Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Mazinin şanlı zaferleri ya da hatalarla örülen tatsız neticeleri milletlerin atiye bakarken başvuracağı temel kaynaklardır. Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi “Milliyetler mazilerden akıp gelen sellerdir.”

        Bununla birlikte milletleri tahlil ederken ya da kimi kararlara yön verirken bu gerçeklerle yoğrulmanın yerindeliği tartışmasızdır.

        Aslında milletlerin ruhudur varoluşsal kaygıyı belirleyen…

        Bir süredir dünya, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan ve çok kutuplu bir savaşa dönüşen gelişmeleri kaygıyla izliyor. Her ne kadar Batı ve ABD’nin tutumu göz ardı edilemese de esas olarak Rusya’nın tarihsel birikimi ve Putin’in maziden aldığı tehlikeli kodlar en kritik hususlardır.

        İşte böyle bir bakış açısıyla okudum “Rusya’nın Ruhu” (Ötüken Neşriyat) adlı çalışmayı… Kitabın yazarı Turhan Dilmaç, bu coğrafyada uzun yıllar görev yapmış olan yetkin bir diplomat. Entelektüel birikimiyle Türk diplomasisine kıymetli katkılar sağladığını yakınen biliyorum. Halen süregelen diplomatlığın verdiği sorumlulukla ciddi bir özen ve dengeyle hazırlanmış bir eser olduğunu söylemeliyim. Yazarın kişisel tespit ve iddiaları kitabın farklı mecralarına ince bir şekilde serpiştirilmiş...

        Kitapta Rusya’nın tarihsel emelleri, çıkarları ve bugünkü politikasına yön veren temel dinamikler seçili aktörler ve belirli bir olaylar zinciri ile aktarılıyor.

        19. yüzyıla gelindiğinde Rus siyasi düşüncesinin Batılılaşma çabalarına direnç gösteren "Slavseviciler" ve Batının değerleri çerçevesinde bir modernleşmeye öykünen "Batıcılar" şeklinde bir ayrım yaşıyor. Bu ayrımda vücut bulan karşıtlık aslında tamamen "batının karşısındayız" mesajı da değil. Ne batı ne doğuda kendisine özgü bir yerde duran Rus kültürüne işaret ediliyor. Bir yönüyle de bocalıyor! Montesquieu, “Kanunların Ruhu” adlı eserinde Rusları ve hatta Türkleri Avrupalı olmayan ölçütlerde değerlendirmektedir. Yazar da eserinde Dostoyevski’nin “Ruslar Avrupa’da Tatar, Asya’da ise Avrupalı idiler” sözünü hatırlatıyor.

        Elbette maksadımız bir tür “egosantrizm” ya da “bizden türemişlik” iddiası değildir ancak bu coğrafyadaki gelişmeleri ve devinimi irdelerken Avrasya’nın neredeyse bir baştan diğerine Türkleştiği Türk Avrasya’sını asla unutmamak gerekiyor. Zira bugünkü Avrasyacılık idealinin hala Türk Avrasyasına bir anti tez olarak hayatta kalabildiğini söylesek abartmış olmayız. Yeri gelmişken rahmetli İbrahim Kafesoğlu’nun “Bundan 1500 yıl önce bir Alman milleti, bir Fransız ve İngiliz milleti yoktu. Bunların ilk hatıraları Türklerden çok sonradır.” sözü belleğimizde yer bulmalıdır. Tesadüf değildir ki yaklaşık 2 Bin yıl sonra TÜRKSOY adlı kuruluşun “Tuna’dan Orhun’a uzanan bir köprü” temalı yarışma düzenleyebilmesi…

        Yine kitaptan devam edecek olursak Avrasyacılığın Turani ve Türk halklarının statüsü, durumu veya refahını ilgilendiren bir ideoloji olmadığının altı çiziliyor. Özellikle şu ifade önemliydi: “Rus muhafazakarlığının, milliyetçiliğinin ve Avrasyacılığının kimi öğelerinin Rus Devleti tarafından daha sık dile getirilmesiyle eş zamanlı olarak RF içerisindeki etnik Cumhuriyetlerin edindikleri kazanımları kaybetmeleri yol göstericidir.” Burada bahsedilene en iyi örnek Tataristan’ın özerk statüsünün anayasal bir düzenleme ile bölge valiliği seviyesine çekilmiş olmasıdır!

        Günümüz Rusya’sının aslında ne yapmak istediğine yönelik bir parantez açmak gerekirse Nobel ödüllü yazar Aleksandr Soljenitsin ile Putin arasındaki ilinti ve uyumdan söz edilebilir. Soljenitsin 1990’larda Sovyetleri oluşturan Cumhuriyetlerden kurtulmak gerektiğini ve Ortodoksluk temelinde bir Slav birliği kurulmasını önermişti. Yine Kazakistan’ın kuzeyinin onlardan alınmasını da en çok seslendiren kişiydi. Putin “gerçek bir vatansever olarak nitelendirdiği Soljenitsin ile görüşmeler yapmış ve her fırsatta saygısını ifade etmişti. Sojentisin de Putin için "Rus olmanın ne demek olduğunu yeniden keşfeden lider" demişti. Şimdi pek muhtemel ki bu hayallere ilerlemek için Ukrayna engeli aşılmak isteniyor.

        Son bir hatırlatma, 10. yüzyılda kudretli hükümdar Vladimir, Hazarlar ve Bulgarların nüfuslarının artmasından çekinerek Doğu Roma ile ittifak yapmak istemiş ancak reddedilmişti. Bunun üzerine bugünkü Ukrayna'daki Herson'a saldırarak Doğu Roma topraklarında daha fazla ilerlememek karşılığında kendisiyle işbirliği yapılmasını sağlamıştı. Bu, Rusların Ortodoks Hristiyanlığa geçişini sağlayan önemli bir aşamaydı.

        Bakalım bundan sonra Avrasya’daki olaylar ve gelişmeler Rusya’nın ruhunu nereye taşıyacak…

        Diğer Yazılar