Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…” En üstadım Oğuz(um) Atay(ım) “Tutunamayanlar”da böyle nidalanıyordu. Heyhat! “Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? / Oysa hayattayız hepimiz” dediği gibi Melih Cevdet Anday’ın, ne memleketin çilesi, ne de fanilerin derdi durulamıyor tonundan, bugünlerde fazlasıyla hatıralar ve anılar ishalindeyim. Kısaca; ortaya karışığım diyelim. Şimdilik bir söğüt gölgesinde demlenirken, uzun zamandır kelama düşmediğim ela, izlediği belgeseldeki yapay deri naklinden bahsediyor. Fonda da Acaipademler’in “Bozuk”u... Üşenmeyin de açın sesi, loblarınız ferahlasın niyetine! Bugün köşenin misafiri Acaipademler’in solisti ve elektro gitaristi Teoman Kumbaracıbaşı. On parmağında on marifet dediklerinden Kumbaracıbaşı, müzikle hemhalinin yanında sinema, tiyatro ve dizilerin de şahsına münhasır insanlarından. Bir de tabii annesinden öğrenip de yaptığı ve pazarda sattığı süt reçeli mevzusu var… Varlığını bilmekle mesut olduğunuz insanlar vardır hani ve bir de üstüne kelama düşerseniz tadından yenmez; işte tam da bu minvalde! Beyazperde ve tiyatroda dikize yatma şansım olmuştu fakat, bir vakit Özgür Radyo’nun Yediyelken programına konukluğundan dinleyince, en temizinden algı patlangaçlarını harmanlayan bir kelama düşmeliyim dedim ve ortaya en demlisinden uzun ama frekans ayarlarını miss’leyen bir muhabbet çıktı. Hazırsanız başlıyoruz!

        "ACAYİP ADEM’DEN ACAİPADEMLER’E"

        *Şahsına münhasır grup isminiz Acaipademler ile başlayalım; solo ve grup kısmını biraz açalım mı?

        Solo da grup da Acaipademler aslında. Solo benim çalıp söylediğim, grup olan da masada, ses, teknik kısımda (Replikas’ın ses mühendisi, yeraltı müziğinin çok önemli isimlerinden) Metin Bozkurt, davulda Soner Doğanca, basta Melek İrdem ve elektrogitar, vokalde benden oluşuyor. Hepsi kendi enstrümanlarında usta müzisyenler, bambaşka müzikal projeleri ve grupları var. Kendi adıma üçümüzün birlikte çalması heyecan verici. 2003’ten beri varız ama sesimizi çıkarmamız ilk albüm, 2009’da ‘Marshall Planı’ ile oluyor. İkinci albüm ‘Budala’ ise 2011’de çıktı.

        *‘Acayip Adem’den ‘Acaipademler’e düşen hikayeniz nedir?

        Acaipademler; Pir Sultan’ın ‘Be Hey Acayip Adem’ şiirinden alındı. Biz sadece ‘y’ harfini çıkardık. O da aslında Pir’in eleştirdiği insan. Pir Sultan diyor ki: “Ne yanarsın dünya malı / Birin alıp gidemezsin...” İnsanlar bizi hep havalı bir grup adı gibi düşünüyorlar ama işin aslı budur. Yüzeyde görünen, yani zahire, derinlemesine baktığınız zaman işler çok değişiyor. Bu ülkede ve aslında dünyadaki problemlerin başında gelenlerden biri de bu… Siz olayın farkında değilseniz ve algılamadıysanız, ona yorum yaparsınız, ama hakikati algıladığınızda geriye dönüşünüz yoktur. Bu coğrafyanın ve aslında genel olarak dünyanın problemi hakikatle ilgisinin tamamen kesilmiş olmasıdır. Hakikati, pragmatist, yani günlük ihtiyaçlarla sınırlandırmış olmasıdır. Tabii ki günlük ihtiyaçlar gerekli fakat farkındalık ve duyarlılıkla alakalı bir derdimiz kalmadı. Sadece kendimize ve çevremize bu hassasiyeti gösteriyoruz, bunun dışına çıktığınız zaman, işte orada problem başlıyor.

        "HEPİMİZİN HAYALİ SADECE MÜZİKTEN YAŞAMAKTIR"

        *Yeraltı edebiyatı ve yeraltı müziği bizim topraklarda pek de hak ettiği ilgiyi göremiyor gibi, sizce?

        Yeraltı müziğinin kendine has dinleyicisi ve meraklıları var. İlgi kısmına gelince de bazı insanlar, bazı müzikleri algılamak için kafa yormak istemezler, ama bu türü icra ve takip edenlerin arasında, müzikal anlamda ‘ne yapılıyor, nereye evriliyor?’ minvalinde felsefi tartışmalar olur. Küçük gruplardır, paraları azdır, hatta yoktur ve başka işlerden para kazanarak bu müziği icra ederler. Maalesef, Türkiye’de çoğu yeraltı grupları için geçerli bu. Hepimizin hayali sadece müzikten yaşamaktır, ama müzikten yaşamak için başka şeyler yapmak gerekiyor, yoksa müzik yapmak da sorun yok. Bu müziği görünür kılmak adına basın yayın organlarında haber yapılması da son derece güç. İşin handikabı kültür sanat insanları da bir haberdir bu durumdan, zaten problem de orada. Mesela televizyonda görünmediğim zaman, bana hep söylenen cümle; ‘çok uzun zamandır yoksunuz ortalıkta...’ Burada sarf edilen ‘ortalık’ sözcüğü; TV’de yoksan, sen yoksun! Arkadaş; ‘sen tiyatroya gidiyor musun, konsere gidiyor musun?’ Ortalık ne; senin evinin salonu, evinin salonunda benim ne işim var.

        *Bu tür işlerin bilinmemesi yahut az bilinmesi medya olarak sadece bizim kabahatimiz mi, yoksa bu işleri icra eden sizlerin doğru kanallara girizgahı yapamaması mı?

        Doğru kanal ne? Ben üretip, arz etmekten başka ne yapabilirim ki? Evet, sizlere ulaşan mail ya da iletişim kanallarının içinden haberleri yapıyorsunuz ama işte Peyote ya da Woodstock gibi mekanlara giderseniz, bu yeraltı insanlarını ve ekiplerini görürsünüz. Mesela; Peyote’de her yıl 100’den fazla grup sahne alıyor. İçlerinde çok iyi müzisyenler de var, kısa sürede kaybolanlar ya da dağılıp, tekrardan grup kuranlar da. Kısaca; çok garip isimlerde ve insanların telaffuz etmekte zorlandığı bir sürü grup var, ama biz onları değil, medyanın parlattığı isimleri biliyoruz. Soruya dönersek de; işte doğru kanallarda, derdinizi anlatabiliyor olmak için, bir şeylerle ya da birileriyle temasta olmanız gerekiyor. Sizin şu anda yaşanan durum ya da durumlara karşı söyleyecek sözünüz yoksa medya çok daha çabuk kabulleniyor, eğer siz, ona göre aykırı bir yerdeyseniz, o zaman bu işler pek de kolay olamıyor. Bu minvalde de Acaipademler, bir anti tez grubu ya da sisteme karşı bir şey söyleyen, muhalif bir grup değil ki, sadece kendi tezi olan bir grup...

        *Bu ‘tez’ nedir?

        Mesela; Kaygusuz Abdal, Pir Sultan, Karacaoğlan, J. Prevert, Percy Shelley, Puşkin, Georg Trakl, Paul Celan, İngeborg Bachman gibi şairlerin dizelerini şarkılaştırarak ‘söz’ün değerini tekrar vurgulamak istiyoruz; kısaca hem buradan hem de dünyadan söylüyoruz. Acaipademler’in kökenine baktığınızda, aşure kıvamına gelmiş, Anadolu müziğini göreceksiniz. Bizim albümler, hiç bir şirketten çıkmadı. Mesela bu ülkede, illa bir şirketten çıkmamız mı gerekiyor ya da MESAM’a üye olup, ‘müzisyenim’ dememiz mi gerekiyor?! Müzik ya da oyunculuk öyle bir şey değil ki. İnandığınız şeyler vardır ve onların peşinden gidersiniz.

        "FARKINDALIK EN BÜYÜK GERÇEK"

        * Sizin yapmaya çalıştığınız yahut dert edindiğiniz nedir?

        1993’te bu ülkenin belleği yanıyor, sazı ve sözü olan insanlar yanıyor. Bir bakıma bellek kayboluyor aslında. ‘Hakkı’ ve ‘hakikati’ fark eden kişinin çaresizlikten başka şansı yoktur. Siz tekrar o kısmı canlandırmak istersiniz, bu yanmış olan sazların yerine, başka bir saz koyarsınız, şimdi ben bunu sabaha kadar anlatsam, ne olur ki, ne kıymeti var bunun? Biz de zaten bilinirliği olan, yakılan bir şeyden bahsediyoruz. O zaman bunu çok dillendirmenin ne anlamı var, insanlar fark ederlerse, dinlerler, fark etmezlerse de o kayıtlı olarak bir şekilde internette yahut başka bir mecrada durur nasılsa. Bugün internet var, yarın tekrar plağa geçilebilir ya da başka bir teknoloji çıkar, oraya aktarırsınız. Benim yaptığım şey; bu topraklarda ve dünyada var olanları, dilimin döndüğü, yeteneğimin, bilgimin yettiği kadar tekrar kayıt etmek. Eski bestelerin hiçbirini almıyorum, hatta hiç dinlemiyorum bile, yeni baştan besteliyorum. Mesela; Pir Sultan’ın ‘Sarı Çiğdem’ini yeniden besteledim. 11 dakikalık bir türkü ve konserlerimizde çalıyoruz. Sözü değiştirmiş olmuyorsunuz; kendi kuşağınıza ve bir sonraki kuşağa aktarmış oluyorsunuz.

        *Acaipademler’in istediğiniz kitleye ulaştığını düşünüyor musunuz?

        Bu önemli değil ki! Tüm bu anlattıklarımın farkındalık yaratıp yaratmaması tabii ki istediğimiz bir şey ama hiç kimse dinlenmemek için müzik yapmaz. Ama zorla da dinlensin diye de müzik yapmaz. ‘Lütfen, beni dinleyin!’ diye bir şey yapmıyorum, ben bunu yapmanın zorunluğunu hissediyorum ve içimden de bu geliyor. ‘Zorunluluk’ ve ‘içtenlik’ var, bunlar üst üste geliyor ve biz şarkıları kaydetmeye devam ediyoruz. Sadece çok bağırmıyoruz ve çok etrafta söylemiyoruz.

        *Tüm bu kelamımızı düşününce; bu kadar çok derin düşünmek yaşadığımız sistemde lüks değil mi? Ya da her şeyi geçtim, bu donelerle yaşamak çok zor olmaz mı?

        Aksine... Farkındalık en büyük gerçek. Farkındalıkla birlikte bir şeyi yorumlamak zorunda kalmazsınız, görürsünüz. Gündelik dertlerde gerçeklik olmadığını söylemiyorum ki ama sadece bu gerçeklik ile yaşadığımızda insan olmak için ne yapıyoruz, işte buna bir yanıtımız yok.

        "BEN KENDİM ANLAMAK İÇİN MÜZİK YAPIYORUM"

        *O zaman sizin yaptığınız müziği / işleri algılayabilmek için, kişinin farkındalığ(ın)a varması gerekmiyor mu?

        Estağfurullah, öyle bir şey denemez, herkes kendi zamanı ve kendi tarihi içinde değerlendirir ki değerlendiren toplumun öncüleri vardır. Ben liderliğe inanan bir insan değilim. Bu kadar farklı ve karmaşık insanların ve kültürlerin barındığı, büyük bir coğrafyada, tek bir liderin bütünü temsil edebileceğini düşünmüyorum... Tabii bir şey söylemeye başladığınızda da zaten bir şey söylememiş oluyorsunuz. Aynı benim şu anda yaptığım gibi.

        *O zaman niye iletişime geçiyoruz ya da niye müzik, sanat yapıyoruz?

        Şu anda röportajda söyleyemediğim ya da söylemediğim ne varsa müzikte söyleyebiliyorum. Beni anlayan anlasın da demiyorum; ben, kendim anlamak için müzik yapıyorum. Bir başkası için bir şey ifade ediyorsa sorumlusu ben değilim. Ben iletişmek istiyorum, konuşmanın kendisinin manada büyük sorunlar yarattığını düşünüyorum. Müzikte ise bir şarkının şarkı haline gelmesi aylar, çoğu zaman yıllar, somut hale gelmesi de daha uzun zaman alabiliyor. Siz, o süreçte bazı şeyleri demlemiş oluyorsunuz. Bir de seçtiğiniz sözler, 500 ya da 1000 yıllık olunca ve bugüne de ulaşmışlarsa, zaten tarihin bütün süreçlerinden geçmiş ve demlenerek gelmiş demektir. Siz bu sözcükleri severek aylarca, yıllarca üzerinde çalışıyorsanız, o sözcüğün kıymeti vardır, diyorum. O şiirler de kendinde bir şey olarak kıymetlidir, sizin ona kıymet verip vermemenizle ilgilenmezler. Şimdi ben de bu sözcüklerin başka bir kuşağa ve ileriye gitmesi için beste yapıyorum, kayıt ediyorum.

        "BEN 500 YILLIK BİR ŞEY SÖYLÜYORUM"

        *Üstadın (Oğuz Atay) dillendirdiği: ‘Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor’un aksini mi düşünüyorsunuz?

        Sözcükler önemlidir, bir beyit söyleyiniz ki kafanıza mal olmasın! Tarih bunlarla dolu. Demek ki eğer bir şey söylediğinizde, bu sizin kafanıza mal oluyorsa, bayağı iyi anlaşılıyor demektir. Varoluşçu felsefenin pençeleri içinde yaşıyoruz. Mesela; biz Fuko’ya (Michel Foucault) erişemiyoruz, felsefi olarak ilerleyemiyoruz; çünkü hâlâ bu konuştuklarımızla debeleniyoruz, bunlarla debelenmemek için o alanın dışına çıkmak lazım. Semptomu iyileştiremiyorsanız, semptomu görmezden gelmeniz lazım.

        *İyi de bizler de öyle yapmıyor muyuz; görmezden geliyoruz çoğu zaman ve ilk önce kendimizi?

        Görmezden gelip, sistem içinde çalışmaya devam ediyoruz, o sistemin dışına çıkabiliyor muyuz mesela? Siz bir şarkı yapıyorsunuz antitez değilsiniz, bir tezden bahsediyorsunuz, mesele bu. Benim yapmaya çalıştığım; ne kimseyle yarışıyorum, ne bu sisteme, varolan durumlara, ne de anayasaya karşı bir şey söylemiyorum, ben 500 yıllık bir şey söylüyorum. Sistem kötü ama ben çok iyiyim demiyorum. Sistemin bir parçası olarak bu durumdan nasıl kurtulabilirim diye çabalıyorum. Müziğimle bir anlama ve kavrama alanı yaratmaya çalışıyorum. Ama bunu planlı bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Plandan kastım şarkılarla yapmaya çalışmak.

        *Türkiye’de sizin tarzınızda müzik yapan var mı?

        Vardır muhakkak, ben hiç bir camianın içinde değilim. Genel olarak müzikle, sanatla ilgili seviyesi her ne o olursa olsun, hemhal olanın seviyesi incelir. Hangi seviyede incelir, o da müzisyenle alakalı bir şey. Müzisyen fark ettiği derinlikleri, ne kadar aksettirebiliyorsa kitlesini de o kadar derinleştirir. (Frank) Zappa’nın örneğini vereyim: ‘Zappa çok karışık bir müzik yapıyor’, ‘karışık’ ne demek, kime göre? Bana göre karışık değil, karışık olsa çalmam, yani bazen bir nota ile bir şey anlatabilirsiniz, bilemeyiz, tek telli yoksul bir gitarınız vardır ama pek çok insan tarafından anlaşılırsınız, sosyal ağlarda var bunun örnekleri. Ben müziğin hiçbir çeşidini asla yargılamıyorum, müzikle ilgilenen insanların hepsine çok önem veriyorum.

        ANNENİN BEBEĞİNE NİNNİ SÖYLEMESİ KADAR SAFTIR MÜZİK

        *Müzik dünyasını, sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Sektör kelimesini sevmiyorum. Müzik dünyasından konuşmak isterim, ‘sektör’ olarak baktığımız zaman ekonomiden konuşuyoruz demektir, halbuki müziğin ekonomiden bağımsız bir şey olduğunu düşünüyorum. Siz yıkanırken, banyoda da şarkı söylersiniz, bunun sektörle alakası yok, bu insanın içinden gelen bir şey... İşte bu insanın içinden gelen şeyi, dünyanın ekonomik sistemi, ‘nasıl paraya çeviririm’ diye kafa patlattığı için, ama müzisyenler de ayakta kalmak adına ‘ben, kafa patlatamıyorum, bir başkası patlatsın, ben de birazcık yanına yanaşayım’ dediği ve bu sefer de bu kafa patlatan adamlar, senin ‘nasıl müzik, albüm kapağı yapman’ yahut ‘hangi yayına çıkman, röportaj vermen ve neler söylemen’ gerektiğine varana kadar pek çok şeye karışmaya başlıyor. Problem de burada, yoksa müziğin çıktığı yerde böyle bir sorun yok. Rüya gibi bir şey... Rüyalarınız etkileniyor ama, annenin bebeğine ninni söylemesi kadar saftır müzik...

        *Umutlu musunuz?

        Umut ne demek?

        *Benimkisi Nietzsche’nin dediğinden diyelim...

        Aynen. Ben gerçekçi bir insanım. Umutlu ya da umutsuz bir insan değilim. Aynı zamanda çok büyük hayaller kuruyorum. Hâlâ çok büyük hayaller kurabildiğime göre, hâlâ nefesçiğim var demektir.

        *Hani son yıllarda günün mottosu olan ‘anda, akışta kalmak’ gibi mi?

        Ama sadece amaç anda kalmak değil, ben bu röportaj biter bitmez, kayıt yapmaya gideceğim ve ona da iyi hazırlandım ama sadece hazırlık yapmanız yetmez, bir de yine kayıt yaparken, o anda, o anın farkındalığıyla çalmak isterim, bu bir projedir ve bu projeden de sıyrılmak isterim. Bu çok istemek ve hiç istememek arasında bir köprü... Oralarda gezerseniz, zaten çok enteresan bir şey yaparsınız. Kısaca; ben kendimi heyecanlandırmayacak hiçbir şey yapmak istemiyorum.

        *En son, 2012’de Nilüfer Sanat Tiyatrosu’nda “Matmazel Julie'den Esinti: Partick Marber” oyunuyla hatırlıyorum, sonra neden bir tiyatroda yer almadınız?

        Müzik, tiyatro, sinema ya da televizyon mevzuları zaman zaman değişiyor aslında. Evet, iki, üç yıldır tiyatro yapmıyorum. Bir de şöyle bir büyük burunluluk yapayım; bir insanın, birden fazla mevzuda yeteneği varsa kafası karışır; çünkü hem tiyatro, sinema hem de televizyon, reçel yapmak istersiniz. Ben hepsini yapıyorum. Tiyatroyu yeniden düşünüyorum, gelecek sezon bilmiyorum göreceğiz.

        YAPMAK İSTEDİĞİM ALTI KITADADAN ŞAİRLER VAR

        *Peki ya sinema?

        Şu anda çektiğim ve montajı biten bir film var, belki Haziran’da olmazsa da Eylül’den sonra duyabileceğiz. Çok kıymetli bir film olduğunu düşünüyorum. Yönetmeni kıymetli bir adam Bülent Öztürk. Heyecanlanacağımız bir sonuç çıkıyor gibi…

        *Reçel yapma ve bunu pazarda satma mevzusuna geleceğiz ama tüm bu uğraşların yaratılması için ne gerekiyor yahut neden feragat ediyorsunuz?

        24 saat yaratılması gerekiyor. Feragat ettiğim ise uyku... Tüm bunlar çok çalışmak istediğim için, hep yetiştiremeyeceğimi düşünüyorum.

        *Neyi yetiştirememek?

        Mesela müzikal anlamında ölmeden önce yapmak istediğim altı kıtadan şairler var. Beni etkilemiş, büyük şairleri bitirmek istiyorum.

        *Peki, nereden çıktı bu sevdiğiniz şairleri melodiye dönüştürmek?

        11. yüzyıl Japon haiku (şiir): ‘Kelebekler, sevdiğimin entarisindeki çiçeklerden anladılar ilkbaharın geldiğini” diyor. Konu kapanmıştır, bunun ötesinde bir şey söylemeye gerek yok.

        "ÖNEMLİ BİR ŞEY YAPMIYORUM HİSSETTİĞİMİ YAPIYORUM"

        *Siz de söz yazabilirdiniz, neden sadece beste yapıyorsunuz?

        Neşet Ertaş, babası Muharrem Ertaş’a diyor ki: “Sen, niye söz yazmıyorsun?” Aslında bu sorunun ve tüm soruların yanıtları Anadolu’da var. Fakat şöyle bir muhafazakarlıkta da değilim; ‘her şey söylenmiştir ve üstüne bir şey söylenmesin’ diye. Yeni bir şey söylemek için yenilenmek gerekir ve eskiyi bilmeden yenilenemezsiniz. Bazı insanlar doğuştan söz (yazma), söyleme yeteneğine sahiptirler, bunların her şeyi bilmesine ihtiyacı yoktur, zaten kendisini çok farklı yetiştirmiştir ve oradan yeni bir şey söyleyebilir... Bir de her şeyi bilmek bir ömür demek! Bilmediğim bir şeye burnumu sokmak istemem ama söz yazıyorum ve kendime saklıyorum. Bir vakit kıymetli olduğunu hissedersem yayınlarım. Tekrar hikayeye Muharrem Ertaş’ın oğluna verdiği cevaba gelirsek de; “Evladım, bir ozan, benim duygu ve düşüncelerimi benden evvel daha güzel söylemiş ise bana da o sözleri havalandırmak düşer” diyor. Benim yapmaya çalıştığım şey de bu sözleri havalandırmak. Ben önemli bir şey yapmıyorum, hissettiğim bir şeyi yapıyorum, bir sözü okuyorum ve diyorum ki; bunda büyük bir derinlik, güzellik, sadelik, kültür, anlayış ve bir tarih bilinci var. Daha iyisini yazamıyorsam, ne yapayım!

        *Sözler üstatlardan, fakat bestelerin hepsini yaratmanızın sebebi nedir?

        Yapılmış bestelere saygım sonsuz, sevdiklerim de var fakat varolan bestelerini sevmiyorum; ben, sevdiğim ve ağzımın döneceği şekilde bestelemek istiyorum. İcazeti de vicdanım ve birikimimden alıyorum, zira başka türlü de söyleyemezsiniz bu sözleri, ağzınıza dolanır… Eğer kalbinizden geçmiyor ve sizin hikayeniz ya da dünya görüşünüzle örtüşmüyorsa, bu işi sürdüremezsiniz ki tıkanır kalırsınız. O yüzden, ekip önemlidir ve biz de ekipteki herkesin vicdanından geçen işler yapıyoruz.

        *Ekiple işler nasıl yürüyor, mesela sizi fikir anlamında daha baskın görüyorum?

        Bir albüm ya da kayıt yapıyorsak orada, herkes ona ‘evet’ demiştir de çıkıyordur. Bizim grupta bir kişi, o işe ‘hayır’ diyorsa, o iş yapılmaz. Ama evet, daha çok karar veren kişiyim, ona hayır diyemem, neticede bir kişi hayır diyorsa da o iş zaten olmuyor, kısaca sen istediğin kadar karar verici ol (gülüyor). O yüzden herkesin yeri ayrı grupta. Bir de biz gitar grubu değiliz…

        *Türkiye’de incelikli mevzular sebebiyle de sanatın, sanatçının mesaj kaygısı olmalı mı?

        Temas alanlarımız daraldı, evet ama bu sanatçının algısını değiştiren bir şey değil ki, o zaman Mısır’da da bir şey çıkmaması gerekiyor… Sanatçının görevi toplumla alakalı bir şey yapmak değil ki, hissettiğini yapmak! Sanatçı güzeli arıyor, bilim adamı ise gerçeği; gerçek de güzelle birleştirdiğiniz zaman hakikati söylüyor. Bunu da adaletli bir şekilde söylerseniz, aslında kıymetli bir şey söylemiş oluyorsunuz. Bunun peşindeyseniz, bence enteresan bir yoldasınız, o zaman, toplumun o anki gerçeklikleriyle kendinizi bir eleştiri yumağında boğmazsınız, o anlamda ben kendimi eleştiri yumağına boğmuyorum. Çünkü bunların vakit kaybı olduğunu düşünüyorum; 10 bin, 15 bin yılık Anadolu toprağında, ‘lak lak’ konuşmanın kimseye faydası yok!

        *Gelelim vakti zamanında, pek çok mecrayı da meşgul eden süt reçeli yapma ve pazarda satma mevzusuna, emekle ilgili bu hemhalde ne söylemek istersiniz?

        Zerre ekonomik model diye yıllardır üzerinde çalışıyorum. Bu da bireyin sadece tüketici değil, üretici olmasıyla da ilgili… Ben bu ülkede üretilen sütlerden bir tatlı yapıyorum; süt reçeli. Annemin küçükken bana yaptığı bir şeydi, oğlum olunca ona yapmaya başladım ve sonra boynuz kulağı geçti, kendi formüllerimi ürettim. Geleneksel formüllerden uzaklaştım. İçerik aynı ama gelenekseldeki şekeri azalttım, neredeyse hiç şeker yok gibi. Şimdi Antalya’da, Alp diye bir arkadaşım var, o da sadece keçiboynuzu pekmezi yapıyor, onun pekmezleri ile reçellerimi yapmaya başladım, denemelerimiz devam ediyor, iyi sonuçlar çıkıyor. İzinlerimi, sertifikalarımı aldım ve çok büyük bir mutfak yaptım, bunu da dizilerden kazandığım para ile yaptım. Benim yapmaya çalıştığım bir kaç projeden biri; bu ülkede, sadece kendi kalbinden geçen şeyleri, içine en ufak bir günah katmaksızın üreten insanlarla tanışmak istiyorum. (Teo’nun reçelleri diye arama motorundan bulabilirsiniz.)

        ÜÇ BÜYÜK PROJEM VAR

        *Projelerden bahsetmişken, nedir?

        Üç büyük projem var. Birincisi müzikle işitsel bir dünya kurmak istiyorum ki o dünyayı epeyce kurduğumu söyleyebilirim. Çok beste var, albümler geliyor arka arkaya. İkincisi görsel bir dünya kurmak istiyorum, bunu filmle, tiyatroyla tamamlıyorum, fakat görünür olmak için biraz TV yapmak gerekiyor, onun da dengesini kuruyorum. Anın kendisini kıymetli buluyorum, nerede, ne yapıyorsam, o çok kıymetli ve iyi yapmaya çalışıyorum. Üçüncüsü ise damak zevki… İnsanların, iyi bir şey seyreder, dinler ve lezzetli bir şeyler yerlerse farkındalıklarının artacağını düşünüyorum, çünkü bende öyle oldu. Bu üç projeyi tamam etmem için çok çalışmam gerekiyor, ne zaman öleceğim belli değil ve ben bu işi tamamlamak istiyorum.

        *Destek?

        Destek almaksızın diyemem, iyi bir dostunuz yoksa zor… Gecenin dördü telefonla arayabileceğiniz bir dostunuz yoksa, size dünyadaki hiçbir psikolog yardımcı olamaz. Ben bu üç projeyi, dostlarımı, ailemi çoğu zaman ihmal etmeme karşın, onlarla birlikte yürüttüm; o yüzden bir hayalperestim, o yüzden de çok gerçekçiyim. İnsanlar şuna inanmıyor: Ekonomiden ve sistemden öte kendi ekonomisini yaratabilir olmasına! Bu anlattığım mevzuları yaratan ve yapan öyle çok arkadaşım var ki! Mesela bundan sonraki projem ‘Anadolu Bahçesi’… Bu reçel işini tamamladıktan sonra, hayatımı müzik ve çiftçilikle geçirmek ve geçindirmek istiyorum, buna daha zamanım var. Gayem güzeli, doğru ve gerçek ile bütünleştirmek. Hakikati de adaletli bir şekilde yapmak istiyorum, bütün meramım budur, bunun dışında meramım yok!

        *Son olarak aşağıdaki kelimelerin sizdeki karşılığı nedir?

        Hayat: Zor

        Müzik: Haz

        Acaipademler: Büyüyor

        Umut: Her zaman

        Sinema: Umut

        Tiyatro: Giyotin

        Aşk: Yorumsuz

        Reçel: Katkısız

        Gerçek: Özen

        İnsan: Utanır

        Hayal: Başlangıç

        Hayatta vazgeçmem dediğiniz: İddialı değilim

        Hayatta ‘bu da varmış’ dediğiniz: Sefalet

        En sevdiğiniz rol karakteri: Hakan (film daha vizyona girmedi)

        İçinizde uhde kalan: Machu Picchu

        En çok kullandığınız kelime: Bilmiyorum

        Diğer Yazılar