Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bol vaktimiz olduğu için birkaç senede bir aynı tartışmaları yapıp vakit kaybederiz. Şimdi sıra yeniden “Andımız”a geldi ve yıllar içinde tekrar edile edile klişeye dönüşmüş fikirler yeniden dolaşıma sokuldu. Dayatmacıymış da vesaire gibi liberallerin kozmetik kaygılarının ötesinde “Andımız” tartışması geliyor ilk kelimeye dayanıyor: “Türk’üm” demek isteyenler ve istemeyenler.

        Savunan da itiraz eden de ırkın biyolojik bir kategori olduğu yanlışına kolaylıkla düşüyor, çünkü bunca sene hepimize böyle ezberletildi ve insanoğlunun kültürel ve fiziksel farklılıklarının ırktan kaynaklandığını hiç sorgulamadan kabul ettik.

        Türkiye’de ulusalcıların karşı tarafı bir türlü ikna edemediği siyasi pozisyon Atatürk’ün kastettiği şekliyle “Türk’üm” demenin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına gönderme yaptığı. Gücünü milliyetçi siyasetten alan Kürt hareketinin “Andımız” itirazının temelinde ise Türk olmayana Türklüğü dayatmak var. Yıllar içinde İkinci Cumhuriyetçiler’in “Ne mutlu Türkiyeliyim diyene” gibi yapay önerileri de pek tutmadı. Cem Boyner zamanında Cengiz Çandar ve Mehmet Altan’dan duyup dağlara “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılmasının Kürt-Türk çatışmasının ana nedenlerinden biri olduğunu iddia edecek kadar bilgisizdi.

        Oysa Kürt nedir, Türk nedir? Bütün bunlar yaratılan kavramlar ve biyolojik hiçbir karşılığı yok. Evrime inanın inanmayın, insanın Adem ve Havva’nın soyundan geldiğini düşünenler için bile bugün dünya üzerinde farklı ırkların olduğuna inanmak, bu ırkları kategoriye ayırmak zorlama gelmeli. Kim siyah, kim beyaz, kim sarı… Daha önemlisi buna kim karar veriyor?

        DNA HARİTASINDAKİ SONUÇLAR

        Bu aralar epey moda DNA haritası çıkartmak. Kim olursa olsun etnik kökenini incelemek için bu hizmeti veren şirketlerden birine başvurduğunda aynı sonucu buluyor. İnsanın kendi kompozisyonunun bir yerinde DNA’sı mutlaka Doğu Afrika’ya dayanıyor. Belki yüzde bir, belki yüzde birden bile az. Ama genlerimiz hepimizin aslında Afrikalı olduğunu gösteriyor.

        İnsanoğlu 60 bin yıl önce Doğu Afrika’da başladığı yolculuğunda başka coğrafyalara göç etti, hem kültürel hem de fiziksel değişime uğradı. Tam da bu yüzden gözleri masmavi saçları sapsarı bir Kuzey Avrupalıylasimsiyah bir Afrikalıyıbirbirinden ayıran kültürel kodlarımız, yıllar içinde kabul ettiğimiz ezberler.

        İklim değişiklikleri, coğrafi şartlar görüntümüzü insanoğlunun bu uzun yolculuğunda şekillendirdi, farklılaştırdı, çeşitlendirdi. Söz gelimi bir Afrikalının burun yapısı yaşadığı coğrafyaya adaptasyonuyla ilgili; ten açıklığından göz rengine bizi birbirimizden ayırdığını düşündüğümüz her özelliğimizin bir açıklaması var.

        Kaldı ki, ırk belirleme konusunda gen haritası çıkarmak da bilimsel olarak muğlak bir alan. Önceki gün New Yorker’da Masha Gessen’in yazdığı bir yazıda vurguladığı gibi herkeste X bir özellik bulunuyorsa bu genetik bir işaret olarak kabul ediliyor, böylece herkese X deniyor. Daha da tehlikesi ırk üzerine yapılan tartışmalar son derece tartışmalı “ari ırk” ya da “ırksal kan” kavramlarının da kapılarını aralıyor: Belli bir ırkın sadece biyolojik farklılıklarına dayanarak diğerinden daha üstün olduğu algısı.

        IRK KOLAY BİR BAHANE

        O akla gelen en bilindik örneği vermeyeceğim, ama zamanında bizim siyasetçilerimizin de kan verme tartışmaları zaman zaman aralamaya çalıştılar. Ama yeteri kadar üzerinde durmadık. Çünkü doğal olmayan, doğada karşılığı bulunmayan ırk kavramını inşa etmek insanoğlunun kendi eksikliklerini, zayıflıklarını örtmesi için kolay bir bahane. Hele hele Türkiye gibi iç içegeçmiş insanların oluşturduğu göçebe bir toplumda ırk tartışması yapmanın hiçbir anlamı yok.

        Sonuçta politikanın dikte ettiği bu soyut kavram insanın işine geliyor. Irk adına cinayetler işleniyor, savaşlar çıkarılıyor, haritalar yeniden çiziliyor ve bütün bunlara tepelerde üç-beş kişi karar veriyor. Kendi kendimize yolumuzu bulamayacağımız için de bir otoriteye mecburen teslim oluyoruz.

        Tam da bu yüzden “Andımız” gibi şekil ve içerik olarak ilkokul çocuklarına hitap eden bir yemin de siyasi malzeme. İşimize geldikçe gündeme getiriyor, tartışıyoruz. Yoksa sadece “doğruyum, çalışkanım” demekle doğru ya da çalışkan, “Türk’üm” demekle de Türk olunmadığını bilecek kadar aklımız var sanırım. Sonuçta hepimiz hem Türk’üz hem de hiçbirimiz Türk değiliz.

        ***

        Evli çiftler neden çocuk diye ısrar eder?

        Evli ya da bir süre birlikte olan çiftlerin bilinçli bir şekilde çocuk yapmalarının açıklamasının hep başkaları da böyle yaptığı için benzer yolu sürdürmek olduğunu düşünürüm. Sonuçta hepimize belli ezberler öğretiliyor; büyüyecek, iş bulacak, aile kuracağız ve sonunda öleceğiz. Bir-iki sapma dışında çoğunluk kimin çizdiği belli olmayan bu hayat planına göre yaşıyor.

        “Neden çocuk yaptınız” sorusunu sorduğum çiftlerden bugüne kadar hiç ikna edici bir yanıt alamadım. Kendi soyunu devam ettirme merakı insanın ego’suyla ilgili, çocuk yapmakla değil çünkü. Genelde aldığım yanıt “Yapılması gerektiği için” oluyor.

        Epey bir sorduktan sonra evli bir arkadaşım kadın-erkek ilişkisinin bir süre sonra tıkandığını, yaş ilerleyince aynı heyecanın kalmadığını, ilişkiyi sürdürmek için yeni bir sayfa açmak gerektiğini söyledi. Çocuk hayat romanındaki yeni bölümün adı işte.

        Sonuçta bir süre sonra aşk bitiyor, eskiden olduğu gibi gezmek, dışarı çıkmak, hobilerle uğraşmak yetmiyor. Hele hele belli bir süre kalınan evlilikten çıkıp da yeni birini bulmak iyice zorlaşıyor. İnsanlar da çoğu zaman kolay olanı tercih ediyor: Çocuk yapıp kendilerini oyalıyorlar. Konuşacak konu, kendilerini meşgul edecek bir uğraş çıkıyor ve hayatlarını çocuklarına adıyorlar.

        Pek çok çift çocukları üniversiteye gidip evden ayrıldıktan sonra boşanıyor mesela. Çünkü ortak konuları bitiyor, birbirlerine tahammül edemiyorlar.

        Private Life'ta başrolleri Paul Giamatti ile Kathryn Hahn paylaşıyor.
        Private Life'ta başrolleri Paul Giamatti ile Kathryn Hahn paylaşıyor.

        Netflix’te bu aralar gösterilen “Private Life” filmi de kafamdaki “İnsanlar neden çocuk yapar” sorusuna verilen en iyi yanıtlardan biri oldu. New York'lu bir çift her yolu deneyerek çocuk sahibi olmaya adamışlar hayatlarını. Olmuyor, ama denemekten vazgeçmiyorlar. Mucize yöntemler, tüp bebek, suni döllenme, taşıyıcı anne bulma… Aklınıza ne gelirse. Kafayı takmışlar bir kere…

        Çünkü bu entelektüel çift de hayatlarında yeni bir konuya ihtiyaç duydukları o noktaya gelmişler. Yoksa birbirlerine tahammülleri kalmamış, zaten seks falan da çoktan bitmiş. Bir çocuk, bir heyecan, yeni bir konu arıyorlar.

        Filmi tam da bu dürüstlüğü yüzünden çok ama çok beğendim.

        Diğer Yazılar