Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD ve İran arasındaki gerilim 1979’da gerçekleşen “İslam devrimi” ile gündeme geldi ve çeşitli mecralarda 40 yıldır devam ediyor.

        1980’de başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak savaşından ambargo ve ekonomik yaptırımlara, Filistin’deki direniş gruplarından Lübnan Hizbullah’ına, Irak’ın işgalinden, Yemen ve Suriye’ye kadar yaşanan tüm süreçleri bununla ilintili düşünebiliriz.

        Hızlıca günümüze gelecek olursak, İran 2015 yılında P5+1 ülkeleri ile nükleer anlaşmaya imza attı. Ancak yaptırımların kalkmasına karşılık banka swiftleri hiçbir zaman tam anlamı ile aktif olmadı. Yani ABD ekonomik olarak İran’ı en çok etkileyen dolar transferi meselesinde İran’a hiç alan açmadı.

        Başkan Trump göreve geldikten kısa bir süre sonra, seçim öncesi “dünyanın en kötü anlaşması” olarak nitelendirdiği nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladı.

        İran, yoluna AB ile devam etti, fakat yeni yaptırımlar nükleer anlaşmayı tamamen çalışmaz hale getirdi. Geçtiğimiz hafta da İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer anlaşmanın 26 ve 36. maddeleri uyarınca iki uygulamadan geri çekildiklerini söyledi.

        Amerika Birleşik Devletleri ve İran arasındaki gerilimin tırmanması ve bunun yarattığı “savaş riski” yüzünden bölge diken üstünde durmaya devam ediyor.

        ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a yönelik aşamalı olarak devreye soktuğu ağır yaptırımlar sonrası İran, her ne kadar Hürmüz Boğazı üzerinden tehdit mesajları verse de son gelişmelere kadar savaş ihtimali hiç bu kadar yakın görülmemişti.

        Hatta son haftalarda Arap medyasında, “savaşın nasıl olacağı, geniş çaplı ve doğrudan mı, yoksa bölgedeki proxyler üzerinden mi yürütüleceği” şeklinde tartışmaların yoğunluğu da dikkat çekiyor.

        Trump’ın “İran savaş istiyorsa, bu İran’ın sonu olur” şeklindeki ifadeleri, gerilimin tehlikeli boyuta ulaştığını açıkça gösteriyor. Trump, Fox News kanalındaki açıklamalarında “İran hazır olduğunda bizi arayacak” söylemiyle kendince, “İran’a hiçbir taviz verilmeyeceğini” de ortaya koyuyor.

        ABD’nin “USS Abraham Lincoln” savaş gemisi ile “Bombardıman Görev Gücü”nü bölgeye sevk ettiğini açıklaması ve Körfez’de BAE ve Suudi bandıralı ticaret tankerlerine yapılan saldırılar, Ortadoğu’da yeniden savaş tamtamlarının çalması olarak değerlendiriliyor.

        Irak’ta ABD Büyükelçiliği ve başka ülkelerin diplomatik misyonlarının bulunduğu Yeşil Bölge’ye bir roket saldırısı düzenlenmesi, savaş endişelerini daha da arttırıyor.

        İran tarafı ise Dışişleri Bakanı Cevad Zarif üzerinden, “ABD ile mevcut şartlarda müzakere olmayacağını” belirtiyor. Zarif, Asya ülkelerini ziyaret ederek müttefik arayışına bile başlamış görünüyor.

        Dışişleri Bakanı Hindistan, Japonya, Kazakistan ve Çin’in ardından şu sıralar Pakistan ziyaretini gerçekleştiriyor. Son bir yılda hızla yükselen dolar ekonomiyi alt üst ettiğinden, İranlı siyasiler ABD’nin hali hazırda ekonomik savaş başlattığını dile getiriyor.

        Tam da böyle bir dönemde, İran Cumhurbaşkanı Ruhani; “1980’de başlayıp 8 yıl süren İran Irak savaşında özel bir konseyin kurulduğunu ve tüm kararları bu konseyin verdiğini, bugün de böyle bir konseye ihtiyaç duyduklarını” söylüyor.

        Ruhani’nin bu talebinin nedeni, İran’da birden çok karar alma mekanizması olması. Ruhani, aksi durumda ABD ile ekonomik ya da fiili bir savaşta ülkenin çoklu ve karmaşık bir yönetim süreciyle ile idare edilmek durumunda kalacağını düşünüyor. Dolayısıyla bunun önüne geçmeyi ve hatalı davranılan bir durumda sorumlunun belli olmasını istiyor.

        Zira mevcut koşullarda, arka planda kararı veren Dini Lider, görünürde ise hükümet olacak ve dolayısıyla savaşın sorumluluğu Ruhani’ye kalacak.

        İran sokaklarında da savaş gündemi üst seviyelerde. Birçok İranlı ülke dışına çıkarken, maddi yeterlilik durumuna göre yine pek çoğu Avrupa ya da Türkiye’ye gitmenin yollarını arıyor.

        İki ülke her fırsatta savaş istemediklerini dile getirse de Amerika’nın pervasız tehditleri sonrası İran yeni füze menzillerini açıklayarak ABD’yi, ABD’nin bölgedeki müttefiklerini ve üslerini üstü kapalı bir biçimde tehdit ediyor; olası savaş durumunda da doğrudan İsrail’i vuracağını söylüyor.

        Bu arada Birleşmiş Milletler, istikrarsızlık ve savaş tehlikesi karşısında tansiyonun düşürülmesi yönündeki çağrılarına devam ediyor.

        İddialara göre; İsviçre, Umman ve Irak, ABD ile İran arasında arabuluculuk yapıyor. Hafta başında İsviçre Devlet Başkanı ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. İran’da ABD elçiliği ve temsilciliği olmadığından iki ülke arasındaki işlemler İsviçre Büyükelçiliği üzerinden yürütülüyor. Dolayısıyla İsviçre ile yapılan görüşmeler, ABD ile görüşme olarak kabul ediliyor.

        Bu sebeple İsviçre’den ABD’ye yapılan bu üst düzey ziyaret oldukça önemliydi. Yine bu hafta Umman Dışişleri Bakanı İran’a giderek bazı görüşmeler yaptı. Nükleer anlaşma öncesinde ABD ile doğrudan gizli görüşmelerin Umman’da yapıldığı iddialarını düşünürsek, Umman da bu noktada önemli bir arabulucu konumunda sayılabilir.

        SAVAŞ İHTİMALİ NE KADAR GÜÇLÜ?

        Amerikan yönetimi, her ne kadar doğrudan bir savaş istemediği ve amacının ekonomik yaptırımlarla İran’ı dize getirmek olduğuna yönelik açıklamalar yapsa da Kongre üyelerine İran ile ilgili brifing verilmesi akıllarda soru işareti bıraktı.

        Basına yansıyan bilgilere göre o toplantıda Trump yönetimi tarafından Kongre üyelerine, geçtiğimiz günlerde Körfez’de ticaret gemilerine yapılan saldırının arkasında “İran’ın olduğuna dair” güçlü şüpheler aktarıldı.

        İran dini lideri Hamaney başından beri İran ve ABD arasında bir savaş olmayacağını düşünüyor.

        Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Trump’ın son tehditlerine verdiği yanıtta; “Makedonyalı İskender ve Cengiz Han yapamadı, Trump da yapamaz” ifadesi hayli dikkat çekiciydi.

        Kuşkusuz bu düşüncelerin ardında, İran’ın ABD’yi ve müttefiklerini bölgede tehdit edebilecek askeri gücü, Suriye, Irak, Yemen, Lübnan gibi ülkelerde vekâlet savaşı yürütebilecek kapasitede olması yatıyor.

        Katar’ın 5 haziran 2017 yılında Suud-BAE ve Mısır’la yaşadığı siyasi gerginlik sonrası, bu ülkeler tarafından adeta ablukaya alınması dahi süreci etkileyebilecek başlıklardan.

        ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssü El-Udeyd Katar’da. Malumunuz Amerika hem Katar’la hem Suud’la müttefik.

        Suudi Arabistan ve BAE ise halen Katar uçaklarının kendi hava sahasını kullanmasına izin vermiyor. Dolayısıyla Katar’ı dünyaya bağlayan tek yol İran hava sahası ve Hürmüz…

        Yükselen tansiyonla birlikte, gerilimin neye evrileceğine dair senaryolar da bu etkenler hesap edilerek yapılıyor.

        Her ne kadar Hamaney, savaş çıkmayacağına yönelik düşüncesini koruyor olsa da mevcut ABD yönetiminin geçmiştekilere nazaran daha radikal olduğu ve bugüne kadar İran ve bütün Ortadoğu’yla ilgili “vaatlerini” birer birer yerine getirdiği de bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

        İran, Trump’ın nükleer anlaşmadan çekildiğini ve ambargoları tekrar yürürlüğe sokacağını açıklamasından bu yana ekonomik anlamda ciddi yara aldı.

        Tahran yönetimi BM kozunu devreye sokarak, nükleer anlaşmayla ilgili taahhütlerin yerine getirilmesi için 60 günlük süre tanıdığını açıkladı. Ancak bu tarz adımların genelde İran lehine sonuçlanmadığı da aşikâr.

        Trump, İran’ın petrol üretimini “sıfırlamaya” çalışarak yeniden masaya oturtup, yeni şartlarını kabul ettirmek için sonuna kadar zorlayacak gibi görünüyor.

        Bu bağlamda oluşacak petrol açığını da Suudi Arabistan ve BAE gibi müttefikleri ile kapatacağına dair taahhüt aldığı biliniyor. İran’ın yeniden devreye giren ağır yaptırımlara ne kadar dayanabileceği tartışılıyor.

        İran, İran’dan ibaret bir coğrafya olmaktan çoktan çıktı!

        İran uzun zamandır sadece kendi sınırları içerisinde var olan bir devlet değil. Irak’ta başta Nuceba ve Fatimiyyun gibi milis gruplar ve Haşdi Şaabi, Suriye’de savaşan Şii gruplar ve İran’ın Suriye yönetimi ile olan ilişkisi olmak üzere Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, hatta Afrika kıtası, Körfez ülkeleri ve Asya Pasifik’e kadar uzanan mezhep temelli derin bir ağa sahip.

        Dolayısıyla “ABD ve İran arasında doğrudan bir savaş çıkar mı?” sorusuna kesin bir yanıt vermek zor.

        Ancak genel fotoğrafa baktığımızda, böyle bir gerilimin İran’la sınırlı kalmayacağını, Ortadoğu’yu nasıl derinden sarsacağını görebiliyoruz.

        Nüfusu 24 milyon olan Suriye’deki iç savaşın bölgeye ve Avrupa ülkelerine derin etkisini 8 yıldır takip ediyoruz. 82 milyon İranlının, gerginlik tırmandığında Afganistan’a kaçacağını düşünenler varsa bir şey diyemeyiz tabi.

        Diğer Yazılar