Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Vaktiyle bir Bakan Yardımcısı Viyana’da yaptığı konuşmada; “bir zamanlar Viyana önlerinden dönmüştük. Şimdi de “nerede kalmıştık?” diyerek kaldığımız yerden devam ediyoruz.” demişti.

        Dün sosyal medyada dolaşan dikkat çekici bir görüntü daha vardı. Sahilde at sırtında bir ilahiyatçımız: “Akıncılarla Tuna boylarında yürüyüp nasıl Allah ve resul davasını hakim kıldıysak, yeniden bu ümmet yeni diyarlara yeni yüreklere Allah ve resul davasını hakim kılmak için yürüyecektir… Osmanlı yeniden gelecek” şeklinde konuştuğu bir videoyu paylaştı.

        Niyeti bilemeyiz, hocamız at sırtında bir miktar gaza gelmiş de olabilir.

        Ama bu işlerin böyle yürümediğini, yürümeyeceğini iyi biliyoruz. Bu türden konuşmaların kimseye bir faydasının olmadığını da.

        Bazı bürokrat, siyasetçi ve din adamlarının zihin dünyalarında bir karmaşa yaşıyor olması muhtemel. Dolayısıyla bu durum, onları takip eden vatandaşa da sirayet ediyor.

        Türk ve İslam kelimelerini birbirinden ayırt etmeksizin kullanan ve İslam fobisi sürekli artan Viyana gibi bir şehirde böyle konuşup ülkenize döndüğünüzde, orada yaşayan Müslümanlar aylarca sizin cümlelerinizin ıstılahi anlamlarını yorumlamaya çalışarak; “aslında öyle demek istemedi” yi anlatmak zorunda kalıyor.

        Bu arada ben zaten geçtiğimiz haftayı, Alanya’da otelleri olan bir aile dostumuzun S-400 teslimatı sırasında Rus turistlere havuz başında mehter marşı dinlettiği görüntülerle kapattım.

        Batının Türkiye ve İslam Travması

        1960’lı yıllarda Batı, Avrupa’ya iş için göç edenlerin hangi millete ait olduklarını önemserdi.

        Örneğin Almanya ve Avusturya’ya göç edenleri, milliyetçi bir algıyla İtalyanlar, İspanyollar, Yunanlar, Türkler, Faslılar, Portekizliler, Tunuslular ve Yugoslavlar şeklinde sınıflandırırlardı.

        Bunların büyük bir kısmı Katoliklerden oluşan veya AB ülkelerinde yaşayan indigen(yerli) azınlıklardı.

        Ortodoks Rumlar veya AB’de yaşayan evangelistler her ne kadar “yabancı kimliğini” çağrıştırsalar da Müslüman göçmenler kadar hiçbir zaman tartışma unsuru haline gelmemişlerdi.

        Din ve kültür kavramları 80’li yıllar itibariyle neredeyse eş anlamlı olarak bilimsel araştırmaların objesi haline geldi ve Türkler İslam’la özdeş değerlendirilmeye başlandı.

        Avrupa insanı da sürecin doğal seyri içerisinde kendi kültürel ve dinsel kimliğini sorgulamak mecburiyetinde kaldı. Aidiyet tanımlamasında dine ayrıştırıcı bir etiket yüklenmesi 11 Eylül olaylarından sonra artarak devam etti.

        Yabancılarda dinin kriter alınması AB ülkelerinde rehristiyanizm etkisi yaratmıştı. Hatta öyle ki aslını unutmaya yüz tutmuş toplumlar hem millet ve ülke hem de AB topluluğu olarak dinde kenetlenmeyi neredeyse çözüm yolu görmeye başlamışlardı.

        Avrupa'da Boşnak, Arnavut Müslümanlar olmasına rağmen, Türkiye’nin AB’ye girememesi Hristiyan bir Avrupa’nın dokusuna uymaması olarak gerekçelendirilmişti.

        Bu durum milli kimliğin dini kimliğe galibiyeti olarak da nitelendirilebilir. Oysaki Batı toplumu, 1908 yılında Bosna’nın Osmanlı’dan alınıp Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na verilmesiyle birlikte Türkler dışında başka bir Müslüman toplumu tanımış hatta Birinci Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu için savaşan Boşnakları “iyi oryantalistler“ olarak nitelendirmiştir. Hatta şehit olan Bosnalı askerler için 1912 yılında Batı dünyasında bir ilk olarak İslam yasası çıkarılmış ve Müslümanlara hukuk karşısında eşitlik sağlanmıştır.

        Osmanlı ve Türkler ise Avrupa’daki Endülüs medeniyeti ve Viyana kuşatması sebep gösterilerek “kötü oryantalistler“ olarak sınıflandırılmıştır.

        Bilhassa Türk tarihinde Viyana Kuşatması olarak kayda geçen olay, Batılının hafızasında, özellikle de Avusturya’da, Hristiyan bir milletin kuşatması olarak değerlendirilmiş ve derin bir toplumsal travma yaratmıştır.

        Osmanlının sadece Türklerden oluşmadığı göz ardı edilerek, Osmanlı Türklerle, Türkler de İslam ile özdeşleştirilmiştir. Bu kuşatmanın geri püskürtülmesi Hristiyan Batının İslam ordularından kurtuluşu ve Osmanlının sonu olarak tarih zafer ilan edilmiştir.

        Tüm Avrupa’da hızlıca yayılan bu haber Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde kilise çanları, ayinler ve resmi törenler ile kutlanmış ve bu kutlamalar her yüz yıl yinelenmiştir. Viyana kuşatması sayısız kitaplarda, romanda, tiyatroda, müzelerde, yöresel eserlerde, halk müziğinde, fıkralarda, deyimlerde, atasözlerinde, anekdotlarda, efsanelerde, kiliselerin mimarisinde, şehirlerin dokusunda vs. işlenmiş ve ders kitaplarına yerleştirilmiştir.

        Örneğin Avusturya’da sadece başkent Viyana’da 200’den fazla tarihi anıt bulunmakta ve Hıristiyan Batının İslam’a galip gelişi zihinlere her daim kazınmaktadır. Avusturya’nın tarih kitaplarında yüzyıllarca varlığını sürdüren Osmanlı İmparatorluğu’na bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yer verilmiş ve negatif öğelerle öğretilmeye devam edilmiştir. İspanya’da ise neredeyse hiç bahsedilmemekte ve ülkenin genelinde Endülüs tarihinden kalan mekânların izleri silinmeye çalışılmaktadır. O kadar ki Kurtuba Camisi’nden geriye sadece bir mihrap ve bir kaç sütun bırakılmıştır.

        Zaman içerisinde Türkler muhtemel tüm düşmanların yerine metafor olarak kullanılmaya başlanmış, Türklere karşı elde edilen zafer de olası her düşmana karşı bir direnç ve zafer psikolojisi olarak aktarılmıştır.

        Yani Türkler eşittir İslam. İslam eşittir Türkler. Tarih tekerrürden ibarettir malumunuz.

        İnsanın temel duygularından olan korku, siyaset ve medya tarafından tetiklenirken de yine insanın doğasında olan kendini savunma mekanizması devreye girmeye başlamıştır. AB kendi “kalesini“ kurma ihtiyacı duyup ortak göç politikalarına odaklanmıştır. Köktenci Avrupalılar sokaklarını, görüntüsünü, dokusunu renkleriyle güzelleştiren, ülkelerin kalkınmasına ciddi katkılarda bulunan ve artık kendi içinden olan yabancı uyruklu vatandaşlarına hala alışamamıştır.

        Bununla birlikte Avrupa’da sığınmacılar krizi baş göstermiş, AB’nin travması bir kez daha açığa çıkmıştır. Aşırı sağ partilerin hızla yükselişiyle her gün ırkçı saldırılar yaşanmış ve bu saldırıların ilk hedefi Müslümanlar olmuştur. Müslümanlar içinde de kadınlar ve çocuklar. Kadının özgürlüğünü savunan zihniyet, konu Müslüman kadın olunca onu “tesettüründen özgürleştirme” çabalarına girmiştir. Bunu kısmen kendi travmasından kaynaklı olarak da yapmıştır.

        Çünkü kendi geçmişinde başörtüsü; eğitimsiz, tarlalarda çalışan, gelişmemiş kırsal bölgelerde yaşayan kadınların simgesiydi.

        Bu nedenlerle insanlarda din, İslam, Türkler ve yabancılar üzerindeki tehdit çağrışımları zincirini kırmak elbette ki kolay değil.

        Günümüzde Avrupa hatta dünyanın birçok yerinde kıyafetleriyle “ben Müslümanım“ imajını oluşturan herkese karşı yoğun ön yargılar besleniyor.

        Öyle ki Sikh inancına sahip olan erkekler dahi başlarındaki sarık nedeniyle Müslüman sanılarak çok defa saldırıya maruz kalıyor.

        AB ülkelerinde aşırı sağ partiler Müslüman’ın temel inancını oluşturan değerlere ve topluma hizmet eden kurumlarına yasaklar getirmeye devam ediyor.

        Giyim tarzı, eğitim müesseseleri, dini dernekler, ailevi değerler, helal beslenme, helal kazanç, oruç, namaz, cami inşası, din dersleri, Kuran kursları, İslami defin gibi birçok meselede çeşitli baskılar uygulanıyor.

        Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde aşırı sağ partilerin ırkçılığı parlamentolara taşımasıyla birlikte toplumsal retorik değişmiş, on yıl önce yadırganan ifadeler artık normal kabul edilmeye başlanmıştır. Medyanın da bu gidişata çok defa çanak tutması toplumdaki çekinme eşiğini oldukça aşağı çekmiştir. Müslümanlar içinde en çok ön yargı ile karşılaşan toplumsa Türkler.

        Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda yine akın akın insanların Avrupa’ya geleceği korkusu hâkim ki bu da başta anlattığımız travmayı tazeler nitelikte. Türkiye’deki milliyetçi söylemlerde Osmanlı vurgusu ve süper güç olma hayali, dindar oluşumların şeriat söylemleri ve uzunca bir dönem İslam coğrafyası içinde Türkiye’ye ziyadesiyle umut bağlanması, Batıyı ayrıca ürküttü.

        Hülasa “Tuna boylarında at koşturma hayali”, “Viyana önlerinden dönmüştük, şimdi kaldığımız yerden devam” imasının Batıdaki karşılığı bu şekildedir.

        Biz konuştukça oradaki müslümanlar da kurduğumuz cümlelerin izahıyla meşgul olmaktadır.

        Biraz sakin… Biraz daha…

        Alanya’da bir otel S-400 teslimatı sırasında Rus turistlere havuz başında mehter marşı dinletti

        Diğer Yazılar