Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aslında bugün konuştuğumuz tüm sorunlar, Esad rejiminin geçtiğimiz yıl Ağustos ayında başlattığı Han Şeyhun operasyonuna dayanıyor. 9 numaralı gözlem noktası ilk kuşatıldığında gösterilemeyen refleksler, zaman içerisinde rejimin diğer noktalara saldırılarının da önünü açmış oldu.

        Yani her şey o ilk gözlem kulesinin kuşatılmasıyla başladı.

        Türkiye o tarihte Soçi’nin ihlal edildiğini belirterek, bugün ortaya koyduğu askeri kararlılığı gösterseydi belki risk bu kadar büyük olmayacaktı. O dönem İdlib’deki radikal gruplar Türkiye’nin sahaya girmesine sıcak bakmadı, biz de belki tehlikenin büyüklüğünü fark etmeyerek biraz gevşek davrandık.

        Türkiye’nin Soçi mutabakatında altına imza attığı sorumluluklarını bir şekilde yerine getirememesi de ayrı bir başlık. Hatta gözlem noktalarının yerleri ve diğer hususlar, yakın zamanda uzmanlara; “Rusya’nın masadaki derin aklını” tartıştıracak türden.

        Şimdi Esad rejimiyle bir savaşın arefesindeyiz. Zira Rusya’da yürütülen müzakerelerden “uzlaşı” çıkması; TSK’nın gözlem noktalarını M4-M5 karayollarının gerisine çekmesi anlamına gelir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şubat ayı sonuna kadar rejime süre tanıdığını ve TSK’nın yaptığı askeri sevkiyatı düşünecek olursak, “Masadan ya savaş ya geri adım (hezimet) çıkacak” demek yanlış olmaz.

        Zira kimse Esad’ın savaşarak girdiği topraklardan masada yapılacak bir müzakere ile çıkacağını düşünmüyor. Rusya’nın Esad rejimine bu yönde bir telkini olacağı da değerlendirilmiyor. Sahadaki manzara böyle. Umarız Putin bir sürpriz yapar ve rejime; Soçi’de kararlaştırılan gözlem noktalarının gerisine çekilmesi yönünde talimat verir. Ancak askeri tecrübeler, savaşarak girilmiş bölgelerden müzakere ile çıkıldığına pek işaret vermiyor.

        Türkiye’nin bugün M4-M5’in gerisine çekilmesi, “Bir süre sonra önce İdlib’in tamamından, sonra Afrin ve Cerablus’tan çekilmesinin önünü açar” şeklinde değerlendiriliyor. Bu durum Afrin operasyonuyla Amanoslardan temizlediğimiz PKK’nın yeniden sahaya yerleşme riskini doğuracaktır. Yani aslından her şey birbiriyle çok bağlantılı. Hatta öyle ki İdlib’den Doğu Akdeniz ve Libya’ya kadar…

        Savaş ihtimalini konuştuğumuz an aklımıza gelen ilk husus, hava sahasının durumu. Olası bir savaşta Suriye hava sahasının kapalı olması da TSK’yı artık pek fazla ilgilendirmeyecektir. O aşamada Türk uçakları, geçmişte terörle mücadele etmek için girdikleri Afrin ve Cerablus hattında olduğu gibi ABD ve Rusya ile hava sahası mutabakat ve müzakeresini de çok dikkate almayabilir. Sonuçta ortada bir savaş ihtimali var ve Türk Hava Kuvvetleri, yerdeki unsurlarını yalnız bırakmayacaktır. İşin ucu Şam’ı vurmaya kadar bile varırsa, şaşırtıcı olmaz.

        GÖÇ TUZAĞI VE HTŞ'NİN TASFİYESİ

        Rejim ve Rusya’nın olası savaş öncesi Türkiye’ye yönelik en temel stratejisi; başından itibaren özellikle sivil yerleşim bölgeleri, okul, hastane ve kampları hedef alarak zaten iç göç sonucu İdlib’e kaçmış olan mültecileri Türkiye sınırına iyice sıkıştırmak. Han Şeyhun, Maarat Numan ve Serakıb’de aynı yol izlendi. Hedef hiçbir zaman İdlib’deki terör unsurları olmadı. Bilakis bölgedeki hapishaneyi vurup, bazı DEAŞ militanlarının kaçması dahi sağlandı.

        Hedef Türkiye’ye yeni bir göç dalgası başlatmak. Bunun için mülteci kamplarında zaman zaman provokatif çıkışlar görebiliyorsunuz. İdlib’e sıkışmış neredeyse 4 milyon insanın toplu halde sınırdaki duvarlara yönelmesi ciddi güvenlik zafiyetioluşturacaktır. İdlib’de sınıra örülmüş duvarların yakınlarına kadar getirilmiş iş makinaları ve dozerler dikkat çekiyor.

        Bu kapsamda Türkiye tarafından alınmış ciddi tedbirler var ama ne kadar tedbir alınırsa alınsın işi o noktaya gelmeden engellemek önemli. TSK’nın içeriye yaptığı yığınak bu tehlikeyi şimdilik biraz yatıştırmış görünüyor.

        İçeride güvenliğin sağlanması ve göçün önlenmesi konusunda terör örgütü HTŞ’nin etkisi de göz ardı edilemez. Göç tehdidine paralel olarak Türkiye’nin bu operasyonla birlikte İdlib’deki HTŞ ve bazı radikal grupları tasfiye etmesi de önem taşıyor.

        Bu arada TSK’nın güçlü şekilde İdlib’e girmesi bazı muhalif silahlı gruplar içerisinde; “artık Türkiye ağır silahlarıyla bölgeye rejimle çatışmak için girdi. Bizim pek bir şey yapmamıza gerek kalmadı. Geri çekilip izleyelim” şeklinde değerlendiriliyor.

        SURİYE CEPHESİNDE MÜTTEFİKLERİMİZ (!)

        ABD’in yaptıkları yapacaklarının teminatıysa, güvenmek çok makul değil. Belli ki yine kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.

        Esad’ın yanında askeri ve siyasi her türlü desteği ihtiyaç duyduğu her an sağlayan bir Rusya ve İran var. Türkiye’nin ise askeri mücadelede üretilen retorikler dışında müttefiki yok.

        ABD geçen hafta “Tüm gücümüzle müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız” dedikten sonra, Rusya ile çetin diplomasi mücadelesi sürerken; “Türkiye’ye desteğini” manevi düzeye çekmiş görünüyor.

        NATO’dan zaten bu güne kadar bir hayır geldiği görülmedi.

        Onlar ne zaman gelir biliyor musunuz? TSK sahaya girer, zafer kazanmak üzere bir pozisyona geçerse, hop bir bakmışsınız ABD ve NATO gelmiş zaferinizi paylaşıyor. Hatta sahiplenmeye çalışıyor da diyebilirsiniz.

        PYD tüm günlerini birbiri ardına ABD, Rusya, rejim ve İran’a yaslana yaslana geçirebilir. Kiminle, nerede, ne zaman iş tutacağını kestiremezsiniz. Emin olduğumuz tek şey; bu süreçte Türkiye aleyhine gelişecek her duruma sınırsız destek vereceği gerçeği.

        Bir sonraki aşamada Esad, "Suriye benim ülkem, Afrin’i de Cerablus ve Bab’ı da istiyorum" diyebilir mi? Tabii ki evet.

        Biz bunlar yaşanırken Fırat’ın doğusuna işaret etsek; “Zamanı gelince oraya da gideceğiz” derler.

        Suriye rejimi, anayasa süreci ve siyasi çözüm öncesinde sahada muhaliflere alan bırakmayarak, onları tamamen masadan kaldırma hedefinde olabilir.

        Muhalefet bu hatlarda daha fazla gerilemek durumunda kalırsa, rejim sahada kazandığını masada bırakmaz.

        Sahada zayıf olduğu, uluslararası meşruiyetinin en çok tartışıldığı dönemlerde dahi diplomasi hamlelerini bırakmayan ve masada güçlü kalmayı başaran rejimin böyle bir saha fotoğrafıyla muhalefete nasıl yaklaşacağını kestirmek güç değil.

        Diğer Yazılar