Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Doğu Akdeniz’in sıcak sularında doğal kaynak elde etme motivasyonu üzerinden oluşan hareketlilik yeni değil. Türkiye’de son yıllarda gündemde olsa da yarım asrı aşkın bir mazisi var.

        Süreç, 1963’te Yunanistan’ın önceleri kendi karasularında petrol aramak isteyen şirketlere ruhsat vermesiyle başlamıştı. Ancak yayılma politikaları kapsamında Ege Denizi’nin Batı ve Kuzey yönlerinden Doğu sularına doğru açılma girişimi ortaya çıkınca 1970’lerden itibaren Yunanistan, Türkiye karasularında kalan kısımlar için de arama ruhsatı vermeye kalkışarak Türkiye’nin haklarını ihlal etmişti. Türkiye ise elbette buna karşın Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nı arama faaliyetlerine yönelterek Yunanistan’ın ihlal ettiği, ancak kendine ait olan sularda haklarını korumuştu. Bu arama ruhsatlarının haritası 1973’te Resmî Gazetede yayınlanmış ve Yunanistan’ın tepkisiyle karşılaşmıştı.

        İşte Türkiye’nin henüz son yıllarda konuşulur hale gelen Doğu Akdeniz’deki petrol arama girişimlerinin temeli, 1974’te kıta sahanlığı çalışmalarını yapmak üzere Çandarlı gemisini Ege Denizi’ne çıkarmasıyla başladı.

        Yunanistan’ın yarım asır önce yaptığını, bugün Rumlar Doğu Akdeniz’de yapmaya kalkışıyor

        Arada geçen yıllar, karşılıklı diplomatik notalar ve BM Güvenlik Konseyi başvurularıyla, hatta Yunanistan’ın Türk gemilerini batırma tehdidine cüret ettiği söylemlerle dolu.

        Yakın döneme gelecek olursak, 2002 yılından itibaren Doğu Akdeniz, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) sıcak sularda kıyısı olan ülkelerle Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmaları yaparak hem KKTC’nin hem Türkiye’nin haklarını gasp etmeye girişmesi vaki.

        Dev enerji şirketleri Doğu Akdeniz’de

        Uzun zamandır süren petrol arama çalışmaları, 2010 yılında zirveye çıktı ve pek çok dev enerji şirketi, GKRY’nin verdiği ruhsatlarla Doğu Akdeniz’e üşüştü. İtalyan ENI, Fransız Total, Amerikan Noble Energy, ExxonMobil, Rus Novatek, İngiliz Shell-BP, Güney Koreli Kogas, İsrailli Delek ve Avner.

        Küresel güçler, bu duruma karşın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol aramasının provokasyon olduğunu söyleyip durdu. Yani aslında alışık olduğumuz bir durum. Karada binlerce kilometreden sözde “ulusal güvenlik” endişeleriyle çeşitli ülkeleri işgal edip asker gönderenler, denizde de aynı metodu ekonomik çıkarlar üzerinden uygulama gayretinde.

        Türkiye, son yıllara kadar haklarını ağırlıklı olarak BM gibi uluslararası kuruluşlarda arayıp diplomatik yolları tercih etse de denklemde geç de olsa güçlü bir şekilde var olması lüzumu üzerine sondaj gemilerini peş peşe Doğu Akdeniz’e göndermeye başladı. Türk donanmasının refakatinde önce FATİH, ardından YAVUZ gemisi doğalgaz arama faaliyetleri için bölgeye gönderildi.

        Türkiye’nin üyelik başvurusunun ilk aşamalarından itibaren Kıbrıs meselesini koz olarak kullanan AB, bu duruma yine GKRY’nin hamiliğini ve sözcülüğünü yaparak karşılık verdi. Keza müttefikimiz, ABD de Türkiye’nin arama faaliyetlerine son vermesi gerektiğini söyledi.

        Hatta Rusya da konuyu endişeyle takip ettiklerini belirtti.

        Türk Dışişleri ise tüm taraflara yönelik mesajlarında; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kararlılıkla ilerleyeceğinin altını çizdi.

        LİBYA İLE MUTABAKAT

        Türkiye Önce 13 Kasım’da, Doğu Akdeniz’deki sınırlarını net bir şekilde tarif ederek Birleşmiş Milletler’e bildirdi. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katıldığı bir toplantıda, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile 27 Kasım’da İstanbul’da bir görüşme gerçekleştirdi ve çok geçmeden dünyanın gündemine bomba gibi düşen o gelişme ilan edildi.

        Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında, "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan korumayı amaçlayan "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" imzalandı.

        Yani, iki ülke arasındaki yaklaşık 30 kilometrelik kıta sahanlığı belirlenmiş oldu. Böylece petrol ve doğalgaz dahil her türlü doğal kaynak arama faaliyetinde söz konusu bölge için Türkiye ve Libya öncelikli söz hakkına sahip olacaktı.

        Libya ile mutabakat, uzun vadeli ve somut beklentilere odaklanıyor

        Anlaşma, muhtevası itibariyle kıta sahanlığındaki hakları muhafazaya yönelik. Bir de uluslararası ilişkiler perspektifinden ele almak gerekir ki “Türkiye Doğu Akdeniz’de yalnız kaldı” tezine karşın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Yunanistan, İsrail ve Mısır’la yaptığı anlaşmaları dengeleyici nitelikte bir iş birliği sağlanması hedefleniyor.

        Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Libya hükümeti isterse Türkiye’nin asker gönderebileceğini açıklaması, bu işin Türkiye için göstermelik bir it dalaşı değil gayet uzun vadeli ve somut beklentilere odaklanan bir süreç olduğunun kanıtı.

        Bu noktada Çetiner Çetin’in “6 aşamalı jeopolitik planlama süreci”nden bahsettiği yazısına da göz atmanızı öneririm.

        İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un yaptığı açıklamada “BM tarafından desteklenen Libya hükümeti” vurgusu hem Libya içi muhalefete hem de Batı ülkelerinin tepkilerine cevap niteliğinde anlamlı.

        Türkiye’nin peş peşe sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’e göndermesinden sonra böyle stratejik bir hamle yapması, sıcak sularda çıkarı olan diğer ülkelerde adeta bir panik havası yarattı. Fransa, İtalya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de adanın güneyinde GKRY’nin sözde münhasır ekonomik bölgesinde CYP/FRA/IT 2019 isimli bir askerî tatbikat başlattı.

        Kim ne diyor?

        Mısır: “17 Aralık 2015 tarihinde yapılan Suheyrat anlaşmasına göre; Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz el Sarraj’nın Türkiye ile tek başına bir anlaşma yapma yetkisi yok. Dolayısıyla anlaşmanın hukukî bağlayıcılığı yok” diyor.

        Yunanistan: Anlaşmanın Girit adasını yok saydığını, hukukî bir temeli olmadığını ileri sürdü. AB’ye çağrı yaparak Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını istedi.

        ABD: Amerika Birleşik Devletleri'nin Yunanistan Büyükelçisi Geoffrey Pyatt, Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşmaya Washington yönetiminin karşı olduğunu söyledi.

        AB: AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, “Türkiye’nin eylemleri kabul edilemez. Yunanistan’ın yanındayız.” dedi. AB, bu mutabakatın BM’nin Deniz Kanunu ile örtüşmediğini iddia edecek bir taslak metin üzerinde çalışıyor.

        İsrail: Yunanistan ile iş birliğine büyük önem verdiğini ve Tel Aviv'in Atina yönetiminin yanında olduğunu ifade ederek; "Türkiye uluslararası deniz kanunlarını görmezden gelerek bölgede barış ve istikrarı tehlikeye atıyor. İsrail, Yunanistan'ın deniz yetki alanına tam destek verdiğini yinelemektedir ve bu hakları ihlal edecek her türlü girişimin karşısındadır." açıklaması yaptı.

        İtalya: AB’nin BM’nin desteklediği Sarraj hükümetinin yanında konumlanmasına karşın, Hafter ile de görüşülebileceğini söyledi.

        GKRY: Egemenlik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Lahey Uluslararası Adalet Divanına başvuru yoluna gitti.

        Özetle Türkiye, Doğu Akdeniz meselesinde önceleri tek başına, su sıralar ise Libya hükümeti ile imzaladığı mutabakat üzerinden o cenahla birlikte yedi düvele karşı şimdilik yoğun bir diplomatik mücadele veriyor.

        Siyasi kutuplaşmanın bu denli arttığı bir dönemde, muhalefet ve iktidarın mutabakat konusunda ortaya koyduğu müşterek tavrın ne denli anlamlı olduğunu da görmek gerekiyor.

        Diğer Yazılar