Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Karaköy’de konuşlanan, Kemankeş Kara Mustafa Paşa Mahallesi’nde, 100 yıllık tarihi bir binanın girişinde ömür sayacımı doldurma şukelalığındayım! Fransız Geçidi’nin arka çıkışından salınınca, eski bir torna atölyesinden devşirilerek adeta bir kahve cennetine dönüştürülen Karabatak Kafe’deyim (Ya da bilinen diğer adıyla -Avusturya menşeli bir kahve üreticisi olan- ‘Julius Meinl’. Burası kahvenin en miss hallerini damaklara seriyor. Yanına da armagnac… Bakın hele sonrasına “yaşıyorum galiba” diye ünlemeniz an meselesi! Es notu: Armagnac demişken, üstadın -Attila İlhan- şiirini anmazsak olmaz: “Seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim / armagnac demek 25 damla gözyaşı demekmiş…”)

        Şimdilerde nick name yahut türevleri işinizi görüyor olabilir ama zamanında bizler de birbirimize lakaplar takardık. (Daha öncesinde anlaşmıştık hani ‘bizler’ konusunda, ama hatırlatma mahiyetinde: 80’ler tayfası.) Bir vakitler benim lakabım da ‘karabatak’tı. O yüzden bu mekânı bir başka seviyorum. Neyse, mevzumuz bu değil efendim; biz, akşam sefalığı niyetine serildik buralara ama az sonrasında ayaklanacağız yavaştan, kafaları açmak maksatlı! Arka fonda muhabbeti şereflendiren ise “Funny how secrets travel… / I’m deranged / Deranged my love…” diye nidalanan David Bowie. “I’m deranged” eyvallah! Muhabbet demişken, mevzular arası trekking çemberindeyiz; ‘yedi uyurlar’ ve Platon’un da kitaplarında bahsettiği Atlantis’ten yana efkarımız var. Üstüne, Mitos Yayınları’ndan çıkan ‘Borges ile Söyleşi’ adlı Richard Burgin kitabını da tazyikliyoruz; ohh miss’iz anlayacağınız!

        PERVASIZ TİYATRO’DAN ‘SIĞINTILAR’

        Gelelim, bu haftanın kafa damıtıp da bünyeyi şahaneliğe bağlayan oyununa: 2005 yılında, İlker Ayrık ve Aykut Taşkın’ın kurdukları Pervasız Tiyatro’nun iki buçuk yıl önce Buğra Kolcu anısına oynadıkları “Sığıntılar”… Kaçıran yahut yeniden seyir etmek isteyenlere: Oyun, bu sezon da sahnede.

        Eğer bir gün evrendeki her şey insana hizmet ederse, tiyatroyu bırakacaklarına yemin eden Pervasız Tiyatro, adının manasına yaraşır hareketler peşinde! İlk önce belirtmeliyim ki; ‘Sığıntılar’, bu sezon en oyunlarım arasındaki yerini almıştır.

        Savaş sonrası ilk Polonyalı yazarlar kuşağından olan Slawomir Mrozek’in 1974’te kaleme aldığı, iki perdelik eser; yabancı bir ülkede aynı odayı paylaşmak zorunda kalan iki farklı adamın hikâyesini anlatıyor. Oyunlarında, 20. yüzyılın en önemli sorunlarına tanıklık eden yazar, paradokslarla yolunu arayan, ironik üsluplara sahip karakterleri dünya edebiyatına kazandırmış. Bu bakımdan da eserleri, güncelliğini her daim koruyor.

        BORULARIN İNSAN BAĞIRSAKLARINI ANIMSATTIĞI

        “Belgesel ve öğretici oyunlar denilen biçimde oyunlar yazmıyorum. Oyunlarımda hiçbir vakit A’dan Z’ye gitmem. Oyunlarımın söylemi seyircinin imge gücüne bağlıdır” diyen Mrozek; Sığıntılar’da yaratığı bu iki isimsiz adamın, oluşları ve algılarıyla ‘modern insanı’ rahatsız ediyor ama algıyı seyirciye bırakıyor. Mevkiimiz Polonya olsa da öyle ‘mesajım geldi, insanlara iletmeliyim’ edasıyla kaygı gütmüyor yazar.

        Sığıntılar belli bir dönemde, belli bir ülkede ve o ülkenin belli bir şehrinin bodrum katında, sığınmacılardan birinin de dediği gibi ‘gider borularının insanların bağırsaklarına benzediği, bir odada’ geçse de bugünkü kapitalizm serüvenimizin rotasını gösteriyor aslında.

        Adıyla müstesna oyunda bizleri karşılayan; aynı dili konuşan ama konuştukları dilin peşrevini farklı jargonlardan kesen iki adam… Biri ‘aydın’, biri ‘köylü’… Çoğunluğa uyan yahut çoğunluğun dışında iki marjinal tip. Birbirlerinin son şansları yine birbirleri! Biri geçmişten kaçıyor, diğeri geri dönmeye çalışıyor. Birinin gideceği bir memleketi-ailesi var, diğerinin bırakın gidecek yerinin olmasını, bekleyeni bile yok. Aydın karakter; farkındalığının verdiği ağırlıkla büyük laflar edip, küçük inine düştükçe, peşinde olduğu şeyleri sorguluyor, köylü karakter ise; dünya bir yana, kendi bir yana savrulmaya ve düşün-e-memeye devam ediyor. Hem zaten şimdi bu odadan bakınca evrene, onun düşünmesi değil, daha çok çalışıp para kazanması gerekiyor; ki zaten onun da tüm amacı para biriktirip ailesinin yanına dönmek. Lakin ‘köylü’nün söylediği ‘küçük laflar’, ‘aydın’ın içine düştüğü cenderyi daha da çoğaltıyor gibi! Aydın ise politik sebeplerden dolayı memleketini terk etmek zorunda kalmış, özgürlük ve kölelik tanımlarını bu oda ve köylüde tamam etmeye çalışarak kitabını yazmak derdinde. Kimliği olduğunu deklare eden aydın ve kimliğinden bir haber köylü… Ama tuhaftır, ikisi de aynı korkulardan, yalnızlıklardan ve aidiyetsizlikten muzdaripler. İkisi de ‘sürgün’, ikisi de ‘sığıntı’. Tek ortak noktaları ise aynı sığınağı paylaşıyor olmaları ve bir şeye inanmak-kanmak istemeleri.

        GÖREBİLECEK KADAR CESUR OLSAYDIK!

        ‘Sığıntılar’ aslında sen, ben, o; biraz aydından, biraz köylüden ama çokça gerçeklerden dem vuruyor. Hayatı ve onu yaşamaya doyamayan fanilerinin çelişkisini, çok iyi gözlemlemiş ve bu sadelikle yazıya dökmüş olan Mrozek, tiyatro tarihine de en temizinden bir klasik kazandırmış bence. İnsan, birey, köle, iktidar, kurallar, tanımlar ve idealar… Ve Mrozek’in tüm eserlerinde, hikayesine zemin yaptığı ‘yazılan ve yaşatılan tarih’. İşte bütün bu kavramlar, bu iki yatak ve bir masanın bulunduğu, duvarlarını gider borularının sardığı, insanın gözlerini kör edecek türden sarı ışığın altında, yeniden şekilleniyor. Oyunun sonunda, ‘aydın’ın; bildiğini sandığı, hatta büyük bir kudretle inandığı düşüncelerinin, aslında köylünün yaşamı ve bildikleri karşısında, nasılda alelade ortaya saçıldığını görüyor-uz. Köylü ve aydın; bu yılbaşı gecesi, varoluşlarını ya da başka bir deyişle varolamayışlarını açıkladıkları, kısaca bir bir dökülmeye başladıkları andan itibaren, yeniden başkalaşmaya giriyorlar. Birbirleriyle dönüşüyorlar, ne diyordu ‘aydın’ı canlandıran karakter: “Ya hiç birimiz insanız, ya hepimiz insanız.”

        ŞİMDİKİ ZAMANLA ALAKASI OLMAYAN

        Aydın ve köylünün diyalogları, git-gel’li hissiyatları, oyuna traji-komik bir kadraj katıyor. Tabii iki perde boyunca, İlker Ayrık ve Aykut Taşkın’ın kıvamında oyunculuklarını es geçemeyiz. Sahnede, doku ve kokusuyla keskin bir hava yaratıp, o yarattıkları efsunun içine, biz izlekleri de çekmeyi iyi başarıyorlar. Ayrık ve Taşkın’ı sahnede izlemek ayrıca başka bir tecrübeleme ve zevkti. Buradan bir kez daha huzurların-ız-da saygıyla eğiliyorum. Zihni Küçümen’in dilimize çevirdiği, Sabahattin Mutluer’in yönettiği, Ferti Özen’in dekor ve kostüm, Umut Kurt’un ışık tasarımında imzasının yer aldığı oyunun, kulakları meşklendiren müzikleri ise Eser Taşkıran’a ait.

        Yazının vedasını da Pervasız Tiyatro’nun manifesto minvalindeki cümleleriyle vermek istiyorum: “…Pervasızlar çalışmalarını şimdiki zamanla alakası olmayan başka bir zamanda, bugünkü ülkeyle alakası olmayan bambaşka bir coğrafyada sürdürdüklerini sanıyorlar. Yanılıyorlar. Yanıldıklarını biliyorlar. Fakat bunu sorun etmiyorlar. Çünkü bunu sorun ederlerse tiyatro yapamayacaklarını biliyorlar…” Rotasını vermek benden yollara düşmek sizden; şimdilik eyvallah!

        Program ve oyun hakkında bilgi: www.pervasiztiyatro.com / 216 347 10 47

        İçimden geldi notu:

        Emre Kınay: ‘Duru Tiyatro asla kapanmayacak!’

        Her gün başka tuhaflıklarıyla insanın yüzüne acı tebessümler oturtan memleketim coğrafyası, bugün de içime böyle oturuyor ve kalkmak bilmiyor. Kadıköy’ün 2007’den bu yana vazgeçilemeyen adreslerinden olan (ki Anadolu Yakası’nda ne kadar özel tiyatro var, reca edicem, hep bi işler peşinde olan mal-mülk sahipleri, bu hırs kime, neye acaba?!) Duru Tiyatro ve kurucusu, tiyatrocu Emre Kınay bugünlerde hiç hoş olmayan bir olayın içinde! Çünkü Kınay’ın büyük emek ve çabayla kurduğu Duru Tiyatro, Kadıköy Anadolu Lisesi’ne ait mekânından çıkarılmak isteniyor. Konuyu takip edenler veya bilenlere değil sözümüz… Gazete Kadıköy’den Semra Çelebi, Kınay ile bir söyleşi gerçekleştirmiş. Üstadı yormayayım da sizlerde bilin istedim. Röportajı arama motorundan Gazete Kadıköy olarak takip edebilisiniz: http://www.gazetekadikoy.com.tr/haberDetay.aspx?haberID=3316

        Ayrıca Duru Tiyatro için: www.change.org/tr/kampanyalar/durutiyatroyadokunma adresindeki imza kampanyasına da destek olabilirsiniz.

        Diğer Yazılar