyi öğrendik. Ben onun sınırlarını, tepkilerini, hassasiyetlerini çok iyi kavradım. Zor olan bu güveni oluşturmaktı, ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bu güven oluşmasaydı bu kitap yarım kalırdı, yayınlanma aşamasına gelmezdi.

        GÜNÜMÜZÜN TARİHÇİLERİ MUSİKİ BİLMİYORLAR

        *Malum yaşadığımız coğrafyada bu şekil bir arşiv çalışması olamıyor, böylesine bir kitaba imza atmış birisi olarak; siz bunu neye bağlıyorsunuz, neden bu tür çalışmalar yeterli düzeyde yapılamıyor?

        Bu sorunuz akademik bir tez konusu olacak kadar izahat gerektiriyor aslında. Ama sorunuzda cevabı da özetlemişsiniz; yaşadığımız coğrafya ile ilgili bir durum bu. Kayıt altına almaya önem vermiyoruz. Nedenleri üzerinde çok şey söylenebilir. Ama ne söylesek boş; giden gitmiş çünkü. Ne yapabileceğimize bakmak lazım! 1970’li yılların ortalarında Türk Müziği kurumları devlet çatısı altına giriyor. Devlet Konservatuvarı ve Devlet Koroları kuruluyor. Bu kurumlar zaten mükemmele erişmiş olan icrayla uğraşıp duruyorlar ve icrayı berbat ediyorlar. Halbuki böyle olacağına bu kurumlarımız donanımlı, Osmanlıca bilen, müziğin tarihsel gelişimine vâkıf ve adeta bir arkeolog zihniyetiyle çalışan araştırmacılar yetiştirebilseydi bu gün ne kadar farklı olurdu durum. Aslında bunun çok verimli bir örneğini ortaya koymuşuz daha önce. Darülelhan bünyesinde faaliyet gösteren Tasnif ve Tespit Heyeti’nin yaptığı çalışmalar paha biçilmez değerde ve musiki mirasımızın bugüne intikal etmesini büyük oranda bu çalışmalara borçluyuz. Bugün yapılan arşiv, tespit ve biyografi çalışmaları hep kişisel çabalarla oluyor. Yine de geç değil. Devletin kurumları ve akademik kurumların içine keşke böyle bir yapılanmayı dâhil edebilsek… Ama açıkçası böyle bir teşebbüs, kıpırdanma yok! Günümüzün tarihçileri musikiyi tarihin dışında bir disiplin olarak görüyorlar, musiki bilmiyorlar. Aslen edebiyat tarihçisi olan Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlevi ayinleri üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiğini yarım asır önce yazmıştı. Yani eski tarihçiler musikiyi biliyorlardı. Şu an ivedilikle yapılması gereken hayatta olan kişilerle bilinçli görüşmeler yaparak hem onların anılarını tespit etmek hem de kendilerine intikal etmiş olan musiki bilgilerini derlemek. Belli bir yaşa gelmiş ve müzikle ancak kıyısından uğraşmış bazı kişilerde bile inanılmaz malzeme çıkabiliyor.

        *Gelelim size; doktorsunuz, ney üflüyorsunuz, 20 küsür yıldır da solistliğiniz ve koro şefliğiniz var, ayrıca Bursa Büyükşehir Belediyesi Konservatuvarı'nda Türk Sanat Müziği eğitimi almışsınız… Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

        Tabii şunu belirtmem gerekir, tüm müzik faaliyetlerim amatör düzeyde ve bir hevesliyim ancak. Ve bir hevesli olarak akıp giden zamanda müzik adına yetişebildiklerimi tutmaya ve paylaşmaya çabalıyorum. Asıl mesleğim doktorluk, pratisyen hekimim. Şu an Bursa Sağlık Müdürlüğü’nde Araştırma ve Sağlığın Geliştirilmesi Şube Müdürü olarak görev yapıyorum. Sağlık alanında projeler üreten, sağlık eğitimine yönelik video ve görsel materyal üreten bir kurumda çalışıyorum. *Başka projeleriniz var mı, planlarınızı öğrenebilir miyiz? Keşke zamanım olsa ve yetişebildiğim tüm isimleri yazabilsem. Kayıt ve araştırma çalışmalarım yıllardan beri devam ediyor. Şu an belirlediğim bir projem yok ama mutlaka bir zaman içinde yayın aşamasına gelen çalışmalarım olacak. Daha önemlisi İnci Çayırlı ile yapmak istediklerimiz henüz bitmedi. En büyük arzum, İnci Hanım’ın yeniden stüdyoya girerek yeni bir repertuvarla yeni bir albüm yapması. Bu düşünce bizi çok heyecanlandırıyor. Sadece bizim ülkemiz için değil, dünya müzik repertuvarı için de önemli bir çalışma olacak bu!

        Diğer Yazılar