Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Londra’da dünyadaki riskler ve iş dünyasının bu riskler karşısında neler yapması gerektiği hakkında bir konferans vardı. Risklerden kastedilen de ABD’nin Trump dönemindeki tutarsızlıkları, Brexit, Çin’in atılımları ve Rusya’nın tavrı karşısında jeopolitik rekabetin ne tür gelişmelere yol açacağının tam anlamıyla kestirilememesiydi. Bundan daha önemli görünen ise dünya siyasetindeki olumsuz gelişmelerin ya da genelde hâkim olan kötümser görüşlerin ekonomi üzerinde ve finans piyasalarında izdüşümünün görülmemesiydi.

        Kısacası jeopolitik analiz yapanların tespit ettikleri riskler piyasadaki görüntüyle bağdaşmıyordu. Bunun pek çok nedeninden bahsedilmekle birlikte en önemlilerinden biri rehavet ve kimsenin riskler nedeniyle işleyen bir sistemden vazgeçmek istememesiydi. Böylesi bir durumda da istikrar gibi gözüken durum aslında kırılganlığın göstergesi sayılabiliyordu.

        ŞİRKETLERE SİYASAL ANALİST

        Piyasalardaki yatırımcıların güvendikleri niceliksel analizlerin gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak için giderek daha kifayetsiz kaldığı konusunda da bir mutabakat vardı. O nedenle şirketler giderek ekonomi ve finansal analizlerinde iktisatçı, yatırımcı ve siyasal analiz yapanlardan oluşan ekipleri tercih ediyordu. Bu tarz yaygınlaştıkça yatırım kararları da yalnızca faiz ve benzeri parasal/mali koşullara göre değil bunların ötesine giden gelecek değerlendirmeleriyle yapılıyordu. Hele ki kısa zaman sonra son 10 yıla damgasını vuran parasal koşulların artık geçerli olmayacağı bilindiğinde.

        Katılımcıların söylediklerini dinlerken ortaya çıkan bazı sonuçlar vardı. Bazen olaylar öyle seyreder ki aslında bitmiş bir hikâyeyi daha bir süre izlemek zorunda kalırsınız. En çok da ekonomik konularda böylesi durumlar kendini gösterir. İktisat politikalarındaki aksaklıkları çakma teorilerle mazur göstermeye çalışmanın, rakamları belli şekillerde okuyarak durumu olduğundan daha olumlu göstermenin bir sınırı vardır. Arjantin örneğinde görüldüğü gibi aslında bitmiş olan hikâyeyi sonunda kabullenmek zorunda kalırsınız. Ama ödediğiniz bedel de olması gerekenden daha yüksek çıkar.

        Geçen hafta içinde ya da Londra ziyaretinin akabinde ortalığı sarsan ve kolayca da durulmayacak gibi gözüken döviz kurundaki gelişmeleri bu ışıkta okumak gerekir. Geçmişte katıldığım konferanslardan farklı olarak Türkiye’nin hikâyesine inanan pek kalmış gibi görünmüyordu. Siyasi sistem ya da AB ile ilişkilerle ilgili hikâye zaten çok önceden bir köşeye kaldırılmıştı. Ekonominin hikâyesi ise küresel piyasa şartlarının yönlendirmesinden dolayı hafife alınıyordu. Bu kez durum değişikti. Üstelik siyasi tabloda bugüne dek veri olarak kabul edilen istikrar tespiti de iktidar aynen sürse dahi garantili diye değerlendirilmiyordu.

        NÜANS VE NESNELLİK

        Cumhurbaşkanı’nın Londra ziyareti sırasında bir konuşma yaptığı Tatlıdil Konferansı’na katılan hayli kıdemli bir gazetecinin naklettiğine göre, konferansa Türkiye’den katılan kadroların konuşmalarındaki tek seslilik; nüans, eleştiri ya da nesnel değerlendirme eksikliği güvensizliği körükleyen bir unsurdu. Bu İngiliz gazetecinin değerlendirmeleri, kendisinin iş çevreleri nezdindeki itibarı nedeniyle öyle hafife alınacak türden sayılmazdı. Kısacası Türkiye’nin kamu diplomasisi yeni koşullara ayak uyduracak bir donanımla, yaklaşımla hareket etmedikçe inandırıcılığı da hasar görüyordu.

        Dünyada siyasi riskin artışında eşitsizlik, küresel güç dengesindeki kaymalar, zayıflayan çok taraflı kurumlar gibi uzun vadeli dip dalgalarının etkisi göz önünde bulundurulduğunda siyasi belirsizlik daha uzun yıllar ortamı tanımlayacak gibi gözüküyor. Bunun da bir noktada ekonominin ve piyasaların işleyişine belirleyici bir etkisi olacaktır.

        Şimdiden bu yeni ortamla ilgili tedbirlerini almayan ya da gerekli düzenlemeleri yapmayan ülkelerin de kuşkusuz işleri geçmişe göre çok daha zor olacaktır.

        Diğer Yazılar