Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        memisbetul@gmail.com

        “…Ve güz geldi Ömür Hanım / dünya aydınlık sabahlarını / yitiriyor usul usul… / yağmur ha yağdı, ha yağacak / incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin / hüznün bütün koşulları hazır / nedenini bilmediğim bir / keder akıyor damarlarımdan / kalbimin üstünde, binlerce bıçak ağzı… / ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı / yükseklikleri korku / uçurumları yıkıntılarımla dolu bir / engebeler atlası / yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım? / her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?/ … Başlamanın bir anlamı varsa / bitişi göze almak, / bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?”

        HÜZNÜN BÜTÜN KOŞULLARI HAZIR!

        Bugün, böylesine sorularla haşır neşir olmak-etmek istedim. (1953 - Yozgat doğumlu) Şükrü Erbaş’ın 1983’te kaleme aldığı “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları” adı şiirinden alıntı… Üstat, bu şiirini, ben üç yaşındayken yazmış. Oysa ben, bu şiirle ergen kafamla tanışıp, otuz yaşımla algılayıp, anca hatmedebildim. Kimine göre çok erken, kimine göre çok geç algı?! (Hem bizim buralarda, zaman dediğin dünyalık bir sayaç. Bir de Ömür Hanım meselesi vardı dimi, neyse bekleme yapmayalım, başka zaman akarız ‘ömür’ ile ‘ömür hanım’ mevzusuna… ) Üstat demiş işte; “hüznün bütün koşulları hazır…” Geç yahut erken minvalinde, ben de koşullarımı bekliyordum diyelim! İstanbul’a yakın mesafe, bir balıkçı kasabasındayım. Önüm alabildiğine deniz, arkam ise orman ferahlığı. Fonda da “Don kafa don, öyle feci don ki” diye nidalanan Peyk. Ben biraz daha buralardayım; her şeyi berraklaştırmaktan çok, bulanıklaştırmayı ideal edinen memleketim deryası, filler-çimenler olgusunda diretiyor ve “dünya aydınlık sabahlarını yitiriyorken usul usul”, anksiyete nöbetlerin(m)e devam…

        GECE HİKÂYELERİ’NİN SONU ‘DERTSİZ OYUN’

        Eylül’ü Doğu Anadolu yamacından Ege’ye yavaştan kayarak kapatınca, Ekim’e de en temizinden hoş geldin’imi ilginç bir seyirlikle yapmak istedim.

        Seyreyleme aleminden geçtikten sonra biz tiyatro izleklerini mest edeceğine biat ettiğim, adıyla müstesna; “Seyretme üzerine bir seyirlik, bir kara mizah: Dertsiz Oyun”. Altıdan Sonra Tiyatro’nun 2011-2012 sezon tasarımı olan, “Kumbaracı50’de Gece Hikâyeleri” projesinin üçüncüsü – sonuncusu olan oyunu yazan, tasarlayan ve yöneten, tiyatro yazım dervişliğinde yarattığı alemlerin hastası olduğum Yiğit Sertdemir. Oyunu bu denli kalıpların dışında ve bir o kadar da kalıpların içinde yoğrulmuş hale getiren koreografinin katkısı yadsınamaz, o yüzden de İlyas Odman’a saygılar buradan.

        YİNE BİR HİKÂYE BULACAĞIM ANLATACAK

        “Hmm, güzelmiş. Bizim derdimiz bize yeter, dertsiz bir oyun seyreyleyeceğiz, eyvallah” diyenler: Aman diyim, sakin! Çünkü bu oyunu sadece seyredip de en huzurlusundan çıkacağını düşünen sizler, seyrediliyorsunuz bilginize, hem de 12 şahsına münhasır karakter tarafından… 50 dakika boyunca sahnede sessiz, her coğrafyadan-hikâyeden insanın size baktığını düşünün! Üçlemenin ilki olan “Gerçek Hayattan Alınmıştır”da baş karakter, “Ben yine bir hikâye bulacağım anlatacak… Beni dinleyecek birini bulacağım… Direneceğim… Hikâyelerimle… Anladın mı…” diyordu ya, işte Dertsiz Oyun’da tam tersi, kahramanlar hiç konuşmuyor. Hikâyeler içimize kaçıyor gibi görünse de, tüm oyun boyunca içimizden 12 insanın hikâyesi çıkıyor aslında. Hadi biraz daha yakın frekans tutturalım niyetine, ekibin paylaştığı oyunun alt metnine bir bakalım: “Oyun, seyirci beklentilerinin ve seyrediş halinin nereye evrildiğini, seyredilen ‘şey’in nereye doğru gittiğini / götürüldüğünü araştıran sözsüz bir oyun. Tiyatronun yüksek ve ideal amacı olan insanı dönüştürmek hedefi nasıl gerçekleşebilir? Bir oyun seyrederken gerçekten bütün seyirciler dönüşürse o oyun ne olur?”

        Sahnenin diğer tarafında bir oyun oynandığı kesin! Bu sessiz seslilikte ve sessiz çıldırışta müthiş oyunculuklarıyla, bizleri bize gösterip de seyredenlerse; Candan Seda Balaban, Ebru Gözdaşoğlu, Gülhan Kadim, İlyas Odman, İsmail Sağır, Murat Kapu, Onur Tuna, Sabahattin Yakut, Seda Özen Yürük, Selen Şeşen, Sinem Öcalır ve Şirin Keskin İndere.

        FİLİFU EFSANESİNE DEVAM

        Oyun, bir yer göstericinin –o da onlardan biri, zira performans boyunca kendini onların arasında bir yere konuşlandırıyor-, kapı aralığından gelenleri karşılaması ve yerlerine birer sandalye hazır ederek oturtmasıyla başlıyor. 12 farklı karakter, yer gösterici ile selamlaşmadan, ücretini ödeyip de broşürünü almadan önce Kumbaracı50 sahnesinin ortasında kendince bir rol seçmiş olan kolona reverans veriyor. (Hepimizin hayatında, manasız hatta işe yaramadığını düşündüğü kolonları yok mu, işte tam da öyle…) Sırasıyla yerlerine oturan 12 karakter, sonunda elindeki broşürleri okumak için kaldırdıklarında ortaya bir cümle çıkıyor. Bu cümleyle de beyin loblarımızı parlatıyoruz ki; tek başına bir anlamımız yok, safi tek başına harfler gibi… Yan yana gelince açılıyor(uz) efsunları hayatımızın… Broşürlerin bize dönük kısmından çıkan her bir harfin oluşturduğu cümle ise (Yiğit Sertdemir’in alamet-i farikası olan Filifu); “Filifu’nun İntikamı”.

        “444”, “Öldün Duydun mu?”, “Bekleme Odası” ve “O.B.E.B.” oyunlarını birbirine griftleyen Filifu, Dertsiz Oyun’da da bize en derin selamını çakıyor. Bir farkla, yalnız bu defa bizi izleyen Filifu’nun kendisi…

        Sonrasında seyreyleyin cümbüşü… 12 kişi, kendinden başlayarak bir başkası oluyor ve sonra yeniden kendilerine dönüyorlar. İşte bu dönüş halinde bizler de, dikize yatıyoruz; küçük kıyametlerini ve hayatın histerik hallenmelerinden onlara kalanları. Ve en güzeli de bizi bize bir bir dökme serüvenine başlıyor olmaları. Hoş onların penceresinden bakınca, kim bilir, biz seyreylediğini sananlar, nasıl görünüyoruzdur acaba?!

        SEYREDİŞ HALİNİN NEREYE GİTTİĞİ…

        Dekor perdesinin ve platformun kullanılışı ve 12 kişinin akrobatik hareketlerle bizlerin üstüne doğru yayılma hali ve meramı anlatma dansı şahane… İlyas Odman, burada da konuşturuyor maharetini. Oyunun sonunda bir bir havaya kaldırılan sandalyelerin bizlerin önüne getirilip konması, yamacına da attıkları bakışları el uzatmaları ve sonrasında sahneyi tek tek terk etmeleri, kısaca Dertsiz Oyun’un “olmuştur hali bu’dur”.

        Oyunun bir yerinde, canla başla 12 karakter tarafından performanslanan bir müzik şöleni var ki kulakların ve retinaların pasını silen türden… Bu sebepten oyunda notalarını konuşturan Onur Kahraman’ı tebrik ediyorum. (Bir ara sahneye ilişip, dekor bile olsam, müziğin ritmine ayak uydurmamak için kendimi zor tuttum.) Gelelim bu şahane oyunculukların ve metnin arka tarafındaki görünmeyen kahramanların imzalarına; ara ara ışıksal oyunlarıyla dikkatleri odağa toplayan (ışık tasarımı) İsmail Sağır, fotoğrafta Ali Güler ve 12 karakterin, her birinin yüzünü yüzlemeyi farkındalık şekliyle niyetlendiren, grotesk’te en’e ulaşan kostüm-makyaj tasarımında ise Candan Seda Balaban.

        DERTSİZ OYUN ANCAK BÖYLE OLURDU

        Bu sessiz 50 dakika sonunda, bir başkasına kendinden bakabilmek yahut kendine bir başkasından bakabilmek eylemini, en cereyanlısından yaptıran, metnin kendisinden daha çok yarattığı etkiyi dikize yatıran ve oyunun alt metninde de dillendirdiği üzere; “seyrediş halinin nereye evrildiğini, seyredilen ‘şey’in nereye doğru gittiğini” hatmediyoruz adeta, hem de Sertdemir’in beynimize ve midemize attığı 12 ayrı yumrukla…

        Başlarken “oyunun başlamasına son 5 dakika” diyen Dertsiz Oyun, vedasını da “oyunun bitmesine son 10 dakika” ve “oyun bitti” diye veriyor. Kısaca oyun; bir Yiğit Sertdemir hikâyesi bu ve Sertdemir’in Dertsiz Oyun’u da ancak böyle olurdu, dedirtiyor.

        İçimden geldi notu:

        İSTANBUL KADIN MÜZESİ

        Türkiye’de ilk, dünyanın üçüncü kent kadın müzesi, sanal ortamda açıldı; ‘İstanbul Kadın Müzesi’ adıyla… İstanbul’un 2600 yıllık kadın tarihini gündemde tutan, kadın belleği oluşturan bir onurlandırma ve bilgilendirme mekanı yaratmayı hedefleyen müzede kimler yok ki; Mihri Müşfik Hanım’dan Cahide Sonku’ya, Hayganuş Markaryan’dan Semiha Berksoy’a, Theodora’dan Alev Ebuziyya’ya, Vasfiye Özkoçak’tan Adalet Cimcoz’a, Neş’e Erdok’tan Afife Jale’ye… Şimdi iş, müzenin faaliyet göstereceği mekanın bulunmasına kalmış. Müzeye destek amacıyla piyanist İdil Biret, 23 Ekim’de CKM’de bir konser düzenleyecek. Bilgi için: http://istanbulkadinmuzesi.org/

        Diğer Yazılar