Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Asiye Dinçsoy ile bugünlerde festival de ve daha sonra Başka Sinema kapsamında vizyona giren Toz Bezi vesilesiyle oyunculuk ve performans üzerine konuştuk. Samimi, neşeli, gerçekçi ve derin cevaplarıyla ümidimizi tazeledi, heyecanlandırdı… Kim bilir bize daha ne oyunlar oynayacak besbelli! Filmi ve muhteşem performansını ayakta alkışlayarak hunharca soru sormaya başlıyorum, buyurunuz! (Ayrıca film senenin açık ara fark en en ennn iyilerinden, kaçırmayınız ve bilet derdine düşünüz. Sonra bana teşekkür etmeyi unutursanız hiç sorun değil, ben alışığım…)

        • Toz Bezi, yurtdışında festivallerin tozunu attı. (Bu basit kelime oyununu yapmaya direnecek kadar güçlü değilim, özür dilerim Asiye:)) Meselesi nedir? Neden bu kadar başarılı oldu?

        :) Toz Bezi evlere temizliğe giden iki gündelikçi kadının hikayesi. Gittikleri evlerdeki kadınlarla kurdukları ilişkiler, şehrin ve geldikleri sınıfın zorluklarıyla mücadelede birbirlerine sarılmaları, dayanışmalarının hikayesi. Metropolün zorluklarına karşı göğüs germeye çalışan iki kadının gittikleri evlerdeki kadınlarla ortak paydalarını, ayrıldıkları noktaları, onların hayatlarına duydukları özlemleri ve beklentilerini, hayal kırıklıklarını konu alan bir film. Tüm bu bilindik öykülerin yanı sıra sınıf meselesine bakışıyla olsun, kadın meselesine bakışıyla olsun ezber bozan bir yanı var. İki kadının, kendilerine biçilmiş rolleri kabul etmekten çok mücadeleci yanları ki aslında gerçekte de böyledir ama görünmezdir bu durum genelde Toz Bezi'nde ezberi bozan bir durum yaratıyor. Nesrin kocasına sesini çıkarıyor gitse de geri dönmesi için yalvarmıyor bunun yerine daha zor olanı seçip, iş bulmak ekonomik olarak ayakta durmak ve kızına bir hayat kurmak peşinde, Hatun da gittiği evlerdeki kadınların hayatınaözense de aslında onlar gibi olmaktan öteöyle bir hayatı kendinin de hak ettiğini düşünüyor. Öyle politik bir bilinçten gelen sınıf farkındalığı değil bu. Kendinden vazgeçmeden bir yaşam kurma hakkının olduğunu doğalında hissediyor. Bu konuyla ilgili yüzlerce teori kitabı yazılmış, sisteme ben de varım demenin yüzlerce teorisi var ama aslında en doğalında olan ve yabancılaştırdığımız şey kendimiziz. İnsan olmanın getirdiği haklar için mücadele ederiz, kadının da bir insan olduğunu kabul ettirmeye çalışırız, düşüncenin suç olmaması gerektiği ile ilgili hep bir mücadele veririz, dünya tarihi bunlarla dolu. Oysa bir tek şey var tartışılmasız kabul edilmesi gereken ya da kabul edilmenin bile söz konusu olmaması gereken o da” ben de varım” ve “bu dünyada benim de güzel yaşamaya hakkım var”dır… Kadınlıklarıyla, ortaya koydukları emekle, hak arayışlarıyla, kocalarına koydukları tavırla, güzel yaşama isteğiyle biz de varız diyor Toz Bezi kadınları. Bununla da kalmıyor üstelik, sadece ben de varım deme hikayesi değil Toz Bezi, kadınların geldikleri yer, etnik kimlikleri ve kadınlık kimlikleri üzerinden katmanlanan bir senaryoya sahip. Ve tüm bunları işlerken de kör göze parmak üsluptan çok uzak. Ahu’nun kalemi bu anlamda çok güçlü!

        İşte bu ince ama önemli ve artık unuttuğumuz ayrımlardan geliyor Toz Bezi’nin farkı, ve mağdur edebiyatının ötesine geçiyor bu noktada da... O yüzden de yurt dışı festivallerinin tozunu attırmış olabiliriz:))))

        • Nasıl bir karakter canlandırıyorsun?

        Nesrin bir kız çocuğuna sahip, hayatta çok yüksek sesle cümleler kurmamış bir kadın, bir defa kurmuş onda da kocası evden gitmiş:). Geri dönmesini bekliyor ve istiyor ama kocası kendi dönsün istiyor. Ona ‘geri dön’ demeyecek kadar da gururlu. Kocasının gidişinin sebebini çıkışsız kaldığı noktalarda ‘kadın olamadım ben’ diyerek kuruyor. Ekonomik zorluklara mücadelede direniyor aslında ama sistem ayakta kalmasına tutunmasına izin vermiyor. Bir nevi ‘başarısız insan modeli’, ama aslında değil! Durum Nesrin’in başarısızlığından öte sistemin bireyler üzerindeki başarısı. Sistem buradan nefes alıyor çünkü, birilerini yok ederek. Toz bezi’nde iki kadın birbirini var eder durumda. Aslında ayrı ayrı karakterlerden öte aralarındaki ilişki karakterlerin şekillenmesinde belirleyici ve en önemli role sahip.

        • Nazan Kesal gibi sanat ve popüler kesimin hepsini birden kucaklayan güçlü bir isimle çalışmak nasıldı? (Hayatını ‘Toz Bezi’nden önce ve sonra diye ayırabilir miyiz? Yoksa bu saçma soruyu soranı mı 2’ye ayırırız?)

        Hahahaa bu sorunun parantez içine kahkaha attım:). Her işten öncesi ve sonrası oluyor ister istemez senin kişisel ve oyunculuk tarihine bir şeyler eklemleniyor. Ama “Nesrin” bir oyuncunun oyunculuk hayatında karşısına çıkabilecek çok iyi bir rol. Bu anlamda şanslıyım. Aynı zamanda bu filmle çok güzel kadınlarla tanıştım. Bu çok özel bir durum benim için. Ahu, Nazan, Çiğdem, Meryem, Gökçe, Didem, Nesra, Merve, Aslı, Seda, Bilen, Gözde ve Nesra:) Onlar kendilerini bilir soyadlarını kullanmıyorum bile:). Aynı Zamanda Serra Yılmaz ve Meral Çetinkaya gibi ustaların katkı sunduğu bir filmin başrollerinden birini üstlenmek de epeyi güzel bir duygu bir yandan:). Mehmet Özgür’ü de aramızdaki tek erkek olarak unutmayalım:))). Gelelim Nazan Kesal’a:)!Hatun’un Nazan Kesal olduğunu duyunca biraz ürkmedim değil:)! Belki sırf bu duygumdan o beni soğuk bulmuş bile olabilir ilk buluşmamızda. Aynı zamanda tabii ki onun deneyiminden de ürktüm. Ama elbette hiç bir deneyim beni yıldıramaz diyerek de devam ettim:))))). (Bu konuları hiç konuşmadık bu arada ilk defa buradan öğrenecek.) Daha sonra ise onunla çalışmaya başladıkça her defasında şükrettim iyi ki Nazan Kesal olmuş diye... Enerjisi bu kadar yüksek, bu kadar neşeli, bu kadar lafını esirgemeyen, ama bir o kadar da sahiplenip kollayan biri olabileceğini asla tahmin etmezdim.Bu saydıklarımın hiç birini yapmayıp sadece işini yapıp kolayına kaçabilirdi bazıları gibi... Ve öyle de rahatlıkla yoluna devam edebilirdi. O dönem iki sette birlikte çalışıyordu. Yorgunluktan canı çıkıyordu ama sete geldiğinde kahkahalar başlıyordu. En güzel gülebildiğim insanlardan biri... İyi insan olmayan iyi oyuncu olamaz derler hep, ben buna çok inanırım. Ve böyle oyuncular için oyunculuk hayatın önüne geçmez ama aynı zamanda da çok iyi oyunculardır. Nazan Kesal’de bunlardan biri... Piyasa dedikleri ve zamanla kendi dilini, tavrını ve ilişki biçimlerini oluşturmuş tutumlara asla inanmadım. Öyle oyuncular ve yönetmenlere de hep tam kızacakken bir gülesim gelir, pek ciddiye almam. Piyasa diye yutturdukları, hep sonradan öğretilmiş, öğrenilmiş tavırlardan ibaret.

        • Ben değil de Pirandello diyor ki “Sinema oyuncusu, kendini sürgündeymiş gibi hisseder. Yalnızca sahneden değil, ama kendi kişiliğinden de sürülmüştür.” Yani kameranın yabancılaştırması, yalnızlaştırması filan gibi herhalde zahar… ( Ben de Pirandello’nun yalancısıyımJ…) Oluyor mu kamera önü oyunculuğun yan etkileri, hastalıklar, arazlar…?

        Sevgili Pirandello ne demiş anlamadım ama sanırım kendisi tiyatrodan geldiğinden dolayı tiyatrodaki oyuncu-seyirci ilişkisinin sinemada oyuncu- kamera ilişkisinde kendini bulduğundan bahsediyor Zahar:)! Seyirciden kopuk sanki bir adaya sürülmüş hissi bu sanırım. İlk sinema deneyimimde ben bunu çok hissetmiştim. Onun için sinema oyunculuğu tiyatro oyunculuğu gibi oyunculuk çeşitlerimiz var ki bence oyunculuğun kökeni aynı. Sadece kamera deneyimi diye bir şeyden bahsedebiliriz. Gerçekten fark ettiren bir durum! Kameranın seni hangi açıdan aldığı, nereye konuştuğun, sahneleri nasıl parçaladığı,tüm bunların kurguda bir karşılık bulması hepsi önemli! Bunları bilmek, bunlarla deneyimlenmiş olmak elbette sonucu çok etkiliyor. Elbette oyuncuyu yönetenin, çekenin de kabiliyeti tartışmasız önemli.

        • Star sistemi sinemadan insanı neredeyse diskalifiye etmek üzereyken starların yaratılan personadan kurtulup karakter oyuncusu olmak için küçük sahnelere koştuğu görülüyor. Ne oluyor, oyunculuk anlayışı değişiyor mu? (Bu soruyu İsviçreli bilim adamları ve Tübitak işbirliğiyle geliştirdim:).)

        :) Evet ben de fark ediyorum başrollerde oynayan oyuncuları küçük sahnelerde tiyatro yaparken görüyoruz artık. Bu sevindirici. Bence hep böyle olması gerekiyordu. Çünkü aslında oyuncunun beslenip güçlendiği yerler o küçük sahneler genelde. Dizi, sinema, tiyatro sektörü birbiri ile çok temasta bulunmadı şimdiye kadar. Bu durum her bir sektöre kendi alanında zarar veriyor olsa da bence en çok diziciler bundan zarar görüyor(ekonomik olarak kazançlı olsalar da). Çünkü tiyatro ve sinemadaki nitelikli oyuncuları gözden kaçırıyorlar. Bu hem kaliteyi arttırmak hem zaman kaybını en aza indirmek ve buna bağlı olarak da ekonomik kaybın önüne geçmek demek. Yani demem o ki; sinemadan, tiyatrodan oyuncu seçseler daha karlı olabilirler:).

        • Ülkemizde oyuncu olmak akıllı işi mi? Dertsiz başına dert mi? Olmasa mı kurtulur olsa mı?

        Oyuncu olmak dünyada deli işi, burada artı bir deli olman gerekiyor. Zor gerçekten... Daha da zorlaşacak gibi görünüyor. Salt yetenek ile yürümüyor işler. İlişkiler çok belirleyici, böyle olmaması tercihim olurdu açıkçası. Yetenek tek kıstas olsaydı keşke ama değil. Dünyada da böyle değil, sistem böyle değil. Oyunculuk da bu sistem içerisinde bir alan, farkı yok aynı sistemle muhataplığı var. Aslında doğalında muhalifken bu muhaliflik kişilerin ekonomik kaygıları ile fazlasıyla törpülenmiş durumda ama umudum da yok değil.

        • İyi oyuncu olmak için gerçekten iyi insan olmak gerekiyor mu?

        Ben buna inanıyorum. Hep bu söylenir bir yerlerde aslında bunun sebebi çok kötü örneklerle karşılaşılması sanırımJ. Sanki kötü olmak zorundaymış gibi davrananlara karşı oluşturulmuş bir akım mıdır nedir, bilemedimJ. Bence egoların büyük etkilerinin olduğu bir alan oyunculuk, fakat herkes bu durumu yanlış anlıyor ve yanlış yaşıyor gibi. O egolar karakter yaratmadaki iç itkilerimiz için varken, bunu yanlış anlayanlar başkalarını ezmek, kapris yapmak üzerine kuruyor. Bu kapris ve ezmeler oyuncudan bağımsız,“piyasanın” yarattığı ve sanki hep öyleymiş gibi sorgulanmadan sunulan ilişki biçimlerini ortaya çıkarıyor. Bu durum, salt oyuncunun problemi değil, kostümcüsünden makyözüne, kuaföründen set işçisine durum arızalı, hastalıklı! Ve egolarını doğru yönde kullananlar da hem iyi insan oluyorlar hem de iyi oyuncu.

        • Bu şartlarda oyuncunun kariyer stratejisi yapma şansı, lüksü var mı? Yoksa kapılıp gidiyor mu bahtının rüzgarına hatta çoğu zaman bahtının rüzgarı bile esmiyor mu?

        Gerçekten zor herkes için adaletli yürümüyor işler. Birçok oyuncu işsiz! Hiç bir yerde oynamamış, üretemeyen ve ciddi ekonomik problem yaşayan çok oyuncu var... Zaten doğasında adaletsiz bir iş yapıyoruz bir de dış faktörler eklenince çok acımasız bir hal alabiliyor. Tiyatro yapmak istiyorsun ama bir şekilde yürütemeyip tiyatrosunu kapatan insanlar var. Hiç bir destekleri yok çünkü. Ekonomik problemi olan kişi elbette kariyer stratejisi yapamıyor. Zaman zaman hiç içinde olmak istemeyeceği bir projeye belki başka bir kapı açar mantığı ile tamam diyebiliyor. Mesela, Türkiye'de yılda kaç film yapılıyor kaç filmde sana göre bir rol olacak ve o sana göre olan rollerden kaçına seçileceksin. Bu durumda da oyuncu gelen projelerin olumlu taraflarını didikleyip bulmaya çalışıyor. Yani hepimiz biraz polyannacılık oynamak zorunda kalabiliyoruz.

        • Son yıllarda kendini ‘oyuncu’ değil ‘performans sanatçısı’ olarak tanımlayan ve tiyatro da sahne alan oyuncularımız var. Neyin performansı, oyuncunun ki performans değil mi?

        Onların ne yaptıklarını bilemiyorum ama evet oyuncunun ki de bir performans fakat performans sanatı diye de ayrı bir alandan bahsediliyor. Ben performans sanatının ayrı bir sanat olarak kabul görmesini kendimce doğru görmüyorum çünkü dans, tiyatro hepsi performanstan doğuyor. Ama dünyada performans sanatı diye bir durum da var. Ve bunu ayrı bir sanat olarak kabul edenler ayrımını her şeyin gerçek olmasında koyuyorlar. Tiyatroda ki ‘mış’ gibi durumunun yerini gerçeğin kendisi alıyor. Marina Abromoviç en bilindik performans sanatçısı. Onun yaptığı işlere de bakarsak kendi hayatını sanata dönüştürdüğünü görürüz ve insanlar heyecanla izliyorlar:). Metinden bağımsız ve o anda olan, aslında yaşamın kendisinden bir kesit gibi. Sanatın gerçeklik anlayışı yerini asıl gerçeğin kendisine bırakıyor gibi. Ama bence tiyatro gibi diğer sanat disiplinlerinden faydalanıyor yine de...

        • Oyunculukta beden ne kadar belirleyicidir? Ölçüsü, rengi, sesi, şekli ve hızına göre roller dağıtılıyor? Başa bela ya da büyük şans mıdır beden? (Allah vermediyse oyuncunun suçu nedir?)

        Oyunculukta beden bilindiği gibi bir öneme sahip değil… Yani oyuncu demek sıfır bedene sahip kişi demek değil. Hatta farklı bedenlerin olması çok mühim:))). Yoksa Hamlet’i, Othello’yu, Macbeth’in cadılarını, Juliet’in hizmetçisini hep aynı bedende kişilerin oynaması hiç estetik bir durum yaratmazdı. Bedenin belirleyici olduğu nokta onu kullanabilme noktasında! Bulunduğun bedeni ne derece kullanabiliyorsun önemli olan bu bence. Richard’ı oynamak için oyuncunun kambur olması gerekmiyor. Bu anlamda adaletli aslında 7’den 70’e yapabilirsin, oyuncunun yaşı yok.

        • Torpille oyuncu olunur mu? Oyunculuk bir mertebe midir? (Çok iyi tanıdıklarım varsa yine olmaz mı?)

        Torpille çok güzel oyuncu olunur:)! Hatta en çok istediğim şey kocaman bir torpilimin olması, o zaman her şey daha kolay olurdu:))))). Torpil güzel dekişiyi oyuncu yapar mı bilinmez. Eğer biri yetenekli ve torpili de varsa en ideal olanı bu:))).

        • Hayalini kurduğun ‘ah oynasam’ dediğin bir karakter ya da plan var mı? (Buralar da çok tozlandı da… Bir tozunu attırsan keşke!)

        Gerillayı oynamak istemiyorum:)))) diyeyim bari:)))! Hahahaha işin şakası bir yana korku filminde (maalesef ülkede bu durum çok korkunç:)), komedi de (iyi yazılmış bir durum komedisi) oynamayı çok isterdim. Ki komediye de çok yatkınlığım vardır. Toz Bezi ağır bir dram olmasına rağmen onu izleyip aslında sende çok iyi bir komedi kumaşı varmış gibi duruyor diyenler vardı. Bir yerlerden çıkıyor ortaya demek:).

        • Oyunculukta en büyük desteği kimden gördün?

        Ailemden gördüm. Onların hakkını bu konuda ödeyemem. Her zaman destek oldular. İlk tiyatro bölümünü kazandığımda babam en iyisini sen yaptın dedi. Söke’liyiz… “İstersen sana Pirene harabelerindeki antik tiyatroyu alalım da oralarda kendine tiyatro yap” demişti çok gülmüştüm:)! Biz kalabalık bir aileyiz ama çok iyi anlaşan 6 kardeşiz. Ve her zaman her konuda birbirimize hep destek olduk büyük ablamın (Kamile) desteği ise tartışmasız hayatımızda çok önemli. Her zaman hep iyi şeyler yapmamız için elinden geleni yaptı, ona sayende teşekkür etmeliyim diğer kardeşler adına da:). Ve eşim (Yekta) ona da teşekkür etmeliyim onun desteği de çok güzel ve özel . Ödül konuşmalarında ülke gündeminden fırsat bulup teşekkür edemiyorum bu da vesile oldu:)

        Teşekkürler:)))

        • Biz de Kamile ablaya, destek olup Pirene harabelerini kızına almayı düşünen çok sevgili babaya, eş durumundan engellemediği için Yekta’ya teşekkür ederiz… En azından ben çok teşekkür ederim…

        Diğer Yazılar