Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birsen Dürülü mesleğine aşık ve sektörün en sevilen yüzlerinden biri olarak sorduğum sorulara adeta oyunculuğu savunmaya alan naif ve inançlı cevaplar verdi. Her şeyden önce televizyon ideolojisini sanat ve oyunculukla bağdaştırmaya bile yanaşmayarak adeta tiyatro ve sinemayı gizliden gizliye kutsadı bile! Ya da bana öyle geldi ve çokta iyi geldi doğrusu! Bakalım size nasıl gelecek? Şifa niyetine buyurunuz!

        - Tiyatro, dizi ve sinema mecralarında birbirinden şahane karakterler yarattınız. Kalbinizde mecralar arası bir hiyerarşi var mı? Mümkün mü?

        İster istemez böyle bir hiyerarşi var tabii… Yaşanmışlıklar ile doğru orantılı. Mesela tiyatro nerdeyse 30 senedir hayatınızda. Meslek. Severek yapıyorsunuz. Ne anılarınız var… Sonra sinema: 1987 “Düttürü Dünya” ile başlamış tanışıklık. Çok fazla filminiz olmasa da büyük aşk. İçinizde ukde nice roller var. Diziye gelince 2003’ten beri hayatınızda. Daha çok taze! İnanılmaz yorucu bir iş. Ama bir o kadar da popüler ve oldu mu iyi kazanıyorsunuz.

        - Kadın hikayesi gibi görünen çoğu metinde kadının doğarken öldürülen içgüdüleri hesaba bile katılmıyor. Oyuncu sevmediği metni ne kadar oynayabilir? Fark eder mi?

        Kadınların içgüdülerinin öldürülebileceğini düşünmüyorum. Çok iyi metinler var bu katliama( baş kaldıran! Ancak dizi metinlerinde bu konu sıkıntılı maalesef! Oyuncu oynar ve yorumlar düşüncesindeyim. Bazen düşüncelerinize ve olduğunuz insana zıt bir rol de oynarsınız. Bu süreçte siz de oyuncu olarak gelişir, öğrenir ve dönüşürsünüz. Bence oynamak var olmakla aynı. Yani oynadığınız bir metni seversiniz ama “inanmazsanız” olmaz.

        - Küçülen tiyatro salonları var olanı yüzeye çıkartmaya engel mi yoksa bir şekilde soluk aldırıyor mu ve hatta daha mı iyi bazen?

        Alternatif mekanlar olmalı. Ayrıca yoksunluğun yaratımı doğurduğuna inanıyorum. Keşke alternatif mekanlar daha aktif değerlendirilse!

        - Beden oyuncunun kariyerine ne kadar hizmet eder ya da engel teşkil eder mi? Haksızlık değil mi?

        “Beden oyuncunun enstrümanıdır” diye klasik bir söz vardır. Bedene hakim olmak, onu iyi kullanmak önemlidir. Beden tek başına hiçbir şeye hizmet etmez, akıl yoksa! Oyunculuksa akıl işidir. Hal böyle olunca bedeni kullanan da akıl oluyor. Tabii yeteneği unutmamak gerek. Yani asıl iş, oyunculuktaki yetenek ile desteklenen aklın, beden ile uyumu. Uyumu yakaladığınızda da estetik oluyor yaptığınız her şey. Estetik olan da ahengi yakalıyor!

        - Egemen estetik anlayışı içeriği yozlaştırmıyor mu? Estetik ideolojisi nasıl, nerede ve ne kadar kırılabilir? Olur mu hiç öyle şey?

        Dönemin “estetik algısı” son derece popüler olandan yana. Belli bir karakteri yok gibi… Haliyle derinliksiz ve yüzeysel! Ama tüm bu tartışmalar “TV” dünyası için değil mi? Sinema ya da tiyatroda bu tip bir “estetik” tartışma söz konusu değil bence. Yani işin içine bilgi, araştırma, öğrenme gibi akıl geliştirici aktiviteler girince bu endişe yersizleşiyor!

        - Ülkemizde kadın oyuncu hatta belki sanatçı arketipine dair mitler oluştu mu? Var mı belirgin ya da az biraz sisli puslu da olsa bir tanımlama? Genelleyecek kadar oldu mu yani?

        Valla ilk aklıma gelenler; Adile Naşit, Aliye Rona, Neriman Köksal... Sonra Yıldız Kenter.

        - Sürekli travma içinde yaşayarak anormalin norm olma sürecinde oyuncu nasıl bir savunma mekanizması geliştirebilir? Bu kadar yarayla sağlam oyun çıkar mı?

        Hem de nasıl! Tabii biraz kafa karıştırıcı değerlendirmek! Ama bizi oyun oynamaya iten dürtümüz “baş kaldırmak” değil mi zaten? Kafamız karışık da olsa belki oynadıkça aydınlanacağız. Ve ne normal ne anormal? Koşullar altında değerlendirip, bence “insanca” olanı bulmaya yaklaşacağız… Kim bilir?

        - Masallar, diziler, filmler ve elbette reklamlar da kadın bedeni üzerinden yapılan hiçleştirmeye çare nerede aranabilir? Yoksa en çok sanatla mı toplumsal cinsiyet inşa ediliyor?

        Açıkçası, saf sanatın toplumsal cinsiyet inşa ettiğine inanmıyorum. Ancak popüler kültürün getirisi olarak bu durum söz konusu. Hangi koşul altında fire vermeden birbirlerinden ayrışırlar emin değilim.

        - Piyasa koşulları, mesleği aktif olarak kotarma şansı olanları yaşatarak öldürüyor mu acaba? En başarılı görülenler en tükenmiş ve tüketilmişler olmasın sakın!

        Piyasada tükenmek ve tüketilmek çok mümkün! Zaten amaç da hız değil mi? Bu tüketime karşı durmak da teslim olmak da mümkün bence. Bırakalım TV sektörünü bir kenara, yaşamın her alanında, her sektörde hatta yüzyılımızda bu durum var zaten. Bu yüzden gene altını çizmek istiyorum ki birey, önce “insan” olmanın farkına kendisi varacak.

        - Girdiğiniz karakterler sizi değiştiriyor mu? Başkasını içinde taşıdıktan sonra oyuncu yüzde yüz kendi olabilir mi?

        Hayır. Bende karaktere benzeyen bir değişim olmuyor. O karakter zaten bana benziyor! Yani şöyle ifade edeyim; yaşadıklarım, öğrendiklerim, tecrübe ettiklerim bende bir dönüşüm yaratıyor elbette. Ve ben dönüştükçe oynadığım karakterler de dönüşüyor ister istemez.

        - Karakterin zoru kolayı olur mu? En basit görüneni daha zor olmaz mı?

        Valla hepsi son derece zor! Her şeyden önce en zor kısmı oynayacağınız karakteri analiz etmek. Sonra kendi kendinizle baş etmek! Ve sahnede bu dönüşümü disipline etmek.

        - Artık ofislerde veya devlet dairelerinde bile çalışanların performansı ölçülürken oyuncunun performansı nasıl ölçülebilir? Ölçülse mi ölçülmese mi? Çok performans göstermek iyi midir acaba?

        Performans düşüklüğü yaşamak bir tür depresyon ile açıklanıyor (ilişkilendiriliyor?) zamanımızda ve çaresi adını bile bilmediğim sürüyle ilaç… E ne de olsa hız çağı. Tahammül (İmkan?) yok insanın depresyonunu zamanla tedavi etmesine… Saçma…

        - Oyunculuğun performansa kayması ne kadar tehlikeli olur? Zaten performans göstermeden oyunculuk olur mu ki?

        Ne güzel cevap vermişsiniz! “Performans” o “an” vardır zaten. Değişkenlik gösterebilir o “an”ın koşullarına bağlı olarak. Ancak gösteri sanatlarında birinci kural; “show must go on”.

        - Canlandırdığınız karakterlerinizle aranız nasıl? İşiniz bitince biter mi? Arada görüşür müsünüz gizli gizli?

        OOO her zaman! Bazen bir sabah kahvesinde sohbet ederken bulurum kendimi onun aklıyla!

        - Bugünlerde neler neler oluyor? Sizi nerelerde, nasıl izleyebiliriz?

        21 Eylül 2016 günü saat 17.00'de Adana Altın Koza Uluslararası Film Festivalinde, Handan Öztürk’ün yazıp yönettiği “Bana git de!” filminde “Kuş Zehra” olarak izleyebilirsiniz. Sonra bir dizimiz var. Kanal D "Maaile-Altınsoylar". Ayrıca Burçak Üzen’in yazıp yönettiği “Beginner” sinema filmi de kurgu aşamasında…

        Diğer Yazılar