Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün Amerika’da Şükran Günü. Sokaklar bomboş, dünden beri havalimanları kapasitenin üzerinde çalışıyor, akşama doğru da alışveriş merkezleri adeta yağmalanacak. Hemen her evde ırk ve dinden bağımsız olarak aşağı yukarı aynı yemekler yenecek. Sofranın yıldızı hindi tabii ki. Burada yılbaşı hindisi yok, tarihçilerin üzerinde tam uzlaşamadığı nedenlerden dolayı Şükran Günü’nde bir tek hindi yeniyor. Bir de Disney’in eğlence parklarında dolaşırken elde koca bir but yeme geleneği var.

        Hemen her Kasım ayında bizim Hindistan’dan geldiğini düşündüğümüz için hindi dediğimiz, İngilizcedeise Türkiye’den geldiğini varsaydıkları için “turkey” denen bu hayvanın tarihine dair yazılar çıkıyor gazetelerde. Ortaokulda bir arkadaşım yıllığıma “Şükran Günü’nde ‘turkey’ yesen ironik olmaz mı?” diye yazmıştı, çok alınmıştım o zaman.

        Gazetelerin bu sene Şükran Günü’nde toplanacak ailelere bir tavsiyesi daha var. Zaten aile buluşmalarında kavga çıkması kaçınılmaz. Birbirlerini yılda bir sene gören aile mensupları neden aralarına mesafe koyduklarını yemekten sonra bir kez daha hatırlıyor. Ama son iki yıldır sofrada politika konuşmamayı tavsiye ediyor gazetelerde çıkan yazılar.

        Havadan sudan konuşun, televizyon dizilerinden bahsedin falan diyorlar. Sakın ama sakın Trump’a gelmesin konu…

        Başkan Trump 2017'de Şükran Günü'nde...
        Başkan Trump 2017'de Şükran Günü'nde...

        Malum, ABD muazzam bir kutuplaşmaya kurban gitti ve Trump’ın başkan seçilmesinden sonra ayrışma iyice derinleşti. Kalabalık ailelerde biri mutlaka başka bir partiye oy vermiş çıkıveriyor, herkes de kendi pozisyonunu esnetmemekte o kadar dirençli ki sonunda kavga çıkıyor, küslük başlıyor.

        Son 10 yılın Türkiye’si gibi değil mi?

        Etrafıma bakıyorum da, siyasi pozisyonlardan dolayı kaç aile birbirine küstü, kaç dostluk bitti bizde de. Eskiden farklı siyasi görüşler hoş görülürdü, şimdi saflar iyice belirginleşti ve herkes keskinleşti. Sosyal medyada her isteyenin ağzına geleni söyleyebilmesi, çok keskin siyasi pozisyon alabilmesi hayata da yansıdı.

        Özellikle Türk entelektüelleri arasında son 10 yılda oluşan küslüklerin özünde hep siyasi ayrımalar yatıyor.

        Şükran Günü’ne sokak dilinde “Turkey day” diyenler var, bu sene tam Türkiye günü oldu hakikaten.

        ***

        Bu senenin mutfak krizi

        Aşırı iklim değişiklikleri mutfağı vuruyor sık sık. Bir bölgede yaşanan kıtlık sofraları da etkiliyor. Mesela Meksika’da karteller avokado, lime gibi yiyeceklerin kontrollerini ellerinde tutuyor ve fiyatlar ona göre oynuyor. Geçen sene Madagaskar’da yaşanan kıtlık sonucu vanilya fahiş fiyatlara yükseldi, gümüşle aynı paraya satılıyor şimdi. Tatlıcıların hepsini vurdu.

        Geçtiğimiz yıllarda Şükran Günü sofralarının olmazsa olmazı pecan pastasının fiyatı çok artmıştı mesela. Bizde olmayan bir ceviz türü olan pecan üretimi iklim yüzünden düşünce marketlerde kıtlık başlamış, fiyatı yükselmişti.

        Bu sene piyango marula vurdu.

        Tam da Şükran Günü’nden iki gün önce devlet bütün marulların çöpe atılması gerektiğini söyledi. 14 kişide e.coli hastalığına rastlanmış. Marulu nereden aldığınızın bir önemi yok. Önceden yıkanmış olup olmadığının da… Ne marka olursa olsun… Hepsinin çöpe atılması şart.

        Tabii yemek blog’ları falan hemen marula alternatif ne olabilir yayınlarına başladı. Göbek salata önerenler, Sezar salatasını kale’le yapmayı tavsiye edenler var.

        Aslında yaz başında da bir marul krizi yaşanmıştı. Yine e.coli’ye rastlanmış, özellikle Arizona’da yetişen marulların tüketilmemesi tavsiye edilmişti. Bir süre sonra ise marulun artık güvenli olduğu açıklandı ama pek uzun sürmedi.

        Tam da Smitten Kitchen adlı yemek blog’unda yeni bir Sezar salatası sosu bulmuş, onun bağımlısı olmuştum. Az önce dolabı boşalttım ve marulları çöpe attım.

        ***

        İstanbul’da huysuz bir baba oğul

        Netflix’in izleyiciye tavsiyelerde bulunan algoritması sandığımız kadar kuvvetli değil demek ki… Zira Ekranella’nın sahibi Elçin Yahşi tavsiye etmese İngiliz komedyen Jack Whitehall’un babasıyla yaptığı programdan haberim olmayacaktı.

        Bu çağda bile arkadaş tavsiyesi her türlü makineden daha üstün işte.

        Oğlunun görgüsünü artırmak için onunla Avrupa seyahatine çıkmayı kabul eden Whitehall’ların son durağı İstanbul. “Travels with My Father”ın ikinci sezonun beşinci bölümünde baba Whitehall’un doğum gününü Boğaz’da kutluyorlar. Geceliği 30 bin euro’ya Çırağan’da kalıyorlar, nargile içiyorlar, Maraş dondurması yemeye çalışıyorlar… Program da cami görüntüsü ve ezan sesiyle açılıyor zaten.

        Buraya kadar her şey klişe gibi…

        Ama baba oğul Whitehall’lar o kadar komik ki… Bazı sahnelerde sesli güldüm. Fonda İstanbul’un olması önemli bile değil ama şuursuz oğulla antipatik babanın hayata yaklaşımlarını görmek çok eğlenceli.

        Kısacık bölüm zaten, hemen bitiveriyor.

        Diğer Yazılar