Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HRİSTİYAN dünyasında en etkin iki mezhebin liderleri, Katolikler’in Papa’sı Fransuva ile Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos geçen gün Kudüs’te buluştular, öpüştüler, gelecek hakkındaki iyi niyetlerini ifade eden bir de bildiri imzalayıp beraberce dua ettiler.

        Papa ile Patrik’in biraraya gelmesi, Hristiyan dünyası için önemli kabul edilen bir başka buluşmanın 50. yıldönümüne tesadüf etti; 1964’ün 5 Ocak’ında o zamanın Papa’sı Altıncı Paul ile Rum Patriği Athenagoras, yine Kudüs’te biraraya gelmişlerdi.

        1964’teki buluşma, Hristiyan dünyası için daha da bir önemli idi, zira doğu ve batı kiliseleri o tarihten on asır önce, 1054 senesinde birbirlerini aforoz etmişlerdi ve bin sene boyunca birbirini dinden çıkmış grup kabul eden kiliselerin ruhanî liderleri Kudüs’teki buluşmalarında aforozları karşılıklı olarak kaldırmışlardı.

        ÖNCE KATOLİKLER’E VERİLDİ

        İki büyük kilisenin liderinin biraraya gelip sarılmalarına, öpüşmelerine, birbirlerine komplimanlar yağdırıp beraberce dua da etmelerine bakıp Katolik ve Ortodoks dünyası arasındaki buzların çözülmeye, anlaşmazlıkların da sona ermeye başladığını zannetmeyin! Papa ile Patrik’in Kudüs’te buluştukları yerin hemen ilerisinde bulunan iki mekânda, Hazreti İsa’nın dünyaya geldiği yer olduğuna inanılan Doğuş ve defnedildiği söylenen Kıyamet Kiliseleri’nde asırlardan buyana öyle bir mezhep rekabeti yaşanmıştır ki, didişmelere o asırlarda Kudüs’ün hâkimi olan Osmanlı Devleti bile son verememiş ve çareyi kiliselerin anahtarlarını papazlardan alıp Müslüman bir aileye teslim etmekte bulmuştur!

        İşte, Kudüs’te asırlar boyu yaşanmış olan bu “anahtar” kavgasının ve kavgaya karşı bizim bulduğumuz çözümün garip ve de eğlenceli öyküsü:

        Doğuş Kilisesi’nin anahtarını elinde bulundurup kapıyı açma yetkisi, 1520’lerde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Katolik papazlara verilmişti. Yetki, 1630’larda Rum Ortodokslar’a devredildi ve kilisenin kapısını 1850’lere kadar her sabah Ortodokslar açtılar.

        RUSYA VE FRANSA KARIŞTIRDI

        O senelerde Rusya devreye girdi ve Çar Birinci Nikola, Osmanlı Devleti’nin başını uzun müddet ağrıtacak olan “Mübarek Makamlar Meselesi”ni ortaya attı. Çar, Kudüs’teki kutsal mekânların idaresinin Rusya’nın elinde bulunmasını istiyor ve Osmanlı topraklarındaki Hristiyan teb’anın koruyuculuğunu talep ediyordu. O devirde Katolik dünyasının koruyuculuğuna soyunan Fransa’nın da işe karışıp anahtarların eskiden olduğu gibi Katolikler’e verilmesi için Osmanlı tarafına baskı yapması üzerine bunalan zamanın hükümdarı Sultan Abdülmecid, mükemmel bir çözüm buldu: 1852’de kilisenin kapısındaki kilidi değiştirtti ve bir fermanla anahtarın papazlarda değil, Beytüllâhim’in önde gelen bir Müslüman ailesinde, Hüseynîler’de bulunmasını emretti. Aynı işi daha sonra Kudüs’teki Kıyamet Kilisesi’nde de yaptı, bu kilisenin anahtarları da Müslümanlar’a verildi. Her iki mabedin kapısını tam 150 sene boyunca her sabah Müslümanlar açtılar ve didişmekten yorulan Hristiyanlar da rahat ettiler.

        Derken 2002 Ağustos’una gelindi ve silâhlı bir Filistinli grup Doğuş Kilisesi’ne sığındı. İsrail kuvvetleri ile silâhlı çatışmaya girdiler ve kilise ancak birkaç haftada boşaltılabildi. Çatışmalar sona erince Kudüs Rum Patriği Birinci İrineos uyanıklık etti ve kaşla göz arasında kilisenin kapısındaki kilidi değiştirip yeni anahtarı cebine atıverdi. Hani karı-koca birbirine girer, erkek evi terkedip gidince kadın kilidi değiştirir, kocanın gelip eşyalarını almasına müsaade etmez ya, işte öyle...

        Patrik’in kilidi değiştirip anahtarı da alması üzerine kapının Müslümanlar tarafından açılması geleneği son buluyor, kilisenin giriş-çıkışları Ortodokslar’ın kontrolüne geçiyor, yani Hazreti İsa’nın doğduğu mekâna hizmet etmenin sevabı sadece Ortodokslar’a ait oluyordu.

        ARAFAT’TAN YARDIM İSTEDİLER

        Kudüs Ermeni Patriği Torkom Manukyan, bunun üzerine Patrik İrineos’u Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’a şikâyet etti ve Sultan Abdülmecid’in 1852 tarihli fermanının yeniden uygulanmasını istedi. “Fermanda Beytüllâhim Kilisesi’nin kapısı ile ilgili uygulamaların hiçbir şekilde değiştirilmeyeceği yazar. Filistin Kurtuluş Örgütü ile kutsal mekânların yöneticileri arasında 15 Şubat 2000 günü imzalanan andlaşmanın dördüncü maddesi de bunun böyle olmasını öngörür” diyen Manukyan, Arafat’tan Rum Patriği’nin elindeki anahtarların alınmasını ve kilisenin kapısının eskiden olduğu gibi yine Müslümanlar tarafından açılmasını talep ediyordu. Kutsal topraklardaki Katolikler’in ruhani lideri olan Giovanni Battistelli de mektubu Manukyan ile beraber imzalamıştı ama Yaser Arafat epey uğraşmasına rağmen anahtar meselesini halledemedi.

        Katolik ve Ortodoks kiliselerinin liderlerinin geçen hafta buluşup etrafa birlik mesajları vermelerine rağmen Beytüllâhim’deki Doğuş Kilisesi’nin anahtarı konusundaki kavga hâlâ devam ediyor. Kilit değiştirilmiş olduğu için Hüseynî Ailesi’nde bulunan anahtar artık bir işe yaramıyor ve Katolik rahipler anahtarın çevrilmesinden doğacak sevabın Ortodokslar’a gitmemesi için 12 seneden buyana kiliselerin kapısında geceleri nöbet bekleyip kapanmasını engelliyorlar. Katolik hacılar, Doğuş Kilisesi’nde Hazreti İsa’nın doğduğuna inanılan yeri ziyaret ediyorlar.

        Kudüs’ün eli silâhlı Büyük Müftüsü filmlere bile taş çıkartacak bir ömür sürdü

        KUDÜS’teki Doğuş Kilisesi’nin anahtarlarını muhafaza eden Hüseynî Ailesi’nin en tanınmış mensubu, 1921 ile 1937 arasında “Kudüs Büyük Müftüsü” olan Hacı Emin el-Hüseynî’dir.

        1897’de Kudüs’te Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gelen Emin el-Hüseynî dinî eğitimini tamamladıktan sonra Çanakkale Savaşı’na katıldı ve ağabeyi Kâmil el-Hüseynî’nin 1921’de vefatından sonra müftülük makamına geçti.

        HİTLER’E NAZİ SELÂMI

        Filistin’de o senelerde gittikçe artan Yahudi göçüne karşı başlayan mücadelenin öncülüğünü yapan el-Hüseynî, bölgeyi elinde bulunduran İngilizler tarafından on sene hapse mahkûm edilince Fransız mandası altındaki Suriye’ye geçti, daha sonra yeniden Kudüs’e döndü ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya ile yakınlaştı. 1941’de Berlin’de Adolf Hitler ile biraraya geldi, Hitler’e Nazi selâmı verdi, Yahudiler’i Filistin’den kovmak için desteğini istedi, ardından Almanlar tarafından kurulan Boşnak, Hırvat ve Tatar birliklerini teftiş ederek destek sağladı ama Almanlar’ın yenilmesi üzerine tutuklandı ve Fransa’da ev hapsine kondu.

        Savaş suçlusu olarak yargılanması gündeme gelince Fransa’dan kaçıp Kahire’ye gitti ve bir ara Gazze’de birkaç Müslüman ülkenin tanıdığı ama kısa ömürlü bir de hükümet teşkil etti ve İsrail’in kurulması üzerine Mısır’dan Lübnan’a geçerek Beyrut’a yerleşti, 1974’teki ölümüne kadar Beyrut’ta yaşadı.

        KUDÜS’Ü VASİYET ETTİ

        İsrail, vasiyetinde Kudüs’te gömülmeyi arzu ettiğini söyleyen el-Hüseynî’nin sık sık gündeme getirilen bu arzusuna “Yahudi soykırımını bütün ayrıntıları ile bildiği ve desteklediği” iddiası ile her defasında karşı çıktı. Filistinli gruplar, El-Hüseynî’nin hâlen Beyrut’ta bulunan mezarının başkenti Kudüs olan tam bağımsız Filistin Devleti’nin kurulmasının ardından yerine getirilecek ilk görev olduğunu ifade ederler. el-Hüseynî, Almanlar’ın kurduğu Bosna birliklerini teftiş ediyor.

        Kilise anahtarının öyküsünü Türkçe’nin üstadından okuyun

        BİRİNCİ Dünya Savaşı yıllarını Cemal Paşa’nın yaveri olarak Suriye ve Filistin’de geçiren Falih Rıfkı’nın, yani sonraki senelerin meşhur gazetecisi Falih Rıfkı Atay’ın savaş senelerini anlattığı “Zeytindağı” isimli eseri hem Türkçe, hem de fikir şâheseridir. Kudüs’te, Filistin’de ve Sina Çölü’nde uğradığımız yenilgileri “Zeytindağı”nda olduğu kadar acı ama gerçek biçimde aksettiren bir başka eser Türk Edebiyatı’nda ve Türk tarihinde mevcut değildir.

        Falih Rıfkı, “Kamame” yani “Kıyamet” ve “Doğuş” kiliselerinin anahtar bahsini bakın nasıl anlatıyor:

        “...Kamame Kilisesi’nin Hristiyan milletler arasında taksim edilmiş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve bütün kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdi. Onun için Kamame’nin anahtarı bir hocanın elindedir. Bütün bu kıt’alarda biz işte bu hocanın vazifesini yapıyoruz: Ticaret, kültür, çiftçilik, sanayi, binalar, herşey Araplar’ın veya diğer devletlerindir. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.

        ...İsa’nın mezarı, üstünü temizlemenin sevabı pay edilemediği için toz toprak içindedir. İpi koparak düşen çanı hiç kimse kaldırıp yerine takamaz. Beytüllâhim Kilisesi de böyle idi: Enver Paşa kilise camlarının niçin kırık bırakıldığını sorduğu zaman, masraf etmek sevabını milletlerin paylaşamadığını ve her teşebbüsün arkasından kan ve kavga çıktığını söylemişlerdi. Başkumandan, kiliseyi bir jandarma müfrezesi ile sardırdı ve kilisenin pencerelerine yeni camlar ancak öyle takılabildi.

        Kamame Kilisesi’nin en büyük günü ateş günüdür: İsa’nın ruhunun göke çıktığı gün! Karargâh gençleri, hepimiz, bu büyük günü görmeğe karar vermiştik. ...Evvelâ tıknaz bir hoca efendi, anahtar bekçisi ile selâmlaştık.

        ...İsa’nın ruhu, eğer bugün içinden çıkmış olduğu yere inerek bu sahneyi görseydi, kimbilir patriklerini hangi oduna çakardı? Daha biz arabamıza binmeden, kilise kapısının dışında sönmüş mumların ilk piyasası kuruluyor ve Müslüman hoca kilise kapısını kapamak için anahtarını hazırlıyordu...”

        Diğer Yazılar