Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Mr. Gurme televizyon programımda sıra restoranların tarihini anlatmaya geldiğinde restoran kavramının ortaya çıkmasını ve ‘Fine dining’ kültürünün gelişimini iyi anlatan bir kaynak arayışına girişmiştim.

        Ve sonunda New Yorker dergisinin yazarı Adam Gopnik’in 'The Table Comes First: Family, France, and the Meaning of Food’ ve ‘The Invention of the Restaurant: Paris and Modern Gastronomic Culture’ adlı mükemmel iki çalışmasını keşfetmiştim.

        Adam Gopnik derginin bir süre Fransa’da yaşayan yazarı olarak gastoronomi kültürlerini çok iyi anlatan, ayrıca gündelik yaşam sosyolojisini çok güzel analiz eden yazılarıyla daima çok ilgimi çekti.

        Gündelik yaşam içinde ortaya çıkan yeni hayat tarzları ve trendler konusunda çok keskin gözlemleri olan Gopnik son olarak ‘Brief Anatomy of Outdoor Dining’ başlıklı bir yazıyı New Yorker'da yazdı.

        ŞEHİRDE YENİ SOKAK TRENDİ

        Malum salgının tam kapanma döneminde New York’ta restoranlar da kapatıldı. Ancak yetkililer, restoranlar kapıları önünde sokaklarda açık alanda yemek yenilecek mekanlar oluştururlarsa, az sayıda müşteriyle buralarda kapalı alanda olduğu gibi yemek servisine izin vereceklerini söyleyince şehirde yepyeni bir sokak modası doğmuş oldu. Kapalı olan restoranlarının kapısı önünde sokakta yeni alanlar oluşturmaya girişen insanlar yeni mimari stilleri denemeye başladılar.

        REKLAM

        Böylece New York sokaklarında birbiri ardına yeni mimari tarzlarda yapılmış olan rengarenk yeni yapılar görülmeye başladı. Gopnik belirttiğim yazısında bunlardan örnekler vererek her birinin mimari stilini inceliyor. Ben de fotoğraflardan incelediğim bu yeni trend hakkında bir fikir vermesi için bir kaç fotoğrafı da buradan vereceğim.

        1970’LERİN GRAFİTİ MODASINI HATIRLATTI

        Ama bundan önce, Gopnik’in yazısında değinmediği ama bu yeni mimari stil modasının, bana neden 1970’lerdeki grafiti sanatı çılgınlığını çağrıştırdığını anlatmam gerekiyor.

        1970’de ilk kez gittiğim New York’ta özellikle metro istasyonlarında ve metro trenlerinin üzerinde gördüğüm rengarenk çizimler dikkatimi çekmişti. Şehre o dönemde çeşitli çeteler hakimdi. Yer altında bir çeşit yeraltı sanatı olarak ortaya çıkan grafiti daha sonra bu çeteler tarafından kendi hakimiyet bölgelerinin sınırını çizmek için şehrin apartman duvarlarında da görünmeye başladı. Grafiti çizimlerinin bir bölümü çok güzel ve gerçek sanat eseriydiler ve bunları çizenler şöhretli de oldular.

        Bugün şehirdeki kapı önü yemek mekanlarıyla ortaya çıkan yeni mimari stilleri nasıl spontaneyse, grafiti de o kadar spontane ve aslında hiçbir kurala bağlı kalmadan oluşmuş bir sanattı.

        Bugünkü sokak yemek alanları da hiçbir mimari kurala fazla uymadan, hiçbir ekole bağlı olmadan aynı grafiti sanatçıları gibi kavramsal deneyler yapıyorlar.

        Ben eminim ki normale dönüldüğünde restoranlar tamamen açıldığında bile bu kapı önü sokak mekanları ortadan kalkmayacak ve şehre gelen turistlere bunları göstermek için rehberli sokak mimarisi turları düzenlenecek.

        Diğer Yazılar