Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BÜYÜK şehirlerde kalabalıktan, gürültüden yahut günlük koşuşturmadan kısa biran için bile olsa uzaklaşıp derdinizi ve tasanızı unutup kafanızı dinlemeniz için gidebileceğiniz bazı gizli mekânlar vardır.

        İstanbul gibi iki bin küsur yaşında ama 60-70 seneden buyana rant hırsının, yağmanın ve zevksizliğin silindiri ile ezilmiş ve son nefesini vermekte olan bir şehirde de böyle yerler mevcuttur.

        Daha doğrusu "mevcut idi" ama çoğu yapılaşmanın kurbanı oldu ve geriye tek-tük, gözlerden uzak biryerler kaldı, o kadar!

        Artık hem görüntü hem de nüfus bakımından eskisi ile alâkası falan olmayan İstanbul'un yeni sâkinlerinin çoğu bu mekânlardan pek haberdar değillerdir. Sadece bilenlerin mâlûmudur ve arada bir oralara gidip nefes almaya çalışırlar.

        Elden giden böyle mekânların birkaçını hatırlatayım: Şimdi bir bankanın inşa ettirdiği binaların yükseldiği Ayaspaşa'daki Cennet Bahçesi, artık bir apartman ve bloklar mahşeri olan Moda'daki Mühürdar, villalarla doldurulan ve etrafı yüksek duvarla çevrilen Salacak Bahçesi, vesaire, vesaire... Bütün bu yerler ve daha pekçok mekân, yapılaşmanın ve rantın kurbanıdır...

        BETONLAŞTIRMA METODU

        Bizde göz konan böyle bâkir ve yeşil alanları fethedenler hedeflerine, yani betonlaştırmaya uzanan yolda ısrarla ama ağır ağır giderler...

        Önce, yapılacak işin "bir çevre düzenlemesi"nden ibaret olduğu söylenir. Aradan zaman geçer, "çevre düzenlemesi" denen şeyin "betonlaştırma" olduğu farkedilince başka bir açıklama yapılır; "Merak etmeyin, arazinin sadece yüzde yirmibeşini iskâna açıyoruz. Daha fazlasına zaten koruma kurulları izin vermiyor, biz de istemiyoruz" derler. Bir müddet sonra imar plânları sessiz sadasız değiştirilir, o "yüzde yirmi beş" tâââ yüzde seksenlere, doksanlara varır ve buyurun size nur topu gibi rezidanslar!

        Günlerden buyana Taksim Gezisi ile meşgul olduğumuz için, İstanbul'un gizli bahçelerinden birinin de gitmek üzere olduğunun pek farkında değiliz!

        Süleymaniye'deki "Botanik Bahçesi"nden bahsediyorum...

        Bahçenin bulunduğu yer bundan asırlarca önce "Ağakapısı", yani yeniçeri ağalarının makamı idi. İkinci Mahmud'un 1826'da yeniçeri ocağını kaldırması üzerine "meşihat makamı"na yani "şeyhülislâmlığa" verildi; sonraki senelerde bahçesinin bir bölümüne kızlar için bir lise inşa edildi, Cumhuriyet'ten sonra meşihat makamının ilga edilmesi üzerine şeyhülislâmların kullandığı bina İstanbul Müftülüğü oldu. Bu arada lise yandı ve üzerinde enkazın kaldığı arazi, İstanbul Üniversitesi'ne tahsis edildi.

        1933'teki Üniversite Reformu'nun ardından Biyoloji Enstitüleri kurulurken, Naziler'den kaçarak Türkiye'ye gelen Alman bilim adamlarının arasında bulunan botanikçilerden Alfred Heilbronn, Leo Brauner ve Walter Stephan burada Türkiye'nin ilk botanik bahçesini kurmaya başladılar ve bahçenin açılışı 1935 ilkbaharında yapıldı. O tarihten buyana İstanbul Üniversitesi'ne ait olan mekânda hem bazı dersler veriliyor, hem de bahçenin mevcudiyetinden haberdar olanlar gidip huzur buluyorlar.

        ÜNİVERSİTENİN VEBÂLİ!

        Ama bahçeyi bilenlerde ve orada ilim yapanlarda bir müddetten buyana huzur falan hak getire... Sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Türkiye'nin uluslararası literatüre giren ilk botanik bahçesi olan mekânı talep etmesi, üniversite rektörünün de talebi doğrulaması ama "Vermeyeceğiz" dememesi, yani gizli bahçenin de inşaat alanına dönme ihtimali...

        1935'ten buyana sahip çıkıp özenle muhafaza ettiği mekâna 68 sene rötar ile de olsa 2003'te "Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi" ismini veren İstanbul Üniversitesi burayı ne oldu da elden çıkartmaya meyletti, bilmiyorum.

        Mesele bahçeye Diyanet İşleri'nin, İstanbul Müftülüğü'nün veya bir başka kurumun göz koymuş olması ve üniversitenin elinden gitmesi ihtimali falan değil, "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" misâli, çok yakında yokolması tehlikesidir.

        İstanbul'u sadece Taksim'den ibaret zannedip günlerden buyana oraya takılıp kalanlara ve "hafriyat" sözünü ısrarla "harfiyat" diye yazan büyük gazetelerimize İstanbul'da ismini Kanunî Sultan Süleyman'dan alan "Süleymaniye" diye bir semtin ve Süleymaniye'de saklı kalmış ama cehenneme dönmek üzere olan bir cennetin vârolduğunu duyururum!

        Diğer Yazılar