Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi’nin “Barış Bildirisi”ne imza atan akademisyenlerle ilgili verdiği “hak ihlali” kararı çok tartışıldı. “İhlal var” ve “yok” diyen üyelerin sayısının eşit olması, zaten meselenin ilerleyen zamanlarda farklı süreçlerde de tartışılacağının işareti gibiydi.

        Ancak karar sonrasında bazı gazete ve televizyonlar, farklı konularda da olduğu gibi Anayasa Mahkemesi’nin usulleri hakkında bilgi sahibi olmadan manşetler attı, tartışmalar yaptı.

        Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nden ulaştığım kaynaklar, mahkemenin “Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri” kararının verilmesinden sonra, karar müzakeresinin yöntemi ve içeriğine ilişkin bazı basın organlarında yer alan yorum ve yazıların gerçek dışı hatta iftira niteliğinde olduğunu ifade ettiler.

        Mahkeme kaynaklarına göre; anılan yorum ve yazılar incelendiğinde bunların, Anayasa Mahkemesi’nin karar taslaklarının hazırlanması ve müzakere edilmesi usulü hakkında bilgi sahibi olmadığı değerlendiriliyor.

        Söz konusu haberlerin gerçek dışı olduğunun anlaşılabilmesi için, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü ile mahkemenin teamüllerinde karar taslaklarının hazırlanması ve bunların müzakeresine ilişkin usulün bilinmesi gerekiyor.

        Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın; “Raportörleri Baskı altına aldığı ve yönlendirdiği” iddiası:

        Anayasa Mahkemesi’ne kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin iptali için yapılan yüzlerce başvuru haricinde, yılda 20.000’e yakın bireysel başvuru yapılıyor.

        1961 yılından beri görevde olan mahkemede son derece titiz bir otomasyon sistemi işletiliyor ve tabiri caizse, dosyalar raportörlere el değmeden dağıtılıyor.

        Bireysel başvuruda uzmanlaşma sağlanması amacıyla altı hak grubu ve her hak grubunda daha özel alanlarda uzmanlıkları bulunan raportör görevlendirmesi yapılıyor.

        Bölümler başraportörü, dosya tevzi işlemlerini raportörlerin uzmanlık alanını gözeterek gerçekleştiriyor.

        Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın veya herhangi bir üyenin, bireysel başvuru dosyalarının hangi raportöre tevzi edileceğini belirleme yetki veya görevi bulunmuyor.

        Zaten çoğu durumda bir konuda yalnızca bir uzman raportör bulunduğu için, bu mümkün de değil.

        Anayasa Mahkemesi Kanununa göre raportörler görevlerini hâkimlik teminatına uygun olarak yerine getiriyor. Dolayısıyla raportörler karar taslaklarını tıpkı kürsü hâkimleri gibi tamamen bağımsız hareket ederek oluşturuyor.

        Dolayısıyla herhangi bir makam veya kişinin raportörlere emir, talimat veya telkinde bulunması söz konusu değil; ayrıca böyle bir durum ceza kanunlarında suç olarak tanımlanıyor.

        Diğer tüm üyeler gibi Başkan ve Başkanvekilleri de karar taslaklarını ancak taslağın gündeme alınmasından sonra görme ve inceleme imkânı elde ediyor.

        “Müzakere sırasında bir üyenin görüşünü değiştirdiği” iddiası:

        Bu konu bir gazeteye manşet oldu. Ve maalesef yine yanlış bilgilerle…

        Doğrusu şöyle:

        Müzakere sırasında Başkan, isteyen tüm üyelere söz hakkı tanıyarak üyelerin taslakla ilgili görüşlerini ifade etmelerini temin ediyor.

        Bu süreçte üyelerin birden fazla defa söz hakkı istemeleri mümkün. Nitekim o gün müzakere yaklaşık 7 saat sürüyor.

        Başkan da diğer üyeler gibi kendi görüşünü paylaşıyor. Bir üye, oylamanın daha başında oyunun rengini açıkça belli edebiliyor ancak bu müzakere sürecinde üyenin görüşünü değiştirmeyeceği anlamına gelmiyor.

        Eğer öyle olsaydı, zaten müzakerenin bir anlamı kalmazdı. Müzakere raportörün raporunu savunduğu, üyelerin ise kendi görüşünü ifade edip diğer üyeleri ikna etmeye çalıştığı serbest bir süreç.

        Başkan isteyen tüm üyelerinin görüşünü beyan etmesinden sonra oylamaya geçileceğini ilan ediyor. Oylama en kıdemsiz üyeden başlanarak gerçekleştiriliyor ve oylama sonucu tutanağa bağlanıyor.

        Bireysel başvuru dosyalarında, oylamada üyelerden tek tek “ihlal var” veya “ihlal yok” biçiminde oy kullanmaları isteniyor. Üyenin oyu, başkanın oylamaya geçildiğini ilan etmesinden sonra “ihlal var” veya “yok” biçimindeki beyanı ile ortaya çıkıyor.

        “Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri” başvurusunda da süreç bu esaslara bağlı olarak gerçekleşti.

        Başkan tüm üyelere söz hakkı tanıdı, bazı üyeler söz istedi ve görüşlerini serbest bir biçimde ifade etti.

        O gün, öğleden önce yapılan müzakerelerin uzaması üzerine bir üye, saat 12.55 sularında Cuma namazı vaktinin geldiğini hatırlatarak ara verilmesi talebinde bulundu.

        Müzakereye ara verildiği sırada Başkan dâhil üyelerin bir kısmı henüz görüşünü beyan etme imkânı bulamamıştı.

        Müzakerenin öğleden sonraki kısmında ise taslağın lehine ve aleyhine görüş sahibi olan birden fazla üye görüşlerini ifade etme imkânı buldu. Başkan da kendi görüşünü belirttikten sonra –söz isteyen başka bir üyenin de bulunmamasını gözeterek- oylamaya geçildiğini ilan etti.

        Müzakereler sırasında, oylamadan önce görüş beyan etmek, Anayasa Mahkemesi üyelerinin takdirinde ve bir zorunluluk değil. Nitekim sözü edilen müzakerelerde bazı üyeler hiçbir şekilde oylama öncesi görüşlerini beyan etmemişler.

        Dolayısıyla Cuma namazından önce 9 üyenin “ihlal yok” yönünde oy kullanacaklarını açıkladıkları iddiası gerçeği yansıtmıyor. Zaten müzakerenin amacı meselenin her yönden tartışılması ve oylamadan önce kanaatlerin oluşmasının sağlanması.

        Oylamanın yapıldığı ana kadar üyeler farklı görüş beyan edebiliyor. Ayrıca “Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri” başvurusunda, üyelerden bazıları hem taslağın lehine hem de aleyhine konuşuyor.

        Bu nedenle henüz oylamaya geçilmeden açıklanan ve oylamadan sayılmayan görüşlerin daha sonra değiştirildiğinin ileri sürülmesi veya böyle kabul edilmesi heyet halinde çalışan mahkemelerin müzakere süreçlerini anlamsız ve hatta işlevsiz hale getirir.

        31 Mart sonrası Anayasa Mahkemesi heyetinin yaklaşımının değiştiği İddiası:

        Tabiki 31 Mart sonrası değişen bir şey yok. Mahkeme kararlarının tamamı internet sitesinden yayınlanıyor. Bu kararları incelediğinizde bir grup üyenin, kategorik olarak ve istikrarlı bir şekilde başvuruların reddi yönünde oy kullanmaya devam ettiğini görebilirsiniz.

        Aslında küçük bir çalışma, kolayca kimlerin hangi yönde oy kullandığını ve mahkemenin trendini dahi tespit edebilir.

        Mesela 2019 yılında üyeliğe atanan iki bakan yardımcısı da imzacı akademisyenler başvurusunda “ihlal yok” yönünde oy kullandı.

        - 31 Mart sonrasında görüşülen, Cumhuriyet gazetesi çalışanı gazetecilerin başvurularının tamamında, Osman Kavala başvurusunda, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın başvurularında kategorik olarak ihlal yok kararları verildi.

        - “11 yıldır Patrik seçimi engellenen” Ermenilerin başvurusunda, “kanunlarımıza göre eser sahibi olduğu heykelin kanunlara aykırı bir şekilde yıktırılmasına” ilişkin yapılan başvuruda ve en son “imzacı akademisyenler” başvurusunda muhalif kalanlar aynı üyeler.

        Diğer Yazılar