Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz başkaldırısının ikinci yıldönümü münasebetiyle dün Ankara’daki Millet Camii’nde yapılan duada, şehidlerin ruhlarına Kur’an okudu…

        Dinlememiş olanlar yahut hangi sureyi okuduğunu merak edenler için söyleyeyim: Âl-i İmran Suresi’nin bazı âyetlerini…

        Bir cumhurbaşkanının camide yahut başka herhangi bir mekânda tilâvetine, yani Kur’an okumasına alışkın olmayan Türkiye, Kur’an’ı şimdi arada bir Cumhurbaşkanı’ndan da dinliyor…

        Tayyip Erdoğan’ın Kur’an tilâvetinin gözlerden kaçan ama hafızlarımızı, özellikle de Diyanet’i yakından alâkadar eden bir tarafı var:

        Cumhurbaşkanı’nın dünkü tilâvetini dinleyen ve “Kur’an tavrı”nın da mahiyetini bilenler, Tayyip Erdoğan’ın Kur’an’ı bize, özellikle de İstanbul’a mahsus olan ama şimdi neredeyse tamamen unutulan “İstanbul”, hattâ “Üsküdar tavrı” ile okuduğunu hemen farketmişlerdir.

        Eskiler “Kur’an Arabistan’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” derlerdi ama, İstanbul’da da asırlar boyunca mükemmel şekilde okunmuştu. 20. yüzyılda Hafız Sami ile Hafız Kemal’den itibaren Üsküdarlı Ali Efendi, Hendekli Abdurrahman Efendi, Mecid Sesigür, Hasan Akkuş, Kâni Karaca, Fevzi Mısır, Aziz Bahriyeli gibi nice hafızlar geçmişi asırlar öncesine dayanan bize mahsus “Istanbul” tavrını, devam ettirmişlerdi ve uzun çalışmanın yanı sıra yetenek isteyen bu tavır çok güzeldi!

        Bu tavrın son temsilcilerinden olan rahmetli Kâni Karaca’nın yetişmesinde önemli rolü bulunan “Üsküdarlı Ali Efendi”nin, yani Ali Üsküdarlı’nın tavrı da kendi ismi ile, yani “Üsküdar tavrı” diye bilinirdi…

        Ama, bize mahsus olan bu tavır artık neredeyse tamamen unutuldu!

        BİR ÖZENTİDİR GİDİYOR…

        12 Eylül sonrasında sanatta ve kültürde vârolan herşeyi her nedense mistik bir havaya büründürme ve arabeskleştirme hevesi başladı, bu heves uğruna musiki de ağırlaşıp bugünkü mıymıntı hâle gelirken ezan ile Kur’an’ın tavrı da başkalaştı! Dinleyene asırlar boyunca ruh sükûnu veren “Üsküdar tavrı” tarihe intikal etti; yerini kuru, bayat ve konuşmayı değil, pest perdelerden mırıldanmayı andıran ve bazen de haykırışlarla dolu özenti bir tarz aldı. Değişiklik ezanı da etkiledi, minarelerden yükselen İstanbul tavrı kaybolup gitti, yerine makamdan ve tavırdan bîhaber müezzinlerin detone, yani bozuk perdeden falsolu bağırtıları yerleşti.

        Türkiye’deki Kur’an tilâvetine bugün taklidin de taklidi bir Arap, özellikle de Mısır tavrı hâkimdir, üstelik bu merak gittikçe yayılmakta, hafızlarımız Abdülbâsıt Abdüssamed yahut Mustafa İsmail gibi Mısır’ın geçmişteki büyük, önemli fakat tavırları kulağımıza yabancı hafızlarını taklid etmektedirler. Halil el-Hoserî gibi tilâveti nisbeten bize yakın eski üstadlara özenseler “âmennâ” diyeceğim ama revaçta olan Abdülbâsıt üslûbu ve bazen de kıt’a Arabistan’nın tavrıdır!

        NE YAPSALAR OLMUYOR!

        Fakat, taklide ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bir türlü olmuyor, yapamıyorlar ve yapılması zaten mümkün değil; zira bir tarafta hakiki, yani orijinal olan var, bizdeki çaba ise özentiden ibaret…

        Aynı taklid merakı maalesef ezan bahsinde de hüküm sürmede!

        Bir ara “ezanın desibelini düşürme” gibisinden abuk-subuk çabalara kadar varan yüksek volümlü ezandan şikâyetin ideolojik ve siyasî gerekçeler haricindeki asıl sebebi Türk kulağının alışkın olmadığı bu tavır değişikliği, yani üslûbun bozulmasıdır.

        Hatırlar mısınız, bilmem: Bundan otuz sene öncesine kadar alışveriş için Eminönü taraflarına gittiklerinde işlerini bitirdikten sonra Yenicami’nin etrafındaki çayhanelerde oturup huşû içerisinde dinlemek için de olsa ezanı bekleyenler vardı…

        Ama, bir zamanlar “Azîz Allah” dedirten ezanlar taklid hastalığımız yüzünden artık “Lâhale” çektiriyor!

        İstanbul ve Üsküdar tavırlarının artık bir tarafa bırakılmasının sebebi bu üslûpla tilâvetin zorluğu, kuvvetli bir makam bilgisi ile aşırıya kaçmayan, yerinde melodiler yapma mahareti gerektirmesidir ve bu maharet hem istidat gerektirir; hem de uzun, yorucu çalışmaların neticesinde elde edilebilir. Dolayısı ile hafızlarımız, özellikle genç hafız adayları zorluklara katlanmak yerine işin kolayına kaçmakta, yorucu tâlimler yerine Mısır’ın yahut kıt’a Arabistanı’nın meşhur hafızlarının makamsız ve düz kıraatini ezberlemekte ama bir türlü onlar gibi olamamakta, taklidden öteye gidememektedirler!

        Bütün bunların üzerine hafızların ve müezzinlerin musiki yeteneği ile müzik kulağına sahip olup olmamalarına değil, senelerdir eş-dost tavsiyesine, politikacıların tavassutuna yahut değişik cemaatlerin kadrolaşma heveslerine göre tayin edilmelerini de düşünün...

        Netice, işte böyle olur!

        SEMTİN KÜLTÜRDEKİ ÖNEMİ…

        Kur’an tilâvetinde bize mahsus üslûbu kaybetmemizden bahsetmeye dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ankara’daki Millet Camii’ndeki tilâvetini dinledikten sonra karar verdim ve bu yazdıklarımın bazı çevrelerde başka şekilde ve kimbilir nasıl yorumlanacağının da farkında olarak açıkça söyleyeceğim:

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kur’an’ı İstanbul, hattâ Üsküdar tavrında okudu! Yani bize ait ama artık maalesef unutulmuş gibi olan geleneksel tavırda… Bu tavırda okuması aslında normaldi, zira doğduğu ve yetiştiği semt olan Kasımpaşa, İstanbul tavrının özellikle 1950 sonrasındaki önemli merkezlerindendi. Meselâ, o semtteki Bahriye Camii’nin baş imamının oğlu olan hafız, tanburî ve bestekâr Kemal Batanay ile Türk tilâvet tavrının son temsilcilerinden rahmetli Aziz ağabey, yani Aziz Bahriyeli de Kasımpaşalı idiler… Yukarıda, Nuruosmaniye’de Hasan Akkuş, Bayezid’de de Abdurrahman Gürses vardı.

        Cumhurbaşkanı’nın Kur’an tavrı söylediğim gibi büyüdüğü semtten kaynaklanmaktadır; zira çevre bu bahislerde son derece önemlidir. Semtin kültürel yapısı, orada yaşayan ilim ve fikir adamları ile sanatçılar gençlerin yetişmesinde etkilidirler ve İstanbul’un eski semtlerinde büyümüş olanlar gençliklerinde teneffüs ettikleri havayı etraflarında da her zaman devam ettirmişlerdir.

        Meselenin önemli tarafı da burada: Cumhurbaşkanı, Kur’an’ı artık maalesef unutulan ama bize mahsus olan ve olması gereken tavırda okuyor fakat bu konuda çalıştaylar ve daha nice toplantılar tertip eden Diyanet’in hafızları bizimle alâkasız tavırları taklide hevesleniyorlar, “Kur’an-ı Kerîm’i Güzel Okuma” yarışmaları da zaten bir “taklidler resmigeçidi” hâlinde…

        Kavramları karıştırmayalım: Ortada siyasî yahut ideolojik bir mevzu değil, kültürün ve önemli bir geleneğin kaybı hadisesi mevcuttur. Dolayısı ile unutulan “Türk Tilâvet Tavrı”nın yeniden hayat bulabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanı’nın dünkü tilâvetinden ilham alıp bazı şartları tekrar uygulamaya koyması şarttır!

        Diğer Yazılar