Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Değerli okurlarım, şu an siz dinlemek isteseniz de istemeseniz de ben sizlere bir şey bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Tüm içtenliğim ve ciddiliğimle söyleyeyim, böcek olmayı bile şiddetle istedim. Ama ne yazık ki buna bile ulaşamadım… Oysa orada bana bir böcek kadar bile değer vermediler... Ben, herkesten daha akıllı ve daha soylu, daha kültürlü olan ben; başkalarının karşısında ezilip büzülmekten, onların horlamaları karşısında yıkıla yıkıla, zararlı iğrenç bir böcek durumuna düşmüştüm ve bunu düşündükçe eriyor, kahroluyordum…” Nasıl bir bünyedir ki bu; benliğini, ulvi bir hissiyatla önemserken, bir yandan da eziklenme halet-i ruhiyesinin en ince gamından hicaza çalarak en aşağı muameleyi çekiyor?! Böcek kadar değer göremediğine inanmak ve böcek olduğunu düşünmek / hissetmek / ‘ol’mak…

        (İç ses: İnsan ‘ol’ur mu demeyin reca edicem. İnsan insan ‘ol’amadığı hallerinde, bazen ‘ol’abilir.) Kendisinden nefret etmek midir bu eda, yoksa o kadar gelişmiş egosunu yere göğe sığdıramamak mıdır; alın size dilemma! (Meselemiz; ‘anlıyor musun?’ kotalı soru kıvamında değil de ‘anlatabiliyor muyum’ paralelindeydi ya, aman diyim dikkat!) Bugünün selamını girişteki kelamdan da anlaşılacağı üzere Dostoyevski’nin “ben hasta bir adamım” sözüyle başlayan Yeraltından Notlar’ı ile veriyorum.

        (Erken içimden geldi notu: 1821 ve 1881 yılları arasında, yeryüzünü şereflendirmiş üstat/Dostoyevski’nin, şuursuzluğuma ilaç olan sözünü de not düşmek isterim bugünkü 2014 Mayıs’ına: “Umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan.” Her ne kadar Yeraltından Notlar’da, insanın 40’ından sonra ölmesi gerektiğini deklare etse de, yazdıklarının bugünleri ve yarınları anlatmasıyla ölümsüzleşmiştir ki kendisi de 60’ında vedayı basmıştır. Ayrıca bu eserini de 40 yaşında yazmıştır, ‘her hikaye yazarın kendi otobiyografisidir’ şiarını da eklersek sanırım şimdi ışığımızı gördük diyebiliriz.)

        ‘TEHLİKELİ OYUNLAR’DAN SONRA ‘YERLATINDAN NOTLAR’

        Şu fani ömrümüzü en güzel özet geçenlerden biridir Dostoyevski… Tabii ki üstadın dillendirdiği ‘hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıkmayız’ lafını da kenara not düşelim; o vakit, Kafka’nın Dönüşüm’ü, Gogol’un Palto’su ve Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı bugün fener olsun tuhaflıklar alemimize. En üstatlarımdan Oğuz Atay’ın, Hikmet Benol karakteriyle beyin loblarını adeta yeniden inşa ettiği Tehlikeli Oyunlar’ını tiyatro sahnesine taşıyan (tek kişilik performansı ile bence Erdem Şenocak son 15 yılın, en şahane performanslarından birini sergilemektedir) Seyyar Sahne, bu defa da damardan veriyor algıyı ve Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı ile karşımıza çıkıyor. Tabii ki iki hikaye başlı başına miss’likler deryası, fakat bu miss’liğin ve pürüzsüzlüğün altında ezilip, mevzuyu anlatamamak da olabilirdi dikize yattığımız oyun, fakat Seyyar Sahne tam tersine hikayeyi daha da devleştiriyor, hem rejisi, hem de oyunculuklarıyla... Bu sebepten de her iki oyunun rejisinde endam eden Celal Mordeniz’i bir kez daha tebrik etmek istiyorum: Seyyar Sahne olarak Türkiye Tiyatrosu’na en âlâsından acayip iki oyun daha kattıkları için!

        Gelelim Yeraltından Notlar’ı sahnede ete kemiğe büründürmekten öte, başkalaştıran oyuncu Nadir Sarıbacak’a… Semaver Kumpanya ve sinemadan (Uzak İhtimal’deki karakteriyle hâlâ usumu şereflendirmektedir oyunculuğu) aşina olduğumuz ve kişisel seyirlik mesaimde, kendisini her dikize yatışımda ‘bu adamda acayip bir enerji var’ dediğimin ispatı gibi Yeraltından Notlar’daki performansı. Anlatılmaz yaşanır dedikleri türden! Bir oyuncu, nasıl karakterine en sahicisinden girip de, oyun arası/molada yine hiçbir şey olmamış gibi kendine dönebilir’in en acayip / keyifli deneyimlemesidir oyunculuğu, bilginize! Hadi, biraz beylik olsun; tek kişilik oyun, tek kişilik oyun olalı böyle bir atmosfer dokunuşu görmemiştir o derece! Metin ve oyunculuğun yükselip de ciğerlerime dolması da cabası!

        BEN HASTA BİR ADAMIM…

        “Ben hasta bir adamım… Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. Sanıyorum, karaciğerimden hastayım. Doğrusunu isterseniz, ne hastalığımdan anladığım var, ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum. Tıbba, hekimlere saygı duymakla birlikte, şimdiye dek tedavi olmadığım gibi bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum. Üstelik boş inançları olan bir insanım, hem de tıbba saygı duyacak kadar. Oldukça iyi bir öğrenim gördüm, boş inançlara inanmamam gerekirdi, ama inanıyorum işte. Hayır, hayır, salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum. Siz bunu anlayamazsınız. Ama ne ziyanı var, ben anlıyorum ya! Bu huysuzluğumla kime kötülük edeceğimi açıklamak elimde değil, bunu ben de bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, o da tedaviden kaçmakla hekimlere bir zarar veremeyeceğim, olsa olsa bütün zararım kendimden çekeceğimdir. Yine de hıncımdan tedavi olmuyorum! Karaciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın!”

        ‘Ben hasta bir adamım’ diye kelama başlayan bu yeraltı adamını, öyle olağan sahneye taşımış ki yönetmen Celal Mordeniz ve oyuncu Nadir Sarıbacak; bir süre sonra, anlatıcı ve biz izlekler birbirine griftleniyor, ki işte oyun da tam buradan sonra meşke geliyor; gülüyoruz en güzelinden, manaya düştükçe anlatılanlar, kendi aynamıza düşüyor gölgemiz ve ağlamak yerine gülüyoruz. Ne kadar gülüyoruz, aslında o kadar ağlıyoruz ya o minvalde! Aracısız bir anlatım serüveni içerisinde dinliyoruz bir başkasından kendimizi. Dostoyevski’nin özellikle anlatıcı görevini bir tanrıya/kahramana değil de ben dili üzerinden bir faniye endekslemesi Sarıbacak’ın oyunculuğunda selama duruyor adeta. Zaten bu sebepten de karakterin bize anlattığı yahut döktüğü iç hesaplaşması, bir kaç cümle sonrasında bizim iç hesaplaşmamız ve anlatımımız oluyor. Gülüyoruz, öyle şaşılası içler acısı olan halimize, sanırım bir üstadın dillendirdiği üzere, bir vakitler sonra yaşadıklarımız komediye dönüşüyor, yaşarken trajedi olsa da… (120 dakika boyunca sandalye, su şişesi, peruğu, flütü ve üstüne giydiği takımın rengine varana kadar her şey o kadar orada ve sahici ki; en derininden saygılar, yarattığı paklanma için!)

        KORKAKLIĞINIZA ÖLÇÜLÜ DAVRANMAK ADINI VERİYOR

        ‘Bozkırkurdu’ ile beni benden alan Hermann Hesse, bir denemesinde Dostoyevski için şöyle kelam ediyor: “Dostoyevski, ancak kendimizi berbat hissettiğimizde, acı çekebilme sınırımızın sonuna varmışsak ve yaşamı bütünüyle alev alev yanan bir yara diye algılıyorsak, eğer artık yalnızca çaresizliği soluyorsak ve umutsuzluğun bin bir ölümünü yaşamışsak, işte ancak o zaman okumamız gereken bir yazardır…” Üstüne daha ne denebilir ki! Şimdilik hoşça kalın dileğimi iliştirerek kulaklarınıza, huzurlarınızdan ayrılırken veda busemi de Dostoyevski’den çakmak isterim izninizle: “…sizlerin yarı yolda bıraktığınız şeyleri, sonuna kadar götürdüm yalnızca. Ayrıca siz korkaklığınıza ölçülü davranmak adını veriyor ve böylece kendinizi aldatıyor ve avutuyorsunuz.” Unutmadan, kendinizi avutmayı bırakıp da yeraltınızı kazmayı başarabilirseniz -ama en dibinden bir kazıdan bahsediyorum- Seyyar Sahne’nin Yeraltından Notlar’ı ilaç gibi gelebilir ama avutma mottalı söylemlerin peşindeyseniz, bence Dostoyevski’nin alt metin geçtiği gibi hiç okumayın ya da hiç bu dikiz yollarına düşmeyin! Oyunu, 18 Mayıs, saat 18.00’de, Oyun Atölyesi’nde; 20-27 Mayıs, saat 21.00’de, Sekizinci Kat’ta izleyebilirsiniz. Biletler için: 545 462 45 28

        ** ** **

        Bilginiz olsun niyetine:

        LGBTİ Onur Yürüyüşü…

        Lambdaistanbul’un evsahipliğinde, bağımsız bir gönüllü çalışma grubu tarafından organize edilen İstanbul LGBTİ Onur Haftası, bu yıl 22’inci yaşını kutluyor. Geçtiğimiz yıl 50 binden fazla kişinin katıldığı Onur Yürüyüşü’nün ve onlarca panel, atölye, söyleşinin organize edildiği Onur Haftası, bu yıl maddi imkansızlık sebebiyle yapılamama durumuyla karşı karşıya! Haftayı planlayan çalışma grubu tarafından yapılan açıklamaya göre; panel, söyleşi, atölye gibi etkinlikler ve Onur Yürüyüşü’nde kullanılmak üzere yaptırılacak afiş, döviz, pankart gibi gereçler için ihtiyaç duyulan maddi kaynağın sağlanamaması halinde, planlanan etkinlikler ve dahi Onur Yürüyüşü gerçekleşemeyecek. Çalışma grubunun www.indiegogo.com’da başlattığı kampanyaya bir göz atarsınız niyetine!

        Diğer Yazılar