Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Neredeyse yarım asırdır evrende yalnız olmadığımız ve başka dünyaların, toplum ve canlıların olduğuna dair birçok şey yazılıp çizildi; hipotezler, varsayımlar, filmler, belgeseller yapıldı. Bu âlemlerle irtibat kurmak veya başka varlıkların bizimle haberleşmeye geçmeleri konusunda da senaryolar, bilimsel veya afaki türlü türlü fikirler ortaya atıldı ve atılmakta.

        İnsanın araştırması, evren, kâinat başta olmak üzere yeni fikirlere açık olarak zihinle, akılla bu işlere kafa yorması pek güzel ve tabii ki insanca bir merak, gayret. Bunları hafife almak, beyhude görmek, bilimsel çalışmaları önemsememek, aklı başında hiçbir kimsenin davranış şekli olamaz. Fikirler, çalışmalar teşvik edilmeli. Ama insan bazı şeyleri düşünmeden ve resmi başka bir açıdan görmeden de edemiyor.

        İnsan evrende başka varlıkların olduğuna bu kadar merakla kafa yorarken yaşadığı dünyada niçin bu kadar yalnız kalıyor? Ve hayatındaki her şeyin ona adeta“şahitlik”edercesine yakın olduğunu ve onu devamlı gözlediğini niçin fark edemiyor?

        ELİ VE AYAĞI KİŞİNİN YAPTIKLARINI BİR BİR SAYIP DÖKECEK

        Hayatının her anında bu âleme şöyle veya böyle bir “iz” bırakan, ayrıca kendi parmak iziyle milyonlarca kişi arasından seçilen, bulunan insan; bu evrenin sadece dini açıdan değil, “fiziki” maddi açıdan bile kendisine şahit olduğunu acaba niçin hiç düşünmüyor? Her şeyi merak eden birinin en azından biraz olsun buna da zihin ve akıl yorması icap etmiyor mu sizce?

        Siz bunları düşünedurun, biz inanç dünyamızdan kendi yaşadığımız dünyaya şöyle bir bakalım. Evet, âlemde her şey bize bakmakta, kayıtlarımız arşivlenmekte, tüm mevcudat belki gafil insan hariç hepsi bizlere şahitlik yapmakta. Hatta insanın kendi bedeni, eli ayağı bile bu şahitler arasında. “Eşya” yani cümle “şeyler” insanın fotoğrafını çekmekte. Bunların bir kısmı bu dünyada da kendini göstermekte. Olay mahallindeki bir kıl, bir deri döküntüsü bile vakanın çözümü için bazen delil teşkil ediyorken, tüm vakaların ortaya dökülüp hesap alınacağı günde Allah Teâlâ’nın “olay inceleme” ekiplerinin işini iyi yapmayacağını düşünmüyoruz herhalde

        İnsan bu şahitlik meselesinde en başı çeken kimsedir.

        Hem başkaları için bu şahitlik geçerli olacak, hem de insan bizzat kendisi için aleyhte şahit bile olacaktır. Birçok ayet-i kerimede insanın elinin, ayağının kişinin yaptıklarını, yaşadıklarını, gördüklerini bir bir sayıp dökecek olduğunu, o hesap gününde insanın aleyhine şahit olarak yine kendisinin bulunacağını ve hayatındaki tüm insani iliş- kilerin ve diğer yaratılmış zaman, mekân ve âlemle irtibatının her safhasının incelemeye tabi tutulacağını, “zerre” kadar her şeyin bu ölçü ve hesapta lehte veya aleyhte rol oynayacağını görmekte ve öğrenmekteyiz.

        Maddi hayatıyla fiziki olarak her yere iz bırakan insan, manevi hayatıyla hiçbir iz bırakmadan öylece yaşayıp, ölüp gidecek mi sanılıyor? Kaldı ki bizler birçok şeyin manevi değer ve hatıralarıyla bu âlemde kıymetini ölçmüyor muyuz?

        Mesela herhangi bir beş kuruşluk kalem, önemli bir antlaşmanın veya şöhretli bir kimsenin şahitliğini yapmışsa o kalemi müzelere kaldıran, müzayedelerde binlerce paraya satan bizler değil miyiz? Eşya, görülen âlem bizim yüklediğimiz veya yüklendiği, taşıdığını “mana” ile çok farklı değerlere sahip olmuyor mu?

        Baba, anne, çocuk, dede, nine, patron, işçi, memur, asker, lider, arkadaş gibi binlerce tanıdığımız, bildiğimiz insanlar hep taşıdıkları bu manayla değerlendirilmiyor mu?

        Peki günün birinde bu gördüğümüz maddenin ardına saklanmış manalar kendi esas yüzleri ve şahitlikleriyle ortaya çıkmayacak mı zannediliyor? Kıyamet ne? Ahiret ne? Akıbet ne? Ölümden sonra diriliş ve ebedi hayat ne? En önemlisi biz “şahitlik” için getirildiğimiz dünyada nelere şahit olduk, gördük ve neler bize nasıl şahitlik etti, nasıl görüldük?

        Bu sualin cevabı meçhul mü kalacak? Asla... En azından mü’minler olarak buna “Tabii ki meçhul kalmayacak” cevabını veriyoruz, vermeliyiz. Ama bu bizde bilinç haline gelip ahlak, ibadet ve güzellik olarak ne zaman ortaya çıkacak? Başkası değil kendimiz bu inanca ne zaman şahitlik yapacağız? Zaman kısa, etrafımız şahitlerle dolu, gözünü açmış dünya ve bu âlem bizi seyretmekte... Allah Teâlâ’ya şahitlik etmek için imanla yaşayacak kulu; kendi yaşadığı âlem; merak, iştiyak ve heyecanla beklemekte... Bunca şahit arasında biz kendi şehadet ve görmemiz için ne kadar gayret sarf etmekteyiz?

        Görmek için ışık nasıl bir ihtiyaçsa, bu şahitlik için de kalpteki “iman nuru” şarttır.

        Gördüğümüzü doğru anlamak için nasıl akıl melekesi ve berrak, bozulmamış duygulara ihtiyaç varsa; kalbin Kuran-ı Kerim’in, dinin aklına müracaatı lazımdır. İnsanın gördüklerinin kendi hayatına katkı sağlaması nasıl gerekliyse; bu nur ve ilahi aklı Hazret-i Resulullah Efendimiz’in (SAS) ahlakıyla birleştirerek insanca yaşamayı ve şahitliği bu âlemde başarabilmek için çalışmak lazımdır.

        “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve rasuluhû” şehadet sözünü sadece dine girmek için bir söz zannetmek ve sözle asıl âleme kayıt ve giriş yaptığımızı unutmak, galiba bu âlemdeki “şahitler arasında” geçen hayatımızın en gafil alanını oluşturuyor.

        Ak delikleri, kara delikleri, “Koskoca evrende yalnız olamayız, elbette birileri var, arayalım bulalım arkadaşlar!” diyerek canla başla çalışanları, uzayın bükülmesini, paralel evrenleri, dikeyleri, yatayları keşfetmeye çalışanları biliyor ve bunlara yer yer şahit oluyoruz da; hâlâ cennet gibi hayat ve ebedi saadete götüren inanç için şu nefsini adam etmeye çalışan, kendi âlemi içerisinde kendi cevherini bulan insanlara niçin bir türlü şehadet edemiyor ve göremiyoruz sizce? Acaba var da biz mi bu sahadan uzak olduğumuz için kendi âlemimizdeki bu kimseleri ve esas“canlıları”göremiyoruz?

        Tüm şahitler elbet Allah’ın (CC) huzuruna getirilecek, her şey kayıtla, şahitle ortaya konacaktır.Kuran-ı Kerim ve Resulullah (SAS) bu âlemin ümmetine en baş şahit olarak dinlenecek ve hüküm; ilahi adalet ve merhamete sevk edilecektir.“Nereden biliyorsun bütün bunları?” diyenlere ise “Bana inanmıyorsanız şahitlere sorun, onlar anlatsın” demek yeterli olacaktır. Allah Teâlâ’ya emanet olunuz... Vesselam

        Diğer Yazılar