Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kelime anlamı ile siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, diğerlerinden ayırt edilebilen bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemi.

        Bu eylemin değilse de kelimenin kendisi, bir süredir uluslararası ilişkilerde devletlerin kullanışlı enstrümanlarından birisi haline dönüştü. En son geçtiğimiz günlerde Fransa'nın sözde “Ermeni soykırımı” kartını kullanarak, Türkiye’yi uluslararası alanda yeniden bir çıkmazın içerisine sürüklemeye çalıştığına tanık olduk.

        Fransa’nın 24 Nisan’ı “Ermeni soykırımını anma günü” ilan etmesinin ardından Türkiye ve Fransa arasında yaşanan gerginlik, Antalya’da düzenlenen NATO Parlamenter Asamblesi Akdeniz-Orta Doğu Özel Grubu Ortak Toplantısı’na yansıdı.

        Hatta, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Soykırım ve tarih konusunda Türkiye’ye ders verebilecek en son ülke Fransa’dır” sözlerine tepki olarak Fransız parlamenter Sonia Krimi, beraberindeki heyetle birlikte toplantıyı terk etti.

        Yukarıda kelime anlamını vermiş olduğumuz bu bilinçli yapılan eylemin kendisi ile ilgili, Türkiye'yi ve Türkleri suçlamaya çalışan toplumların mazisine dair hikayeler malumunuz.

        Fransa'nın kirli geçmişine kısaca bakarak başlayıp, akabinde günümüze dair ibretlik bir fotoğrafla da noktalayalım.

        Fransa, 1524’te Afrika'nın kuzeyinde ve batısında (günümüzdeki 20’den fazla ülkede) sömürgecilik faaliyeti kurdu.

        300 yıl boyunca Afrika'nın %35’ini sömürdü.

        Resmi kaynaklara göre bilinen 2 milyondan fazla Afrikalının hayatını kaybetmesinde sorumluluğu bulunuyor.

        Sadece Cezayir bağımsızlık savaşında 1 milyon kişi Fransa yüzünden hayatını kaybetti.

        Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak değerlendirilen Ruanda’da(Nisan.1994), 800 bin insanın öldüğü katliamdaki rolünün ne kadar büyük olduğu tüm dünyanın malumu.

        Geçtiğimiz hafta AB temsilcileri, Ruanda soykırımın 25. yıldönümündeki anma törenlerine katılıp özür dilerken, Fransa Cumhurbaşkanı katliamdaki “rollerinin araştırılması” yönünde talimat veriyordu.

        Bunlar Fransa’nın yakın tarihimizde bilinen soykırımları.

        Napolyon’un Mısır’a kadar ilerlediği büyük saldırılarda, Avrupa’nın Moskova’ya dayandığı yıkım dolu savaşlarda ölenlerin sayısı?

        Yine Sömürgelerinden Fas, Tunus ve Nijer’deki köleleştirme politikalarında kıydığı canlar?

        Ve Günümüz…

        Mitterand’ın Bosna savaşına nasıl kayıtsız kaldığı, hafızalarımızda çok taze değil mi?.

        NİJER’DEKİ ÖLÜM MADENLERİ

        Sizlerle, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin önemli belgeselcilerinden biri olan kıymetli dostum Musab Gündüz’ün bizzat gözlemleyip, kayıt altına aldığı bir hikayeyi paylaşacağım.

        Tüm bu iki yüzlü Fransız dış politikası dışında, günümüzde devam eden ve adı “soykırım" olarak geçmeyen ama soykırımdan farklı olmayan bir başka fotoğraf.

        Fransa Avrupa'nın en çok nükleer enerji kullanan ülkelerinden biri. Öyle ki sarfedilen enerjinin % 60 - %70’i nükleer santrallerde elde ediliyor. Bu noktaya kadar herhangi bir sıkıntı yok.

        Peki Fransızlar, nükleer enerjinin en önemli ham maddesi olan uranyumu nereden temin ediyor?

        Fransa’nın nükleer enerji üreten, küresel çapta da çok güçlü üç firması var. Bunlar Areva, Somair ve Cominak.

        Bu üç firma aynı zamanda birbirleriyle ortaklıkları olan firmalar. Tepe kuruluşu ise AREVA.

        Somair ve Cominak yurt dışında uranyum madenciliği yaparlar. Areva ise Fransa sınırları içindeki tüm uranyum madenlerini kapatmış vaziyette.

        Zira uranyum madenciliği ortaya çıkan radyasyondan dolayı çok dikkatli yapılması gereken bir madencilik. Topraktan arındırılan ham uranyum ayrıştırıldıktan sonra, geriye kalan atık toprakta çok yoğun miktarda radyasyon bulunuyor.

        Fransa sınırları içerisinde, Avrupa Birliği’nin “katı” kuralları sebebiyle madencilik yapamayan bu firmalar, 50 yılı aşkın süredir dünyanın farklı bir bölgesinde fütursuzca uranyum madenciliği yapıyor.

        Fransa, uluslararası nükleer enerji anlaşmalarını adeta hiçe sayarak, eski sömürgesi Nijer’in Arlit şehrinde bu çalışmalarını yıllardır sürdürüyor.

        Uranyum madenciliği çok tehlikeli ve çok özen gösterilmesi elzem bir çalışma. Ve Fransa, kendi enerjisinin % 70’ini ürettiği nükleer santralleri için bu bölgeye bağımlı.

        Sub Sahara yani Sahra Altı dediğimiz bu kent, çoğunluğu Tuaregler’den oluşan bir bölgede. Burada fütursuzca yapılan madencilik çalışmaları sonucunda onbinlerce maden işçisi kanser riskiyle karşı karşıya.

        Madenlerin şehre sadece 20 km uzaklıkta olması, radyasyonlu atık toprağın rüzgarla şehre taşınmasına yol açıyor. Uzun yıllardır bağımsız kuruluşların yapmış olduğu ölçümlere göre, kent sakinleri yüksek oranda radyasyon içerisinde yaşıyor.

        Sorun bu noktadan itibaren daha büyük bir sarmal haline dönüşüyor. Uzun yıllar bu artık radyasyonlu topraklar atılamayınca, şehrin yakınlarında bu topraklardan radyasyonlu devasa tepeler oluşuyor.

        Tepeleri eritemeyen Fransız şirketleri, Arlitliler’e ev yapımlarında kullanmaları için bu toprakları ücretsiz olarak dağıtıyor. Uluslararası bağımsız kuruluşlar şehirde ölçüm yapıp, evlerde yüksek oranda radyasyon tespit edince, toprak dağıtımı duruyor.

        Radyasyonlu sokaklarda ve evlerde yaşayan Arlitliler’e tedavi sunan ise yine Areva şirketinin bölgede kurmuş olduğu bir hastane. Yani sistem baştan ayağa kurulmuş.

        Tahmin edeceğiniz üzere bu hastane de insanların kanserden olan ölümlerini saklamaya devam ediyor. Bölgede Greenpeace’in ve bağımsız kuruluşların yaptığı araştırmalar, AB’ne yapılan başvurular hep eli boş döndürülmüş. Kanser sebebiyle ölen veya sakat doğan Arlitliler’e farklı hastalıklardan sahte raporlar düzenleniyor. Bu madenlerle elli yıldan fazladır süregelen ilişkisi sonucunda, bölgede şu ana kadar kaç kişinin kanserden öldüğü ise bilinmiyor.

        Arlit bölgesindeki uranyum madenlerinin korumasını da Fransız ordusunun yaptığını söylersek, Fransa için bölgenin ne kadar hayati olduğunu tahmin edersiniz.

        Fransız ordusu buralarda hangi mazeretle bulunuyor derseniz, bölgede suni bir şekilde ortaya çıkarılan radikal terör örgütleri ve onların eylemlerinin ardından “barışı ve demokrasiyi getirdiğini”(!) de eklemeliyiz.

        Diğer Yazılar