Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsan, yaşamının başlangıcı olan çocukluk döneminde, sanat, müzik, sesler, resim ve renklerle mi hayatının yolunu ve kendisini bulmalıdır acaba? Bana sorarsanız, cevabım "Evet" olur. Tabi ki okula gidilmesin diyemeyiz ancak küçük yaşta sanata olan ilgi ve uğraş, bu yakınlığın somut sonuçları olan meyvelerini zaman içinde vermeye başlar. Sanatla, çocuk yapısı ve kişiliği yontulur, incelir ve şekil alır. Güzel sanatların her bir dalı insan ruhunu yüceltir. Doğanın içinde yaşamak bu olmalıdır kanımca. Hayatlarını erken yaşta yönlendirebilen insanlar yaşamlarında "mutlu ve verimli" olurlar.

        Oysa müzikle ilgilenen bir çocuğun dünyasına erken yaşta televizyon ve daha da kötüsü çağın vazgeçilmez araçlarından biri olan bilgisayar girince -görselliğin de etkileyiciliğiyle- körpe beyinlerin algılarının ilgi ve dikkat alanları değişmeye başlıyor. Sağlıklı ve doğal bir gelişim için, çocuğun yalın dünyasında özellikle televizyonun yeri ve bu aletle tanışması mümkün olduğunca geç olmalıdır diye düşünüyorum.

        Ayrıca çocukluk dönemi, her ne kadar yaşamın -en güzel zaman kesiti- olarak düşünülüyor olsa da, çocuğun yapısı aslında kırılgandır. Çünkü kişiliğindeki kendini savunma araçları, henüz pek az gelişmiştir; zayıftır. Küçükler, olaylardan ve bazen onlara söylenen tek bir sözden bile büyüklerden daha fazla etkilenirler. Ve "Çocuk yüreği asla affetmez.." diyor Şeker Portakalı adlı kitabın ünlü yazarı Vasconcelos. Bu arada, "çocuk kalpli" büyüklerin varlığını da kesinlikle yok sayamayız!.. Bu yüzden, güzel bir yaşam ve iyi bir başlangıç için, her zaman, sanat, müzik, sesler, resim, renkler, hareketlilik, dans ve spor diyerek sözlerimi daha fazla uzatmayacağım.

        Kuşkusuz ki çocukluk dönemimde benim en iyi arkadaşım hep kemanım oldu. Müziğin uzun yolculuğunda ve bu olağanüstü maratonun başında onun en büyük kahramanlarıyla tanışma şansım oldu. Ve onlar zaman içinde ilginç ve en harika dostlarım oldular. Örnek olarak, Mozart'la sevgiye ve sıcaklığına farklı bir duyguyla dokunmayı öğrendim, Bach'la dünyevi düzenin matematiksel çözülmüşlüğünün verdiği iç huzurunu ve akılcılığını, Beethoven'la yaşama sevinci ve zorluklara dayanabilme gücünü, Brahms'la romantizmi, Bartok'ta ise dehanın anlamını ve kusursuz bir düzen içindeki dengeyi ve ritmi keşfettim. Doğaya inandığım kadar sanata inanıyor ve müziksiz asla olmaz diyorum...

        Diğer Yazılar