Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        Kas ve tendon yırtılmasının yarattığı ağrıyı hiç yaşadınız mı?

        Ağrı eşiği yüksek biri olarak şu kadarını söyleyeyim, insanlık dışı; düşmanıma yaşatmasın.

        Hele ki iki ay içinde ikinci kez yırtılıyorsa…

        Önceki gün dişlerimi kenetleyen ağrı içinde doktora gittim; Depo- Medrol ilacını enjekte etmesi halinde ağrıyı azaltacağını söyledi.

        Ben de elimde reçete düştüm eczane yollarına…

        Bir an önce ilaca ulaşıp tedavi olabilmek umuduyla hastanenin çevresindeki eczanelere uğradım.

        O İLAÇ MI?

        Hangisine girsem, “O mu, bulmanız biraz zor…” yanıtıyla karşılaştım.

        Bu kez tanıdığım eczanenin yolunu tuttum, daha ilacın adını söylediğimde, herkesin yüzünün asılmasından anladım ki onlarda da yok.

        Eczacı hanım birkaç yere telefon açtı; “Bir de sistem taraması yapayım” dedi ama hiçbir yerde bulamadı.

        Yetmedi, tanıdığı bir iki ecza deposunu da aradı.

        Bu kez ben de tanıdığım bir eczacı arkadaşımı arayıp sordum; telefonda kısa süre sesi gidince anladım ki onda da yok…

        Eczacı hanımın önerisiyle düştük yollara; o eczane senin, bu eczane diğerinin dolaşmaya ve ilacı sorgulamaya başladık.

        Bunu yaparken bir yandan da tanıdığımız eczanelerin telefonlarına ulaşıp onlarda olup olmadığını sorguladık.

        Sanırım Ankara’daki eczanelerin yarısını taradım; sonunda “bir başka hastanın ihtiyacı kalmadığı için iade ettikleri” arasında olan Depo Medrol’e ulaştım…

        Eklemime enjekte etmesi için gittiğim doktoruma ilaç bulma serüvenimi anlattığımda, “Yine şanslısın, piyasada hiçbir ilaç yok” tespitiyle karşılaştım.

        BİLGİSAYAR ÜZERİNDE VAR

        Ağrının biraz azalmasının verdiği rahatlıkla TBMM’nin yolunu tuttum.

        Kader bu ya kuliste Sağlık Bakanlığı’ndan yetkili biriyle karşılaştım.

        Yaşadıklarımı anlattım, demesin mi “Bunlar yalan… O ilaç piyasada bulunmayanlar listesinde değil ki…”

        Sözlerini anlamadım, “Ankara’daki eczanelerin neredeyse yarısını gezdim, hepsi mazoşist olup ağrı çekmemi istediği için mi ilacı vermiyor? Yoksa sizin listede varsa her yerde vardır anlayışında mısınız?” dedim…

        Güldü bir iki yeri aradı sonunda WhatsApp üzerinden gelen mesajdaki bilgisayar ekran alıntısını gösterdi.

        Veriye göre 3 bin 345’i depolarda olmak üzere, Ankara’daki eczanelerde bu ilaçtan 31 bin 309 adet gözüküyordu.

        Verilerine göre, Ankara’daki toplam eczane sayısı 1800 olduğuna göre, her eczanede ortalama 17 adet bu ilaçtan olmalıydı...

        Madem sistemi görüyor, bunların hangi eczanelerde olduğunu da bilmesi gerekiyordu; listeyi istedim, “yollarız” dedi ama o veriler bir türlü gelmedi.

        KITLIĞIN NEDENİ

        Sonra dönüp eczacı arkadaşlarımı aradım.

        Onlar da beni bu işi bildiğine inandıkları bazı sivil toplum örgütlerine yönlendirdi.

        Dediler ki:

        1- İlaçta devlet sübvansiyon uyguluyor ve Euro’yu bu nedenle 2.68’e sabitledi. Bu kur üzerinden halkımız ilacını alıyor. Ancak kur artınca bu rakamın 3.60’a çıkması bekleniyor; Sağlık Bakanlığı buna ilişkin kararını 15 veya 21 Şubat’ta açıklayacak.

        2- Bu tarihe kadar kimse elindeki ilacı piyasaya sürmek istemiyor. Herkes bekletiyor; 5 bin kalem ilaçta inanılmaz bir yokluk yaşanıyor.

        3- Aslında Sağlık Bakanlığı, İlaç Takip Sistemi üzerinden hangi depo veya eczanede bu ilaçtan var tespit edebilir. Ama üzerine gitmiyor. Ayrıca tespit etse de o eczanede, o ilacın olduğunu kimse kanıtlayamıyor.

        4- Çünkü depo bir eczaneye ilacı çıkarmış, yani yollamış gibi gösteriyor; oysa yollamıyor yolda, arafta bekletiyor. Eczaneye çıkış yapılmış gibi gösterilen ilaç ne zaman zam gelirse o zaman sanki eczane kendisine iade etmiş gibi arafta beklettiği ilacı kağıt üzerinde geri çekiyor. Zammı koyup eczanelere yeniden yolluyor.

        5- Eğer bir tedbir alınacaksa depodan çıkmış ilaçlar, iade edilse de zamdan yararlanamaz diye bir karar alınsın. Bakın bir tek sorun kalmaz…

        6- Ayrıca Türkiye’de ilaç yurt dışından ucuz olduğu için bütün kanser ilaçları buradan alınıp yurt dışına çıkarılıyor ve orada satılıyor. Kanser hastaları ilaç bulamaz hale geldi.

        Dedim ki bir zamanların, yağ, tüp, gaz olayına benzeyen vurguna karşı neden önlem alınmaz?

        Demez olaydım…

        “Sakın bunları benim ağzımdan yazma, ecza depoları ve Bakanlık ile başımı belaya sokma” demesin mi?

        Araya da bazı eczacı dostlarımı koyup ısrarını sürdürmesin mi?

        Bu kez eczacı dostuma sordum, “Bana baştan yalan mı söyledi de yazmamı istemiyor?”

        Her bir kelimesinin doğru olduğunu söyledi, “Bunları ben de bizzat yaşıyorum ve biliyorum” dedi.

        Herkes tarafından bilinen ama hiç kimsenin konuşmak istemediği kasabanın sırrı gibi olaya tanıklık ettim.

        Ve anladım ki sorun bizzat eczacıların kendilerinde…

        Daha ilerisi haklarını savunma görevi verdikleri oportünist temsilcilerinde…

        Bir de ilacı bulamadığı için acısını çeken vatandaşta…

        Hem de ne acı…

        ***

        Ankara’ya yeni bir Atatürk Orman Çiftliği

        Delikanlılık yıllarımızda bir ucundan girer, diğer ucundan çıkardık…

        Badem ağaçları çiçek açtığında, Monet’nin resmedemeyeceği kadar güzel olurdu.

        Bir bahçe düşünün ki size 360 derecenin her bir parçasından, yepyeni bir manzara sunsun…

        Ziraat mühendisi bir dostum, içindekilerden bazılarının Anadolu’da nesli tükenen endemik bitkilerden olduğunu anlatmıştı.

        Ne zaman yanından geçsem o güzelliğini sergiler, hafızamı da delikanlılık yıllarıma götürür...

        CENTRAL PARK KADAR

        Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen'in 5 yıllık icraatını ve gelecek dönemde yapmak istediklerini anlattığı dünkü basın toplantısında beni en çok etkileyen projesi tam da buraya ilişkindi.

        Sözünü ettiğim, Ankaralıların bildiği ismiyle “Bademlik…”

        Türközü’nden başlayıp, Çankaya’nın en uç bölgesi Mühye’ye kadar uzanan, badem ağaçları ile dolu 800 dönümlük geniş koru…

        Taşdelen, New York’taki Central Park’a eşdeğer büyüklükteki alanı, “Bademlidere Şehir Parkı” olarak düzenleyeceklerini açıklarken müjdeyi şöyle verdi:

        “Davayı kazandık, 800 dönüme yakın bu alan Çankaya Belediyesi arazisi oldu. Yepyeni bir kent parkına dönüştürürken, Atatürk Orman Çiftliği’ni kurarken Atatürk’ün hayal ettiklerini gerçekleştireceğiz. Yepyeni bir Atatürk Orman Çiftliği yaratacağız.”

        Bir de dedi ki:

        “Beş yılda Büyükşehir Belediyesi bizim kadar park yapamadı. Biz bir ilçe belediyesi olarak ikiye katladık. 600 bin metrekarelik 71 yeni park yarattık …”

        DİYANET’TEKİ ÖVGÜ

        Şunu belirteyim, Çankaya’da hangi partiden olursa olsun kime sorarsanız Taşdelen’den söz ederken tek bir noktaya dikkat çeker:

        “Ötekiler gibi kavga etmedi, iş üretti, hizmet yaptı…”

        Benzer bir cümleyi bir süre önce Diyanet İşleri Başkanı da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na söylemiş.

        Bir şehit cenazesi için gittikleri camide, cenaze namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanı, şehidi uğurladıktan sonra Kılıçdaroğlu ve Taşdelen’i odasına davet etmiş.

        Bu sırada Kılıçdaroğlu’na dönüp, “Yanınızda Alper (Taşdelen) Bey’e çok teşekkür etmek istiyorum, bütün camilerimizi her sabah tertemiz yapıyor” demiş.

        Taşdelen, dün bunun detayını anlatmadı ama bu konuda önemli bir bilgi aktardı.

        Bütün belediyeler cami inşası için verdikleri arazinin karşılık bedelini Hazine’den alır; Taşdelen ise bütün camilerin yerini herhangi bir arazi talebi veya bedeli almadan Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretmiş.

        Günlük temizliğini de üstlenme sözü vermiş.

        OPERA İLE BİRLİKTE

        Çankaya’daki Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulları 34 milyon 600 bin lira harcayıp yenilemiş; Ankara’ya yıllar sonra yüzme havuzu yapmakla kalmayıp, öğrencilerin beden eğitimi dersini havuzda yapması için taşımasını Belediye’nin yapması kaydıyla Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşmış.

        Devlet Opera ve Bale Genel Müdürlüğü’nün proje önerileri doğrultusunda Ankara’ya yeni opera binası ve kültür merkezi kazandırmak üzere olduğunu da söyledi.

        Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin dikey mimari ile ilgili tüm kararlarını mahkemeden geri döndürdüğünü, bu oranın %90’a ulaştığını da açıkladı.

        Önerisi doğrultusunda Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a, Cebeci Stadı’nın yerini Millet Bahçesi’ne çevirdiği için teşekkür etti.

        Hatta AK Parti’li iki belediye başkanının yaptığı bir projeyi de övdü, “Ben de onların yaptığının daha iyisini yapacağım” sözünü verirken de kıskançlık gütmedi.

        Sosyal tesisler, parklar, bahçeler, yeni çöp sistemi de dahil o kadar çok şey anlattı…

        Ama beni en çok etkileyen şu cümlesi oldu:

        “Oy alamadığım yerlere daha çok hizmet götürdüm. Çünkü oy alamadığım yerlerin büyük bölümündeki insanlar çok daha yoksul... Onlara hizmeti önceledim. Kamunun sosyal yardım yapmasına karşı değilim, sonuna kadar destekliyorum.”

        Her kesimin övgüsünü almanın gerisindeki sır bunlar olsa gerek…

        ***

        DSP liderinden transfer savunması

        CHP’nin aday göstermediği isimleri alıp, aynı yerden aday çıkarmasına yönelik eleştiriler oldukça fazlaydı.

        Önceki gün TBMM’deki odasında sohbet ederken buna CHP lideri Kılıçdaroğlu da katıldı ve “Ahlaki ve etik bulmadığını” söyledi…

        Ben de Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini dün bu sütuna taşıdım.

        DSP lideri Önder Aksakal dün aradı ve kendilerine başta CHP lideri olmak üzere farklı kesimlerden gelen eleştirilere yanıt verdi.

        Önder Aksakal bir durumun altını çizerek başladı:

        “Ordu Büyükşehir Başkanı Seyit Torun’u ve Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’i DSP’den transfer ederken etik akıllarında yok muydu?”

        Bununla da kalmadı, Aydın Efeler Belediye Başkanı’nın aday yapılmadığı için DP’ye gittiğini anımsatıp ekledi:

        “Biz de aday olmak isteyenlere bakarız ve kararımızı veririz. Eğer o kişi orada daha iyi hizmet edeceğini düşünüyorsa ve biz de buna kanaat getirdiysek aday yaparız, bundan kime ne?”

        İKBAL TRAMPLENİ

        O güne kadar DSP’yi akıllarının ucundan dahi geçirmezken, CHP aday yapmadığı için gelmiş olmalarına eleştirinin geldiğini anımsattım.

        “Bu kişiler kendi ikballeri uğruna DSP’yi tramplen yapmış olmuyor mu?” diye sordum.

        “Evet, öyle görünüyor olabilir, ama biz de biz partiyiz, dernek değiliz ki…” yanıtını verdi.

        CHP Genel Başkan yardımcıları Oğuz Kaan Salıcı ve Seyit Torun’un DSP’ye geldiğini, kendileri ile sohbet ettiğini, ancak doğrudan bir teklifte bulunmadıklarını da söyledi.

        Bunun 24 Haziran seçimlerinde de benzer geliştiğinin altını çizdi.

        Ayrıca CHP ile DSP’nin sosyolojik tabanının birbirine benzemediğini, farklı seçmen kitlelerine hitap ettiklerini de bu aşamada kayda geçirdi.

        DSP’nin meseleye bakışı da budur…

        Diğer Yazılar