Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        18 gündür pek çok şeyi tartıştık.

        Herkes bir şeylere itiraz etti. En çok da Ak Parti…

        Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, 31 Mart Yerel Seçimleri için; “Tarihin en şaibeli seçimi” dedi.

        31 Mart öncesi sandık güvenliğini hiç tartışmamış olan Ak Parti’yi, seçim sonrası bu uğurda kıyasıya mücadele verirken gördük.

        Her gün, her saat farklı farklı isimler televizyonlara çıktı. “Usulsüzlükleri, şaibeleri” anlattı. İstanbullular ne kadarına inandı ya da ikna oldu bilmiyoruz.

        Kutuplaşmanın tesiri burada da karşımıza çıktı. Millet İttifakı seçmeni “hile-şaibe” iddialarını tamamıyla reddederken, Cumhur İttifakı’nda da ciddi bir kitle, seçimin “şaibeli” geçtiğine ikna oldu. Burada dikkat edilmesi gereken; “Cumhur İttifakı’nda ciddi bir kitle” ifadesi… Zira son günlerde Cumhur İttifakı’na oy vermiş ancak “şaibe” iddialarına mesafeli yaklaşan bir kesim ortaya çıkmaya başladı.

        Önce şunu anlatalım; seçimlere ilişkin temel şaibe iddiası İl Seçim Kurulu’nun atadığı sandık görevlileri üzerinden başlıyor. Önümüzdeki günlerde suç duyuruları yapılacağı da konuşulanlar arasında. Ak Parti’ye göre “Sistem çok başarılı” ama uygulanırken “suistimal” edilmiş.

        Ayrıca tüm bu problemlerin dışında ısrarlı sorulardan sonra, İstanbul teşkilatının da sandıklara sahip çıkma konusunda “zayıf kaldığı” gerçeğini paylaşıyorlar.

        Sandık başkanının neticeye ne kadar tesir edebileceği elbette tartışılır. Ancak sistemde yapılan değişikliği de hatırlayalım;

        Bundan önce sandık başkanı ve diğer resmî üyelerin seçimi için siyasi partiler isim bildiriyor, o isimler arasından görevliler belirleniyordu.

        Son referandum da öyle yapıldı. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise kamu görevlisi sistemine geçildi.

        Eski durumda siyasi partiler görevli listelerini görebiliyor, itiraz ediyor ve daha fazla yanlışa müdahil olabiliyordu.

        O sistemin zayıf tarafı da; siyasi partilerin verdiği isimlerde ancak okuryazar olabilen, siyasete meraklı ama işten ve ciddiyetinden habersiz kişilerin listelere dâhil edilebilmesiydi. Bu durum seçim kurullarının işini zorlaştırıyordu.

        Ak Parti’den görüştüğüm pek çok üst düzey isim, 1 Nisan’dan itibaren bu işi uzatmamak gerektiğini, tersi bir durumun partinin itibarına zarar verebileceğini anlatıyordu.

        Bunları yöneticilerle yapılan istişarelerde de paylaştıklarını tahmin edebiliyoruz.

        Yine Ak Parti içerisindeki farklı bir denge de seçimde hile yapıldığını ve seçimlerin mutlaka yenilenmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.

        Onlara göre zaten mevcut durumun kabullenilmesi demek, İstanbul’u kaybetmekti.

        Seçimin tekrarını istemek en azından yeni bir şans olarak görülüyordu.

        Anladığımız kadarıyla ikinci kanaat daha fazla karşılık buldu. Düne kadar yapılan açıklama ve değerlendirmelerin tamamı o yöndeydi. Aynı sitede yazı yazdığımız bazı meslektaşlarım aldıkları kulisleri de değerlendirerek; 2 Haziran’da yeni bir seçime kesin gözüyle bakıyordu.

        Ali İhsan Yavuz’un teslim ettiği belgeler, Berat Albayrak’ın “İstanbul seçimleri ne olursa olsun piyasa tarafından satın alındı” sözü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Sonuna kadar itirazlar yapılacak ve YSK karar verecek” açıklamaları da yeniden seçimin işareti gibi değerlendirildi.

        Yine Ak Parti kulislerinden de yoğun şekilde, seçim tekrarı beklentisi olduğuna dönük izlenimler edindik.

        Dikkat ederseniz geçmiş zamanlı cümleler tercih ediyorum. Zira bence göstergeler terse dönmeye başladı.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Memur-Sen programında verdiği mesajlar çok kritikti.

        “Elbette hukuki itirazlarımız olacak ama YSK’nın son kararını alıp yolumuza devam edeceğiz” ifadesi, belediyelerdeki memurların mağdur edilmeleri halinde hükümet olarak işin takip edileceği ve sahip çıkılacağı cümleleri, ekonomiye odaklanma mesajı ve en önemlisi “Türkiye ittifakı” çağrısı, “kızgın demiri soğutma dönemi” mesajı sanki seçim tekrarı beklentisini aşağıya çekmiş gibi görünüyor.

        Son sözü elbette YSK söyleyecek.

        Bu arada İstanbul’da yapılan son anketler, seçimin yenilenmesi halinde Ak Parti’nin riskli pozisyonda olduğuna işaret ediyor.

        Parti içerisinde;

        "Beş benzemez" denilenlerin bir araya gelmesindeki maharet ne kadar onların, ne kadar AK Parti'nin?

        AK Parti'nin temel stratejisi olan “konsolide” kime yaradı? Soruları tartışılıyor.

        Ak Parti’nin belki de en eksik tarafı istifa müessesesi. 31 Mart öncesi İmamoğlu’nun Binali Yıldırım karşısında pek şansı olmadığı yönünde yapılan değerlendirmeler ve beraberinde gelen rehavetin sorumluları halen gereğine ilişkin bir adım atmış değil. Bu yöndeki beklenti de kulaktan kulağa konuşuluyor.

        BAŞKAN’IN GÜCÜ

        Kılıçdaroğlu’nun Meclis toplantılarının sosyal medyada yayınlanması teklifi, stratejik bir hamle. Aslında pek çok belediye bugüne kadar meclis toplantılarını canlı olarak yayınladı.

        Ancak yeni konjonktürde, uzun vadede Ak Parti’nin “belediye meclislerinde çok güçlüyüz ve buraları kilitleriz” yaklaşımını boşa düşürecek bir hareket olarak dahi düşünülebilir.

        Ak Parti itiraz ederse, şeffaflıktan kaçıyor gibi bir görüntü verir. Kabul ederse de meclis çalışmalarındaki “itiraz etme-kilitleme” rahatlığını bir miktar kaybedebilir. Belediye Meclisindeki tartışmaların bazen Meclis TV’den daha hareketli geçtiğini de unutmayalım.

        Ayrıca Refah Partisi 1994’te % 25’le belediye başkanlığını kazandığında Belediye Meclisi şu ankinden çok daha güçlü şekilde muhaliflerden oluşuyordu. Başkan (Erdoğan) icraatlarıyla yavaş yavaş tüm üyeleri yanına çekmeyi başarmıştı.

        CHP, uyuşma olmazsa pek çok dosyayı komisyonlardan geçiremeyebilir. Bazı sıkıntılar çıkması da muhtemel.

        Ancak Ak Parti döneminde yerel yönetim reformlarıyla belediye başkanının yetki alanı, bakan ve başbakandan daha fazla genişletildi. Örneğin bir bakan onay almadan yeni kadro açamazken, belediye başkanı için bu çok rahat bir alan. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde 700’e yakın yönetici kadrosu var. Başkan bunların tamamını yeniden düzenleyebilir. En önemli meselelerden biri de bütçe. Diyelim üç defa mecliste reddedildi, Belediye Başkanı bir önceki dönemin bütçesi üzerinden süreci işletebilir.

        Genel Sekreter, İSKİ ve İETT Genel Müdürü’nün değiştirilmesi ise Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın onayında. Ancak Belediye Başkanı, eski genel müdürlerin kadrosunu almadan onları kızağa çekip, farklı bir memuru görevlendirme suretiyle de buraya atayabiliyor.

        SENDİKA DEĞİŞTİRME MESELESİ

        Cumhurbaşkanı Erdoğan Memur-Sen’de; “İnsanoğlu hem cahil, hem zalimdir. Ve bir yere kadar menfaatleriyle beraber yürür. Ben Memur-Sen camiasının bu seçimler sebebiyle ortaya çıkan tabloda bulundukları yerlerde dimdik duracaklarına inanıyorum. Ne yapacak sana seni makamından mı alacak? Alsın. Seni memurluktan mı alacak? 657 denilen bu yasa sizi güçlü bir şekilde koruma altına almıştır. Arkanızda kapı gibi bir Memur-Sen camiası var” şeklinde bir konuşma yaptı.

        İbn Haldun’a göre mağlup olan toplumlar, galip gelen toplumları hem davranış, hem de düşünce olarak taklit ederler: “Nefis ve kalp, daima kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin, adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir... O kavmin hali ve adeti bu yolla onlara sirayet eder.”

        Vesselam.

        Diğer Yazılar