Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçimlerin üzerinden geçen gün sayısı 14 oldu. Ben de o günden beri 4. köşe yazımı yazıyorum. Dikkatli okurlar için aynı şeyi tekrarlıyor gibi olacak olsa da İstanbul yerel seçim sonuçlarının hala YSK tarafından nihaiolarak açıklanmamış olması, daha da vahimi ortalıkta tarihi ile birlikte (2 Haziran tarihi bir çok kişi tarafından dillendiriliyor) YSK’nın kararı beklenmeden İstanbul seçimlerinin yenileneceği spekülasyonları yapılması Türkiye’nin hem demokrasi hanesine hem de ekonomi hanesine negatif katkı yaptığını bir kez daha tekrarlamak istiyorum.

        Dün Türkiye’nin 5 yıllık risk primi 450 baz puana kadar yükseldi. Yerel seçimler öncesinde sertleşen kampanya dili, artan siyasi tansiyon ve Londra Swap piyasası ile girişilen gereksiz bilek güreşi sonrasında CDS oranları yine 450 baz puanları görmüştü. Swap işinde ısrarın bırakılması, piyasaya müdahalenin azalması, yerel seçimlerin sükunetle tamamlanması ve seçimin bir çok yatırımcı için "kaybedeni olmayan bir sonuçla" bitmiş olması, CDS oralarını yeniden 400 baz puanın altına indirmişti. Ancak İstanbul özelinde yaşananlar, sandığın güvenirliğini ve şeffaflığını tartışmaya açacak gelişmeler, Türkiye risk priminin yeniden hızla yükselmesine neden oldu.

        Demokrasi önemlidir. Herkes için. Yatırımcılar için de. Özellikle de yabancı yatırımcılar için alacakları milyar dolarlık kararlar öncesinde, ülkelerdeki özerk kurumların gücü, kuralların herkes için uygulanabilir olduğu ve sandık sonuçlarının yani seçimlerin güvenirliği, en az portföylerini sürekli ölçtükleri finansal rasyolar kadar önemlidir.

        Reform Paketi ve Yatırımcı tepkisi

        Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak hafta içinde oldukça kapsamlı bir reform paketi açıkladı. Uzun süredir beklenen bu pakette tahmin edildiği gibi vergi tabanını yaymaktan, kamu bankalarının sermayelerini güçlendirmeye kadar bir çok konuya dokunulmuş.

        Paketinin öne çıkan bir kaç başlığı var.

        Finans sektöründe bankaların sermayelerinin dolayısı ile mukavemet güçlerinin (kamu bankalarına toplam sermayelerinin 1/5 ‘I kadar yani 28 milyar TL DİBS aracılığı ile sermaye artışı yapılıyor) artırılması hedeflenmiş. Özel bankalar bir süredir zaten sermaye artışı yapıyorlar.

        Diğer yandan bankaların enerji ve inşaat sektörlerine verdikleri ve Grup 2 Kredisi olarak değerlendirilen (Kredi geri dönüşlerinde zafiyet gösteren ya da yapılandırılan) kredileri bilanço dışına çıkartılarak, kurulacak özel fonlarda yabancı yatırımcının (muhtemelen geçen yazımda bahsettiğim EBRD gibi) ilgisine sunulması planlanıyor.

        Her iki uygulama da önemli ve yerinde aksiyonlar. Ancak yeterli değil. Özellikle bankacılık sektöründe uzun süredir beklenen “Problemli kredilerin bilanço dışına çıkartılması” meselesinde, sadece 2 sektör odaklı ve kamunun dahlinin olmadığı bir projenin etkisi sınırlı olacağı tahmin ediliyor. Moody's’in cuma günü yaptığı uyarı notunda da, özel bankalarda GRUP 2 kredi oranın ortalamatoplam kredi stokununyüzde 14’ü civarında olduğu belirtilmiş ve bu stok eritilmeden işlerin sağlıklı yürümesinin kolay olmadığı ifade edilmişti.

        Bir diğer başlık ise tasarrufların artırılması kategorisinde reform paketine giren "Kıdem tazminatı" konusu.

        Türkiye’de kıdem tazminatı konusu nerede ise bir tabudur. Çalışma hayatımızda daha önce KEY (Konut Edindirme Fonu) diye bir facia yaşandığı için çalışanlar kıdem tazminatı konusunda en ufak bir öneriye karşı oldukça mesafeliler. Ancak özellikle özel sektörde kendi isteği ile iş değiştiren ya da kıdem tazminatı işveren tarafından büyük oranda kağıt üzerinde ayrıldığı için, kapanan küçük ölçekli işletmelerde hak ettiği tazminatı alamayan yüzbinlerce çalışanın olduğu da bir başka gerçek.

        Bu sebeple kıdem tazminatı konusunun paydaşların katılımı ile müzakereye açılması doğru bir hamle. Eminim ki bu müzakereler sonucu, kazanılmış haklar konusu, ayda kaç gün üzerinden kıdem tazminatının yatırılacağı sorunu gibi konu başlıklarında bir orta yol bulunacaktır.

        Ancak kıdem tazminatı işi çözülür ve her ay bu para düzenli olarak işveren tarafından bir fona yatırılacakolursa, bu fonun nasıl yönetileceği konusunun en az yukarıda saydığım başlıklar kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

        Örnek: Ben işveren tarafından benim adıma yatırılankıdem tazminatını kendi seçeceğim portföy yönetim şirketine yönettirebilecek miyim? Kıdem tazminatı olarak işveren tarafından benim adıma fona yatırılan paranın değerlendirilmesi konusunda eğer fonun performansındanmemnun olmazsam ne yapabilirim? Kıdem tazminatı fonundan para almak ne zaman mümkün olacak?

        İşte bu sorulara tatmin edici cevaplar verildiğinde Kıdem Tazminatı Fonu’nun da reform paketindeki yeri daha iyi anlaşılacaktır.

        Yatırımcılar Reform Paketini Beğendi mi?

        Buna cevap vermek için erken. Bana göre paketin içinde (yukarıda bir kaçını saydığım gibi) önemli konu başlığı var. Özellikle kamu bankalarının sermayelendirilmesi, hükümetin bankacılık sektörüne verdiği önemi göstermesi açısındanönemli.

        Ancak sanırım yatırımcıların açıklanan reform paketiyle ilgili sıkıntısı daha ziyade "Banka bilançolarından kötü kredilerin çıkartılması, Tarımda Milli Birlik Projesi ve Katma değerli üretime teşvik" gibi konu başlıklarında yeterince detay verilmeden yapılan ve iyi niyet bildirisi kıvamında kalan ifadeler ile ilgili.

        Türkiye ekonomisin Moody's, IMF, OECD gibi bir çok kurum tarafından yüzde 1-2 arasında küçülmesinin beklendiği (Bu arada Hazine 2018 Eylül’de açıkladığı YEP’teki 2019 için yüzde 2.3 büyüme hedefinde hala ısrarcı) bir yılda , Reform Paketi açıklayıp yatırımcının karşısında çıkılırken kafalarda minimum soru işareti bırakmak lazım. Hele yazının başında belirtiğim gibi seçim sonuçlarını tartışmaya açıldığı bir ortamda yapılıyorsa bu açıklamalar, yatırımcıların hiç toleranslı olmayacağını kestirmek hiç zor olmasa gerek.

        Diğer Yazılar