Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Binali Yıldırım, dün sosyal medya dilinin perişan hâlinden bahsetti, bozulmanın “çürüme” hâline geldiğini, bu yeni dilin Türkçe’den ziyade “nevzuhur bir kuş dilini andırdığını” ve buna “dur deme zamanının geldiğini” söyledi.

        Binali Bey kusura bakmasın ama artık her yaş grubu arasında dal-budak salmış olan bu yeni dilin “kuş dili” ile pek bir alâkası yoktur. Kuş dili sadece bülbülden, kanaryadan yahut muhabbet kuşundan değil, ağaçkakandan yahut kargadan bile işitilse, yine de müzikaliteye sahiptir.

        Ama şikâyet ettiğimiz ve ismine “Türkçe” dediğimiz lisana bakın! Kuş dili falan değil sadece takırtı, hırıltı, gürültü ve yazıya geçirildiğinde de nefes nefese bir kekeleme!

        Abartmıyorum: Türkçe hâl-i hayatında, yani sağlığında, güzel ve düzgün konuşanlardan işitildiğinde son derece âhenkli bir lisan idi; hele İstanbullu, özellikle de Boğaziçili hanımların dudaklarından döküldüğünde!

        Bu güzel lisanın başına sonradan nelerin musallat edildiği mâlûm: 30’lu senelerde başlayan “dil devrimi”nin tahribatı 70’lerde arttıkça arttı, vazifesi dili muhafaza etmek olan Dil Kurumu’nun tahribatta öncülüğe kalkışıp lisanın üzerine çökmesi ve kültürün de can çekişmeye başlaması üzerine Türkçe yerlerde sürünür oldu, internet bilgisi ile sosyal medya da dilin üzerine beraberce tüy diktiler!

        TORBA DOLUSU ÇAKILTAŞI!

        Ben “Öztürkçe” dedikleri uydurma dile daha ilk gençlik senelerimden itibaren karşı çıktım ama sebep dilde sadeleşmesinin aleyhinde olmam değil, Türkçe’nin uydurulan yeni kelimeler yüzünden âhengini kaybetmesi idi. Her dilin zamanla değişmesi, zenginleşmesi yahut fakirleşmesi, kültürün yoğun ve yaygın olduğu toplumlarda kelime sayısının artması ama nisbeten cahil kesimlerde azalması asırlar boyunca gözlenen ve kaçınılmaz sosyal bir kaide idi. “Öztürkçe” akımının Türkçe için hiç de iyi olmayacağı işin daha başından belli idi. Benim bu akımın karşısında olmamın asıl sebebi söylediğim gibi dilin fukaralaşması değil, âhenginin gitmesi, çakıltaşı dolu bir torba yere vurulduğunda çıkan seslere benzer hâl alması idi ve maalesef öyle oldu.

        Bugün gençlerin konuşup yazdıkları Türkçe işte bu vaziyettedir! Sadece ifade gücünü değil, âhengini de kaybetmiştir ve kakofonik bir hırıltıyı andırmaktadır!

        Ama kabahati sadece gençlere yüklemek doğru olmaz; bozuk, karmakarışık şekilde yazanlar yalnızca gençler değildir, Türkçe’yi berbad ederek kullananların başında aziz, muazzez ve muhterem basınımız gelir!

        HAZRETİ İSA MİSÂLİ...

        Bozulmaya örnek teşkil etmesi için yüksek tirajlı bir gazetede iki-üç gün önce okuduğum bir haberin muhteşem Türkçesini nakledeyim:

        Dünyanın 113 yaşında olan en yaşlı erkeği ölmüş. Haberde “15 Eylül 1915 tarihinde Varşova’da, annesiz dünyaya gelen ve babasını I. Dünya Savaş’ında kaybeden Yisrael Kristal, 1930’lu yıllarda Naziler tarafından ailesiyle birlikte tutuklanarak Auschwitz toplama kampına götürüldü” deniyor.

        Adamın dünyanın hem en yaşlı erkeği hem de bir hilkat harikası olduğunu herhalde farketmişsinizdir. Zira, Yisrael Kristal her nasıl olmuşsa olmuş ve habere göre “annesiz” dünyaya gelmiş! Sanki leylek getirmiş yahut tarladaki koskoca bir lâhananın içinde bulunmuş gibi!

        Mesele işte budur; Türkçe’yi sadece gençlerimizin değil, basınımızın da böyle kullanmasıdır!

        Peki, bu iş nasıl düzelir dersiniz? Boş yere ümid etmeyelim, tam olarak asla düzelmez! Zira senelerdir yaşanan tahribat öylesine büyüktür ki, Türkçe’nin eski şâşaasına tekrar kavuşması maalesef boş bir hayaldir ve değil devlet, Kâşgarlı Mahmud bile mezarından çıkıp gelse bu derdi halledemez!

        Meramlarını iki-üçyüz kelime ile anlatan nesle dilden de önce “kimliklerinin” ve “âidiyetlerinin” hatırlatılması az da olsa bir işe yarar ve Türkçe’nin farkına varabilirler diyeceğim ama bunları anlatıp öğretebilmek bile artık o kadar zor ki!

        Diğer Yazılar