Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bilindiği üzere, Habertürk Gazetesi’ndeki NOT(A) SEHPASI adlı özel köşemde, yaklaşık 2 yıldan beri müzik yazıları yazmaktayım. Konum Müzik. Hayatım MÜZİK. Belki aslında her şeyim müzik. Ne politik, ne polemik ne de sanat esnaflığı! Gönüllü olarak sürdürdüğüm yazılarımı devam ettirmek arzusu içindeyim. “Devlet Solist Sanatçısı”, konser kemancısı ve evrensel bir müzikçi olarak, Türkiye’de, söz konusu yegâne müzik köşesinin yazarı olmaktan da ayrıca gurur duyuyorum. Zaman zaman müzisyen ve diğer meslek sahibi dostlarım arasında köprüler oluşturmaktan mutluluk duyuyorum. Çünkü yazılarımın birbirinden farklı dünyalara sahip insanları daha iyi anlamak, içsel derinliklerine inmek açılarından da önem taşıdığını, çok sık aldığım okur mektuplarından fark etmekteyim. Bu süre içinde benim için en güzel motivasyon, yine siz değerli okurlardan gelen övgü ve sevginin yanında, yapıcı önerileriniz olmuştur.

        Tarihçi ve gazete yazarlarımızdan, büyüğümüz, sayın Murat Bardakçı‘ya saygı duyarım fakat evrensel Türk müziği bestecileri, “Türk Beşleri” olarak adlandırılan ve dünyaya mal olmuş besteci ve hocalarımız konusundaki düşüncelerine katılmıyor, söz konusu büyüklerimize haksızlık yaptığını düşünüyor ve konuyu kendisinden farklı düşündüğümü vurgulamak istiyorum.

        Atatürk devrimleriyle yetiştirilen ve Cumhuriyet dönemimizin ilkleri olan hocalarımız, devletin imkânları ile yetiştirilmişlerdir. Yurda döndükten sonra da konservatuvarlarımızda ders vererek, ciddi müzik kurumlarımızın temellerini özveriyle atmışlardır. Besteciliklerinin yanı sıra, uzun yıllar eğitim ve öğrenimde de öncülük ederek, çok sesliliği ülke çapında tanıtmaya, aşılamaya ve öğretmeye çalışarak saygı duyulacak kalıcı başarılar kazanmışlardır. Onların atmış olduğu temeller üzerinde yetiştirildik ve bu yüzden onların haklarını çok çalışarak ve ancak başarılarımızla ödeyebiliriz diye düşünüyorum. Birçok sanatçı dostum görüşlerimi paylaşırken, hepimiz muazzam emekler veriyor ve bizleri takip eden gençlerin de aynı çaba içinde sanat yolunda yürüyebilmek için çalışacaklarına inanıyorum.

        Tuncay Yılmaz olarak; Naci Özgüç yönetimindeki IDSO eşliğinde Ulvi Cemal Erkin‘in müziğini, Cumhuriyet döneminin en önemli ve nadide güzellikte eserlerden biri olan Keman Konçertosu’nu, 24 Aralık gecesi tıklım tıklım bir salona dakikalarca süren ve gösteriye dönüşen alkışlarla dinletmenin mutluluğu ve huzurunu yaşıyorum. Ve bu eseri önümüzdeki yıllarda tüm dünyada da dinleteceğim... Belki yanlış anlama ve algılamalara sunulabilecek en somut cevap bu değil midir? Bana göre, düşman uzakta değil, her zaman yakınımızdadır. Karşıtlarımızı haklı olarak eleştirirken, sanat camiamızın maalesef kendi içindeki defoyu da yok etmesi gerektiği kanısını taşıyorum. Toplum olarak, açıkçası “iyi olanın ve hak edenin” yanında durmayı henüz tam öğrenmiş olduğumuzu kesinlikle söyleyemeyiz. Değer bilmeyi, hak edene alkış tutmayı bir türlü beceremiyoruz. Kaldı ki bu erdem farklı bir duruş ve olgunluktur derken, değerlerimizi daha da büyük zaferler için yüreklendirmek, alkışlamak ve alkışlatmak yerine, onları kendi seviyesine doğru aşağıya çeken enerjiyi anlayamıyorum, anlayamayacağım ve savunamayacağım...

        İçimizdeki defoya gelince; koskoca Leyla Gencer‘in Türkiye’de şarkı söyletilmemesi gibi, Türkiye’nin en zor kazanılan nadide değerlerine yaklaşım biçimi ve davranış bozukluğu, bahsini etmeye çalıştığım “Defo” sorununa en somut örneklerden birini teşkil eder sanırım. Ancak, gerçek değişmez ve reddedilemez olduğu için, şimdi bu satırları yazarken içimi bir kez daha “çok rahat” hissediyorum!... Bu yazıyı kısa bir alıntıyla sonlamak istiyorum:

        Hazreti İsa, çarmıha götürülürken şöyle dua eder: “Tanrım, ne olur bu insanları mazur gör ve affet; çünkü onlar ne yaptıklarını hiç bilmiyorlar!...”

        Diğer Yazılar