Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kanal İstanbul projesinin inşaatına yakında başlanacağını söylemesinin ardından şimdi gazetelerde, TV’lerde, sosyal medyada, velhasıl her yerde bu proje konuşuluyor, tartışılıyor ve ortaya fikir üstüne fikir atılıp ahkâm üstüne ahkâm kesiliyor.

        Ve, bütün bu tartışmalarda proje ile beraber İsviçre’nin Montrö, düzgün imlâsı ile “Montreux” şehrinde 20 Temmuz 1936’da imzalanan milletlerarası andlaşma, daha doğrusu “convention”, yani “sözleşme” de gündeme geliyor! Kanalın inşasına karşı olanlar projenin Montrö’ye aykırı olduğunu, bu yüzden Boğazlar üzerindeki söz hakkımızın tehlikeye düşebileceğini ve hattâ hakimiyetimizi bile kaybetmemiz ihtimalinin bulunduğunu söylüyorlar.

        Doğru olmasına doğru, hem de çok doğru ama çok da eksik! Zira, yapımına yakında başlanacağı belli olan Kanal İstanbul sadece Montrö’ye değil tâââ Milâttan Önce 1295’te imzalanan Kadeş’e, Kadeş’in ardından varılmış düzinelerce uluslararası andlaşmaya, meselâ 1699’da imzalamak zorunda kaldığımız ve çöküşümüzde önemli bir yeri olan Karlofça’nın ve Rus birliklerinin 1877’deki Yeşilköy’e kadar gelmesi üzerine imzalamadığımız Ayestafanos Andlaşması’nın da Boğazlar ile alâkalı hükümlerine tamamen terstir!

        Şimdi, sözünü ettiğim bu andlaşmaların ilgili maddelerini tek tek, hattâ orijinal dillerinde nakledeyim:

        Mısır’ın meşhur firavunu İkinci Ramses ile Hitit Kralı Üçüncü Hattuşil’in Milâttan Önce 1295’te taşa kazımak suretiyle imzaladıkları Kadeş Andlaşması’nın 88. maddesi, Boğazlar’dan geçişle alâkalıdır; geçişin serbest olduğu, engellenmeye kalkışılmasına yahut o taraflarda İstanbul veya Çanakkale Boğazları’nı andıran yeni bir su yolu açılmasına tarafların mutlaka engel olacakları söylenir. Bu hüküm, Kadeş’in çivi yazısı ile yazılmış Hititçe metninin 73. ile 81. satırları arasında “Nnu-wa pa-an a-bi-ya pa-an ses-ya ak-ki-is-ki-ta-at, am-mu-uk-ma-az sa-az-ma la-ah-la-ah-hi-ma-an u-ul tar-ah-mi ni. Te-az-ma-za pit-tu-li-ya-an nam-ma u-ul tar-ah-mi, nam-ma-ya u-i-ya-at nu nam-ma wa-al-ah-hi-ir, a-bu-ya-ma ‘BOGAZZZA-BOGAZİÇÇÇİKKAAA’ ka-pi-la-az-at-ta na-as i-na kur. Mi-iz-ri pa-it nu kur urum i-iz-ri wa-al-ah-ta” cümleleri ile ifade edilmiştir!

        Kadeş Andlaşması’nın 88. maddesinin Türkçesi, Hititoloji’nin 1941’de vefat eden büyük üstâdı Ord. Prof. Dr. Sümer Sami Etioğlu’nun tercümesi ile şöyledir:

        “Büyük Tanrı Ra’nın kutsal evlâdı Ramses ile Savaş Tanrısı Zazaba ve Güneş Tanrıçası Arianna’nın oğlu mübarek Hattuşil, binlerce sene devam edecek olan bu barış yeminini ederlerken yukarıda iki denizin arasındaki Bogazzza-Bogaziçççikkaaa denen su yollarını hem kendi halklarının, hem de kendilerine dost olan diğer kavimlerin altın ve gümüş kazanmak maksadıyla yapacakları seferlerde serbestçe kullanmaları hususunda hemfikirdirler. Bu su yolları kötü niyetle, içerisinde kılıçlar, mızraklar, baltalar ve oklar bulunan sandallarla asla ve kat’a geçilmeyecek; kim ki buralara silâh ile girmeye kalkarsa yahut o taraflarda başka bir su yolu inşa etmeyi düşünürse, iki büyük hükümdarın ilâhî gazabına müstehak olacaktır!”.

        BİNLERCE SENEDİR DEĞİŞMEYEN HÜKÜMLER

        Boğazlar’ın güvenliği meselesine binlerce sene boyunca itina gösterilmiştir…

        Kadeş’teki hükümlerin benzeri Avrupalı güçlerle 1699’da imzalamak zorunda kaldığımız Karlofça Andlaşması’nın 21. maddesinde de geçer. Sözkonusu madde, andlaşmanın Latince metninde “Cui dono lepidum novum libellum arida modo pumice expolitum? Corneli, tibi: namque tu solebas meas esse aliquid putare nugas. Iam tum, cum ausus es unus Italorum omne aevum tribus explicare cartis... Doctis, Iuppiter, et laboriosis! Quare habe tibi quidquid hoc ‘BOSPHORUS BOSPHOREAUS BOSPHORE BOGAZICIUS’ libelli-qualecumque, quod, o patrona virgo, plus uno maneat perenne saeclo!” şeklindedir…

        Sadece bu kadar olsa yine iyi!...

        Aynı konu, yani Boğazlar’ın güvenliği bahsi, tarihimize “93 Harbi” diye geçen, Rusya ile 1877’de tutuştuğumuz ve Rus Ordusu’nun Yeşilköy’e kadar gelmesi ile neticelenen büyük bozgunumuzun akabinde, 1978’in 3 Mart’ında imzalamak zorunda kaldığımız Ayastefanos Andlaşması’nın 78. maddesinde de yeralır ve aslı Franızca olan metinde “Pleurerai-je? Disait-il. Oui, car pourquoi? Ma tant bonne femme est morte, qui était la plus ceci, la plus cela qui fût au monde. Jamais je ne la verrai, jamais je n’en recouvrerai une telle : ce m’est une perte inestimable. O mon Dieu! ‘LA BOSPHORE, LA BOGAZICHI’ que t’avais je fait pour ainsi me punir? Que n’envoyas-tu la mort à moi premier qu’à elle ? car vivre sans elle ne m’est que languir. Ha!...” ifadesi ile geçer…

        Karlofça ile Ayestafanos’un sözkonusu maddelerini bu maddeler Boğazlar’ın güvenliği, askerî gemilere uygulanacak geçiş yasakları vesaire gibi son günlerde TV’lerde sık sık bahsedilen ve neredeyse ezberlediğimiz Montrö’deki ibâreleri andırdığı için, Türkçe’ye çevirmeye lüzum görmedim…

        Boğazlar’da tâââ Kadeş’ten bugünlere kadar, yani otuz küsur asır boyunca hep aynı kuralların tatbikine çalışılmasının tek bir sebebi vardır: Binlerce sene boyunca hemen her vesile ile birbirini kesen insanoğlu hiç durmadan kan dökmesine rağmen “barış” kavramını aklının bir köşesinde yine de muhafaza etmiş, bazı stratejik bölgelerin askerî menfaatler doğrultusunda kullanılmamasına özen göstermiştir…

        Bu stratejik bölgelerin başında Boğazlar gelmektedir ve güçlü yahut güçsüz birçok memleket, 3 bin 3314 sene önce varılan Kadeş Andlaşması’ndaki Boğazlar ile alâkalı hükmü asırlar boyunca işte bu yüzden devam ettirmeye çalışmıştır!

        HEPSİNİ BİR GÜZEL UYDURDUM!

        Şimdi, meselenin en önemli, en can alıcı tarafına geliyorum:

        Belki farketmiş, belki de etmemişsinizdir ama, bu yazıda buraya kadar söylediğim herşey tarafımdan bir güzel uydurulmuştur! Ortadoğu’da Kadeş’ten buyana yapılan hemen bütün andlaşmalarda Boğazlar’dan bahsedilmesinden tutun, yazdığım bütün andlaşma maddeleri de palavradır!

        “Kadeş Andlaşması’nın 88. maddesi” dediğim metni, Milâttan Önce 1321 ile 1295 arasında hüküm süren Hitit Hükümdarı İkinci Mursilis’in tableti bulunup yayınlanan meşhur duasından aldım, içerisinde geçen “BOGAZZZA” kelimesini de uydurup metne ilâve ettim. Karlofça’nın 21. maddesi diye yazdığım Lâtince ibâreleri yine Milâttan Önce 84 ile 54 arasında yaşamış Romalı meşhur şair Gaius Valerius Catullus’un bir aşk şiirinden, 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Andlaşması’ndan güya naklettiğim Fransızca paragrafı da Fransız Edebiyatı’nın 16. asırdaki büyük üstâdı Fraçois Rabelais’in meşhur “Gargantua et Pantagruel”inden makasladım; “BOSPHORE”, BOSPHORUS”, “BOGAZICIUS” gibi saçma sapan kelimeleri de yine bendeniz uydurdum!

        Neden mi?

        Kanal İstanbul projesinin birkaç günden buyana ne zaman ve nerede bahsi geçse bunu hemen bir Montrö tartışmasının takip etmesi ve bilen-bilmeyen herkesin birer “Montrö üstâdı” kesilmesi artık bıktırdığı için!

        Uzun izahata girmeden kısaca ve daha açık şekilde ifade edeyim: Kanal İstanbul ile Montrö’nün hükümlerinin hiçbir alâkası yoktur! Üniversitede devletlerarası hukuk dersi görmüş olanlar bunu zaten gayet iyi bilirler, Montrö’nün metnini dikkatini vererek okumuş olanlar da proje ile andlaşma arasında bir münasebetin bulunmadığını daha ilk maddelerde farkederler.

        Montrö bugün artık bir bahaneden ibarettir ve kanal projesine muhalif olanların sığınağı hâline gelmiştir…

        Ortaya atılan bir projeye memleketin tamamının destek vermesi tabii ki mümkün değildir, bir projenin benimsenmesi kadar muhalif olunması da gayet normaldir ama muhalifliğin gereği karşı çıkma sebeplerini mantıklı şekilde tek tek sıralamak ve bunu yaparken Montrö gibi hayâlî kalkanların ardına sığınmamaktır.

        Demin, tam bu yazıyı yazdığım sırada nevzuhur Montrö allâmelerinden biri TV’lerden birinde taptaze, ılık ılık bir keramet yumurtladı; “Montrö savaş gemilerinin Karadeniz’de uzun müddet kalmasını engellediği için Karadeniz’e yerleşme imkânı bulamayan Amerika’nın gelecekte Kanal İstanbul’u kullanabileceğini, böyle bir gelişmenin Rusya’yı ayağa kaldıracağını, Moskova’nın andlaşmada değişik yapılmasını isteyebileceğini ve böylelikle Boğazlar’daki hâkimiyetimizi tehlikeye gireceğini” buyurdu…

        Hazret uyduruyor, sallıyor, kanat çırpıp uçuyor, tamam; ama onunla beraber programa katılan diğer konuklardan hiçbiri her nedense “Efendi, Montrö sadece İstanbul Boğazı’nı değil, Çanakkale’yi de kapsar! Hayâlindeki o Amerikan savaş gemileri Çanakkale’yi geçmeden İstanbul Boğazı’na nasıl gelecekler? Ege’den kanat çırparak mı?” diye sormayı akıl edemiyor!

        “Toplumun kamplaşması” denen garabet işte budur, böyle bir garabete kapılınca Montrö bile hayalî bir bahane hâline gelir!

        Diğer Yazılar