Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çoğumuzun biyoloji kavramıyla ilk münasebeti, iki kat ıslak pamuğun arasına bir sıra fasülye yerleştirerek gerçekleştirdiğimiz “fasülye deneyi” oldu. Hatta muhtemelen ilk hayal kırıklıklarımızdan biri de bizzat aynı olaydı.

        Geceden ıslatılan pamuğun, sabah uyanınca ağaç olacağını zanneden biz toy biyologlar, gün ağarıp, kuru ve bir o kadar da kötü kokan pamuk gerçeğiyle karşılaşınca epey içerlemiştik. Takdir edersiniz ki, sabaha, enikonu ekili dikili bir fasülye ağacıyla karşılaşacağımızı zannediyorduk. Ama yılmadık, azmettik, sabrettik, gittik, geldik suladık ve nihayet o uyduruk yoğurt kasesinin içinden fasülye sırıkları çıkartmayı başardık.

        Demek ki biz aslında sabretmeyi de büyük oranda malum fasülye taneleri ve pamuk ikilisinden öğrendik. Aynı deneyi ortaokul ve lisede de tekrarladık. Yaş aldıkça deneye yüklediğimiz anlam değişti tabii.

        Mesela ilkokulda, “artık benim de bir çiçeğim var” mantığıyla yaklaşırken, ortaokulda “her canlının suya ihtiyacı vardır” şeklinde bilimsel bir yorum katabildik.

        Lisede ise (yüksek olasılıkla olgunluk dönemimize denk geldiğinden) “bitki de olsa, insan da, şu hayatta her şey emek istiyor” gibi daha maneviyata dayalı bir düşünce yapısı geliştirdik. Fakat sanıyorum fasülye deneyinin altında yatan ana fikri, anne olduktan sonra özümsedik.

        Fasülye deneyi aslına bakarsanız, çocuk büyütmenin uygulamalı bir özetidir. O küçük fasülyeler çocukların ta kendisidir. O fasülyeleri oraya yerleştiren kişi, yoğurt kasesi, alt ve üstteki pamuk ve hatta gidip gelip sulayan ise bizzat annedir.

        Her gün bilgiyle demleniyorlar

        Her bebek dünyaya dımdızlak geliyor. Yanında hiçbir şey getirmiyor. Ne eşyası, ne bilgisi ne de söyleyecek iki çift sözü yok.

        Birisi gelsin de ona biraz bilgi versin, tanıtsın, tanıştırsın, öğretsin diye bekliyor. Bu kişiye ise dünyanın her noktasında genelde anne adı veriliyor.

        Muhatabı olan minik canlı, henüz gözünü bile açamıyor belki ama o anlatmaya başlıyor. Pamuklara sarıp sarmaladığı küçük fasülyesini, her gün bilgiyle demlemeye devam ediyor. Bebek henüz anladığına dair hiçbir belirti göstermiyor. Ama annenin umudu var. Bir gün o güvenli kucaktan, yumuşacık pamuğun arasından sıyrılacak ve serpilecek.

        Her ağladığında kucağına alıp onu sakinleştiriyor, bir daha ağlamasın diye. Ama o her uyandığında yine ağlıyor. Belli ki her yeni güne sil baştan kupkuru uyanan fasülyeler, her gün aynı saatte aynı miktardaki suyu istiyor.

        Anne de bıkmıyor, usanmıyor, bir gün mahsülünü alacağına emin bir biçimde elinde, avucunda, kalbinde ne varsa fazlasıyla bebeğine veriyor.

        Her damla su yerine ulaşmış

        Tam henüz hiçbir yeşerme olmadığına kanaat getirildiği gün, bebek annesine gülümsemeye başlıyor. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor.

        Emekliyor, yürüyor, konuşuyor ve inanır mısınız, annenin, o henüz birkaç günlük bir bebekken söylediği şarkıları, uzun zaman sonra duyduğunda dahi anımsıyor.

        Belli ki, her bilgi hafızaya alınmış, her şarkı ezberlenmiş, her sözcük öğrenilmiş, verilen her damla su yerine ulaşmış, sadece meydana çıkabilmek için en mükemmel an kollanmış.

        Çocuk büyütmek, fasülye deneyi yapmak gibidir. Verdikleriniz yerine ulaşıyor mu, emeğinize gerçekten değiyor mu, pamuğun altındaki sizi duyuyor mu yoksa suları yutup yutup oturuyor mu, asla emin olamıyorsunuz. Ta ki, büyüyüp ayaklanana, serpilip dili pabuç kadar olana dek. Sonra kendinizle gurur duyuyorsunuz; minicik bir bebeği kocaman bir yetişkin yaptım, ufacık fasülye tanesini uzun uzun sırıklar haline getirdim deyip göğsünüzü kabartıyorsunuz.

        Tabii, sonra duacı oluyorsunuz; Allah’ım bu kadar emek verdiğim yavrum, gün gelip yaşlandığımda ne olursun bana bir karşıdan fasülye sırığı gibi bakmasın, mümkünse aynı özveriyi o da bana göstersin diye...

        Diğer Yazılar