Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mısır’da iç çalkantılar devam ederken Ortadoğu’nun kanayan sorunu Filistin meselesinde yeni gelişmeler yaşanmaya başlandı. İsrail, Mısır’ın yanı başındaki ve bir zamanlar Mübarek yönetiminin yardımıyla ambargo altında tuttuğu Gazze’ye 14 Kasım 2012’de yeni bir saldırı başlattı.

        İsrail’in “Bulut Sütünu Operasyonu” adını verdiği bu saldırılar Muhammed Mursi dönemi Mısır ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı için ciddi bir sınav demekti. Gazze’deki Filistinli direniş gruplarının da füzelerle karşılık verdiği saldırılar, İsrail’in Hamas’ın askeri kanadı İzzettin El Kassam Tugayları’nın önemli komutanlarından Ahmet El Jaberi’ye suikastiyle başlamıştı.

        Mursi İsrail’in operasyonunu “insanlığa alçakça bir saldırı” olarak nitelendirdi ve başbakan Hişam Kandil’i Gazze’ye gönderdi. Ardından diplomatik kanallar aracılığıyla saldırıların durması için girişimler başladı. Arap Birliği Mısır öncülüğünde harekete geçti ve tüm Dışişleri Bakanları Gazze’ye çıkarma yaptı. 21 Kasım 2012’de ateşkes sağlandı.

        KUTUPLAŞMA BELİRGİNLEŞİYOR

        Muhammed Mursi’nin kendisine geniş yetkiler tanıyan kararnameyi açıklamasının ardından ülke içindeki siyasi kutuplaşma giderek arttı. İhvan Mursi’nin bu kararnamesini “yargının içindeki eski rejim kalıntılarına karşı bir tedbir” şeklinde açıklarken, Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC)’nin başını çektiği muhalefet kararnameyi “firavun yasaları” olarak nitelendirdi. Ülke içinde muhaliflerin geniş çaplı protesto çağrılarına karşı Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı gruplar da kitlesel gösterilerle karşılık verdi.

        Muhalif gösteriler devam ederken bazı bölgelerdeki protestocuların “Sisi gel! Mursi artık başkanım değil” şeklinde slogan atmaları dikkat çekti. Yüksek Yargı Konseyi de ülke çapında yargı alanında grev çağrısı yaptı. Muhalifler daha sonra Tahrir Meydanı’ndaki gösterileri cumhurbaşkanlığı sarayı önüne taşıdı. Bunun üzerine ordu da başkanlık sarayı önünde önlem aldı.

        Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, hazırlanan anayasa için belirlenen referandum tarihi yaklaşırken 9 Aralık’ta kendisine geniş yetkiler veren kararnameyi iptal etti. Ancak muhalefet bu sefer de 15 Aralık’ta yapılması planlanan referandumun ertelenmesini istedi. Bu talep kabul edilmedi ve İlk turu 15 Aralık’ta, ikinci turu ise 22 Aralık’ta yapılan referandumda anayasaya yüzde 63.8’lik evet oyu çıktı.

        Siyasi gerilim artarak devam ederken, ekonomi de can çekişiyordu. On yıllardır biriken sorunların kısa süre zarfında çözülmesi mümkün değildi. Ülkedeki en büyük ekonomik güç olan ordu, ayrıcalıklarından taviz vermiyordu. İstikrarsızlığın hakim olduğu bir ortamda dış ekonomik destek bulmak da oldukça zordu. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerine yapılan yardım çağrıları karşılıksız kalmıştı. Kötü ekonomik koşullar, işsizlik, temel hizmetlerin yetersizliği, Mursi karşıtı kampanyada malzeme olarak kullanılıyordu. Öyle ki, bazı basın organlarında, mazot sıkıntısının arkasında “ülke petrolünün Hamas denetimindeki Gazze’ye taşınmasının yattığı” şeklinde iddialar ortaya atılıyordu. Hatta dönem dönem Gazzeliler basında ve sosyal medyada hedef gösteriliyordu.

        TEMERRÜD HAREKETİ

        2013’ün Ocak ayında devrimin yıldönümü kutlamaları üzerinden sokaklar yine alevlendi. Göstericilerle polis arasında yaşanan çatışmalardan ölüm haberleri gelmeye başladı. Ardından 2011’deki “Portsaid Katliamı”nda ölen 74 kişi için 21 kişiye idam cezası verilmesi kararı, tarafları tekrar karşı karşıya getirdi ve çatışmalarda onlarca kişi hayatını kaybetti. Olayların yatışmaması üzerine Cumhurbaşkanı Mursi gerginliğin yoğun yaşandığı Portsaid, İsmailiye ve Süveyş kentlerinde 30 günlük gece sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak bu yasak ilk günden çiğnendi.

        Bütün bunların karşısında savunma bakanı Abdülfettah Sisi, ülkedeki gidişatla ilgili bir uyarıda bulunarak taraflara(!) uzlaşma çağrısı yaptı. Sisi’nin kendini (cumhurbaşkanlığı kurumu dahil) taraflar üstü bir biçimde konumlandırıp böyle bir çağrı yapması Mursi ve İhvan’ı rahatsız etse de Sisi’nin ilerde darbe veya benzeri bir kalkışmada bulunabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Öyle bir tehlikenin olmadığı düşüncesindeydiler.

        Şubat ayında Muhammed Mursi, genel seçimlerin dört aşamalı bir şekilde yapılacağını açıkladı. Daha önce referandumun ertelenmesini isteyen UKC’nin en önde gelen lideri Muhammed Baradey bu sefer seçimleri boykot çağrısında bulundu. Daha sonra bütün muhalefet seçimleri boykot edeceğini ilan etti.

        Siyasi ortam iyice çıkmaza girmişti. Bunun üzerine 7 Mart’ta Mısır idare mahkemesinin bir kararı gerginliği daha da arttırdı. Mahkeme, Nisan ayında yürürlüğe gireceği öngörülen cumhurbaşkanlığı kararnamesini iptal ettiğini açıkladı.

        “İhvan karşıtlığında” toplanan muhalif gruplar artık Mursi’yi istifaya çağırıyorlardı. Bu sırada gençlerden oluşan ve Mursi’nin görevi bırakmasını talep eden bir imza kampanyasına başlamışlardı. İlk aşamada çok da önemsenmeyen bu hareket giderek ses getirmeye başladı. “Temerrüd” (İsyan) adlı organizasyona UKC ve eski rejim yanlıları destek vermeye başlamıştı. Hareketin amacı Mursi’nin görevdeki birinci yılında(30 Haziran) istifa etmesi için imza toplamaktı. Bu imzaların hukuki bir geçerliliği yoktu. Zaten kampanyanın amacı farklı yöntemlerle yeni bir dalga yaratmaktı. Muhalefetin çalışmaları giderek artık bu kampanya etrafında yoğunlaştı.

        DARBEYE GİDEN YOL

        Mursi karşıtları, imza kampanyalarına devam ederken, Mursi yanlıları da “Tecerrüd” (bağlılık) adlı bir destek kampanyası başlattılar. Mursi ve destekçilerinin en büyük dayanağı “anayasal meşruiyetti”. Mursi “seçilmiş bir cumhurbaşkanıydı” ve görev süresi dolana kadar görevde kalmalıydı. Ancak muhalefet 30 Haziran için kitlesel gösteri çağrılarına başlamıştı.

        Mursi Karşıtı gösteriler için başkent Kahire’de seçilen adres devrimin sembolü olan Tahrir Meydanı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önüydü. Müslüman Kardeşler ve Mursi’yi destekleyen diğer gruplar ise Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yakın olan Rabia’tül Adeviye Camisi’nin önünde toplanma kararı aldılar. Amaç Saray’a yönelik bir saldırı veya provokasyonda oraya yakın olmaktı.

        30 Haziran’da gösterilerin başlamasıyla beraber, ordudan açıklamalar gelmeye başladı. Mursi ve İhvan’ı en büyük müttefiki Selefi Nur Partisi de yalnız bırakmıştı. Mursi ise “meşruiyet” konusundan taviz vermemekte kararlıydı.

        Orduya ait helikopter ve savaş uçaklarının Tahrir Meydanı üzerinde gösterileri selamlayan uçuşları, Mursi karşıtlarını daha da heyecanlandırıyordu. Bunlar göstericilere adeta; “arkanızdayız” mesajı veriyordu. Bu da gösterilere katılımı daha da arttırıyordu. Ülkedeki neredeyse tüm Televizyon kanalları durmadan canlı bağlantılarla Mursi karşıtı gösterileri yayınlıyordu. Gazeteler yeniden “devrim” tartışmaları başlatmıştı. Ve Mısır Silahlı Kuvvetleri, göstericilerin taleplerinin yerine getirilmesi için yönetime iki günlük süre tanıyan açıklamasını yayınladı.

        DARBE VE RABİA

        Ordunun bu tutumu karşısında İhvan halen “darbe ihtimaline” inanmak istemiyordu. Ordunun tanıdığı süre 3 Temmuz’da dolunca ülke tarihindeki ilk seçilmiş cumhurbaşkanıyla bağlantı kopmuştu. Mursi’den haber alınamıyordu. Rabia Meydanı’nda ise “Baradey’in darbe çağrılarına karşı Sisi’nin direndiği” konuşuluyordu. Daha doğrusu oradakiler buna inanmak istiyordu. Ancak General Abdülfettah Sisi, ordu yönetimi, Ulusal Kurtuluş Cephesi, Selefi Nur Partisi, El Ezher ve Kıpti Kilisesi’ni yanına alarak televizyonda darbeyi ilan etti. Anayasa askıya alındı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı da geçici olarak Cumhurbaşkanlığı görevini yürütecekti.

        Uluslararası kamuoyundan gelen tepkiler çok sınırlıydı. Türkiye darbeye sert tepki gösterirken, Suudi Arabistan ve BAE öncülüğündeki Körfez bloğu darbeye arka çıktılar. ABD ise “darbe” demekten dahi kaçınacaktı.

        Rabia Meydanı’nda toplanan İhvan darbeyi tanımadığını ve direneceğini açıkladı. Rabia Meydanı’nın yanı sıra Giza’daki Nahda Meydanı’nda da süresiz oturma eylemine başlandı. Tahrir Meydanı’nda ise kutlamalar vardı.

        İhvan ve Mursi destekçilerinin Rabia ve Nahda meydanlarındaki direnişi 14 Ağustos’a kadar sürdü. 14 Ağustos sabahı Mısır güvenlik güçleri zırhlı araçlar ve buldozerlerle Rabia ve Nahda meydanlarına girdi. Korkunç bir katliam yaşandı. Mısır İnsan Hakları Konseyi, çok sonra yaptığı açıklamada bu katliamda ölenlerin sayısının 632 olduğunu belirtti. İhvan kaynakları ise sayının 2 bin 600’ü geçtiğini söylüyordu.

        8 YIL SONRA

        Darbeden sonra ülkede İhvan’a ve darbeye karşı çıkanlara yönelik müthiş bir baskı dönemi başladı. Bütün İhvan yöneticileri tutuklandı. Mal varlığına el konulan İhvan daha sonra terör örgütü ilan edildi. Basına yönelik baskılar giderek arttı. Binlerce insan ülkeyi terk etmeye başladı. Ülkeyi terk edenler sadece İhvan destekçileri ve darbe karşıtları değildi. Kötü gidişat toplumun her kesimini vurmaya başlamıştı. Zamanında darbeyi destekleyenler ve onu devrim olarak görenler de artık Mısır’da bir yaşam alanı bulamıyordu.

        Sisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra ülke ekonomik olarak daha da kötüye gitti. Dışarıdan gelen kaynaklar ise genelde orduya aktarıldı.

        25 Ocak Tahrir devriminin 8. Yıldönümünde Mısır, siyasi ve ekonomik olarak çok daha geriye gitti. Siyasi baskılar Hüsnü Mübarek dönemini aratır oldu. Sisi, muhaliflerine karşı hiçbir şekilde alan bırakmayacak bir düzen oluşturdu. Darbeyi beraber yaptığı Askeri Konsey üyeleri dahi tasfiye edildi. Mart 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sisi’ye karşı aday olmak isteyenler ya hapse atıldı ya da geri çekilmek durumumda kaldı.

        Mısır’ın geldiği noktayı, geçtiğimiz ay bir mahkeme salonunda çekilmiş fotoğraf özetliyordu. 25 Ocak Devrimi’yle iktidarı bırakmak zorunda kalıp yargılanan eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in tanık olarak dinlendiği davada, 3 Temmuz darbesiyle devrilen ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi sanık sandalyesinde oturuyordu.

        Diğer Yazılar