Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2008 yılının ortalarıydı, AK Parti için kapatma davası açılmış, ama dava karara bağlanmamıştı. O günlerde yine birileri “Bülent Arınç, Beşir Atalay, Ahmet Davutoğlu, Ömer Dinçer ve Hüseyin Çelik’in uzaklaştırılması halinde, partinin kapatılmayacağını” dile getirerek uzaklaştırma çabası içine girmişti.

        Hatırlanacağı gibi, bu davada 71 kişinin siyasetten men edilmesi de gündemdeydi. Yargı üzerinden darbe yapmak isteyenlerin listesinin ilk sıralarında, Sayın Abdullah Gül ile birlikte yine bu isimler vardı.

        O zamanlar AK Parti’nin vizyoner yöneticileri, “Bu insanlar partinin ruhu sayılır” diyerek bu densizliği yapanları susturmuştu.

        Bu olayı aktarma nedenim, bugünlerde yukarıdaki isimlerin (Ali Babacan da eklenerek) partide varlıklarının sorgulanır olmasıdır.

        Saadet Partisi’ne katılmama kararından AK Parti’nin kuruluşuna kadar geçen sürede, henüz ortada hiç kimse yokken, Recep Tayyip Erdoğan’la beraber Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Beşir Atalay vardı. Bu insanlar, AK Parti’nin sadece ruhu ve gücü değil, aynı zamanda sahibi.

        Daha sonra, çeşitli zaman dilimlerinde bilgi ve yeteneklerine ihtiyaç duyulduğu için Ahmet Davutoğlu, Ömer Dinçer, Ali Babacan ve diğerleri katıldı. Söz konusu isimler siyasetle “bir şey” olmadılar. Her biri bulunduğu yerde bilgi, yetenek ve tecrübeleriyle “bir değer” idiler, partiye de güç ve itibar kattılar.

        Ben İslamcılık tabirini hiç uygun bulmam, kendimi hiçbir zaman bu ifadeyle tanımlamadım. Bu nedenle, bu isimlerin davasının “İslamcılık” değil, “önce Türkiye’nin sonra da Müslüman dünyanın İslam medeniyet tasavvuru içinde güçlenmesi ve gelişmesi” olduğunu düşünürüm. Bu isimler hep birlikte Sayın Taşgetiren’in deyişiyle “Türkiye’nin kendi kendisi olma” ve daha ileri safhada “İslam dünyasının kendi kendisi olma mücadelesi”ni verdiler, veriyorlar.

        Bu amaçla AK Parti, özellikle iktidarın ilk döneminde (2003-2010), bu isimlerle bir yandan 28 Şubat vesayetine ve Ergenekoncuların baskısına direnirken, diğer yandan ulusal ve uluslararası alanda ekonomik, sosyal ve siyasal önemli başarılara imza attı.

        AK Parti’nin başarısında, bugün bu insanlara dil uzatanların hiç katkısı var mı? Bugünden sonra başarıya katkı yapmak istiyorlarsa yapılması gereken, insanlarla uğraşmak değil, partiyi toplumun önünde yeni projelerle temsil etmek, halkın sorunlarına çözüm üretmektir. Çünkü, insanlarla uğraşmak küçüklüktür.

        Yukarıda anlattığım olay, AK Parti’nin önünü kesmek isteyen derin güçlerin, kendi çıkarları peşinde koşan süflilerin, siyaseti veya Sayın Erdoğan’ı arkasına alarak “bir şey” olmaya çabalayan kifayetsiz muhterislerin, zikrettiğim isimleri o günlerde bile hedef aldıklarını gösterir.

        Bu taraftarların, vaktiyle mağduru oldukları psikolojik harp yöntemlerini izleyerek itibar zedeleme, hizaya getirme veya pozisyonunu hatırlatma çabalarına, güya kollamaya çalıştıkları AK Parti’nin ve Sayın Erdoğan’ın ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum.

        Bu insanlar, onların hiç başaramayacağı bir yerde duruyorlar: Başarılı birer birey olarak davalarını menfaatlerinin üstünde tutmayı her zaman bilmişlerdir. Sağduyu sahibi olarak partinin de sağduyusu olmuşlardır.

        AK Parti’de liderlik yapmış Sayın Gül ve Davutoğlu uzaklaştırılınca veya halkın gözünde itibarsızlaştırılınca, parti ne kazanacak? Sayın Erdoğan daha mı güçlü olacak?

        Eğer ileride Gül veya Davutoğlu’nun parti kurmasından, başkan adayı olmalarından endişe edildiği için bütün bu hadsizlikler ve haksızlıklar yapılıyorsa, bilinmeli ki bu davranışlar korktukları akibeti doğurur. Öyleyse, Sayın Gül, Davutoğlu, Atalay ve Babacan gibi isimlerin parti içinde muteber konumda tutulmaları daha doğru olmaz mı?

        Eğer “Bütün başarıların tek sahibi Sayın Erdoğan’dır, onun hiçbir şekilde bu isimlerin katkısına ihtiyacı yok” diye düşünülüyorsa, bu insanlarla uğraşmanın ne anlamı var? Ama bu kez hiç kimse “Reis yalnız bırakılıyor” diye yakınmamalı. İhtiyaç duyulduğunda veya fayda gözetildiğinde arayıp diğer durumda suçlama tavrı sizce ne kadar ahlaki?

        Diğer Yazılar