Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Başta ekonomi olmak üzere Türkiye’de bugün yaşanan sorunların bir yerinde geleceğe yönelik belirsizlik durmaktadır. Yaklaşan seçim ya da bir erken seçim bu belirsizliğe bir nefes alma getirir mi, derseniz evet belirli bir heyecan yaratacaktır. Ancak Türkiye’nin bugün içerisinden geçtiği koşulları daha farklı pencereden görmek adına psikolojide çok kullanılan “Tünel Metaforu” ve oradan çıkarılabilecek 3 senaryoya değinmek istiyorum.

        Sanırım bugün pek çoğumuz geleceğe bakarken puslu bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Baktığımız yerde göremediğimiz, sonucunu çok da kestiremediğimiz bir gelecek var. Ve bu belirsizliğin uzaması bizi o kadar geriyor ki “sonu ne olursa olsun yeter ki sonuca gidelim!” görüşü kanaatlerimizi biçimlendiriyor.

        İşte burada tünel metaforu ve benim tünel kıskacı olarak değerlendirdiğim yolculuğa giriyoruz.

        Bu anlayışa göre bir tünele girdiğimizde (ki bu yazıda bir toplumun geçmekte olduğu bütünsel koşullar aklımıza gelmeli) ilk anlarda karanlığı daha fazla hissederiz. İlerledikçe tünelin sonundaki ışık hem hedef hem de algısal olarak etrafa olan tüm bakışımızı yönlendirir ve kısıtlar.

        Kaygı kabımız giderek dolmaktadır.

        Ve tünelde ilerlerken ilk başta rasyonel kararlar verebilme yeteneğimiz tünelin çıkışı uzadıkça akıl yerine duyguları devreye sokar.

        Karanlık arttıkça aslında gerçeklikten de kopuş gerçekleşir. Geleceğe ilişkin beklentilerimiz örselenir ve sadece kendi kaygılarımız derinleşir.

        Tünel içinde görüş katı ve kısıtlayıcıdır, ışığa yönelmek ise akıcı ve özgürleştiricidir.

        Bu sebeple bugün Türkiye’de insanların hatırı sayılır bir kısmı hayat pahalılığı ve artan belirsizlik içerisinde sıkışıp kalmış adeta bir ekonomik tünelin karanlık şeridinde ilerlemeye çalışmaktadır.

        En büyük belirtilerden biri, insanların bir süre sonra baktığı yeri olduğu gibi değil, kendi olduğu gibi görmesidir. Birbirlerine ve ülkedeki olaylara karşı fotoğrafın kendi durdukları yerden görülmesi de diğer yap-boz parçalarının kaybolması gibidir.

        Böyle bir gidişat karşısında milletin fertleri birbirinden uzaklaşır ve önce topluluk ardından bir tür yığınlaşma süreci başlar.

        En tehlikelisi de bu karanlık tünelde yaşamaya mahkum edilmek ya da bu yaşama katlanmak durumunda olduğumuz bir sınamayla karşı karşıya bırakılmaktır.

        Nitekim bu artık salt bir tünel metaforu değil, onu da aşan tünelde kıskaç halinin ifadesidir.

        Peki ne yapmak gerekiyor?

        Doğrusu milletin bu sorun karşısında üç senaryo ile baş başa olduğu ileri sürülebilir.

        Birinci senaryo tünelin ucunda gerçek bir ışık olduğunun kanıtlanabilmesidir. Gerçek diyorum zira yaklaştığımız ışık bize doğru gelen ağır bir vasıta konvoyu olabilir!

        Kim kanıtlayacak bunu?

        Hem iktidar hem muhalefet, yani “karanlık tünelden ben çıkarırım” diyen kim varsa onlar bunu kanıtlamak sorumluluğundadır. Türk milleti için en iyimser ve olmasını arzu ettiğimiz senaryo da budur. Çıkış yakalanırsa yolumuza daha da hızlı ve özgüvenle devam edebilir.

        İkincisi tünelde yaşamaya alışmamız gerektiğinin ön kabulüdür. Böyle bir durumda “giden gider kalan sağlar bizimdir” yaklaşımı hayata geçecektir.

        Üçüncü ve en kötü senaryo da tünelin altında kalmaktır. Bu senaryo da içerde ve dışarda yapılacak hatalı kararlarla tünelden çıkışın tamamen kapatılması halidir. Böyle bir sonuç karşısında “tüneli açarım” diyenlerin de yapacağı fazla bir şey kaldığı söylenemez.

        Şimdi bir an için durup düşünelim…

        Tünelin neresindeyiz? Gördüğümüz ve beklediğimizle olan biten gerçeğin arasında bir fark var mıdır?

        Ve dahası bu tünelden çıkış için hangi senaryonun işlemesini istiyor ve gerçekçi buluyoruz?

        Diğer Yazılar