Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Kemal Öztürk Zekai Paşa konuşmaya nasıl ikna oldu?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        5 yıl önceydi… Erzurum’da bir program nedeniyle bulunuyordum. Orada Emre Yaylalı isimli genç bir hukukçu ile ortak çalışmalar içinde bulunduk. Çok sevdim kendisini.

        Sonra Zekai Aksakallı’nın akrabası olduğunu söyledi. Paşa’nın beni ekrandan izlediğini ve hakkımda güzel sözler söylediğini belirtince, kendisini benim de çok sevdiğimi ve tanışmak istediğimi söyledim.

        Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan yeni ayrılmış ve Çanakkale’ye, Kolordu Komutanlığına atanmıştı. Herkes gibi ben de 15 Temmuz kahramanı olan, Ömer Halisdemir’i yetiştiren komutanın neden Özel Kuvvetler Komutanlığı'dan alındığını anlamamış ve tepki göstermiştim.

        İlk olarak 2017 yılında telefonla konuştuk. Sesi beklediğimden daha yumuşak, konuşması oldukça nezaketliydi.

        Özel Kuvvetler olarak Dağlıca’dan Kuzey Irak’a, El Bab’dan Hendek Operasyonuna kadar en şiddetli çatışmaları yöneten bir komutanın daha gür sesli olmasını bekliyordum nedense!

        Karşılıklı iyi temennilerden sonra, İstanbul’a geldiğinde görüşmek için sözleştik.

        Ertesi yıl İstanbul’da bir kültür sanat ortamında buluştuk. Sivil gelmişti. O güne kadar bordo beresi, askeri üniformasıyla sadece fotoğrafını gördüğüm Zekai Paşa’nın daha iri yarı, boylu poslu olmasını bekliyordum bu kez de.

        Öyle değildi. Ancak konuştukça içinde başka birinin olduğu anlaşılıyordu.

        Savaş ortamlarında ortaya çıkan, insanları etkileyen başka bir kişilik vardı içinde.

        ÖLÜMLE YAN YANA GEÇEN 21 YIL

        Türk Silahlı Kuvvetlerinin en seçkin ve en stratejik biriminin komutanı olmak, bırakın biz siviller, klasik bir asker için bile sıra dışı bir şeydir.

        Çok titiz koşullarda seçilen, zorlu eğitimlerden geçen ve devletin tüm kritik operasyonlarını gerçekleştiren bu birlik, 15 Temmuz’da çatışmaların merkezinde yer almıştı.

        Orayı ele geçirmek, Zekai Aksakallı'yı öldürmek için darbeciler özel bir çaba sarf etmişti.

        Sonunda yine Özel Kuvvetlerin yetiştirdiği bir kahraman olan Ömer Halisdemir darbenin seyrini değiştiren hamleyi yapmıştı.

        Zekai Paşa, “Baba-oğul gibiydik” dediği Ömer’i aramış, Semih Terzi’yi vurmasını istemiş ve sonunda şehadet olacağını, hakkını helal etmesini ifade etmişti. O da hiç tereddüt etmeden, “Baş üstüne komutanım” demiş ve helalleşmişti.

        Ömer, şehadeti göze alarak Semih Terzi'yi vurmasaydı 15 Temmuz gecesi çok başka olacak, çok kan dökülecekti.

        ASKERLERİNİ DERİNDEN ETKİLEYEN BİRİ

        Zekai Paşa ile İstanbul’da buluştuğumuz o günden sonra sık sık görüştük. Çanakkale’de komutanlık yaptığında ziyaretine gittim. Daha önce onunla birlikte Özel Kuvvetlerde çalışmış ve birçok çatışmaya girmiş bir albayla tanıştım. Yüzünde derin yara izleri vardı. “Bizim şeref izlerimiz bunlar” dedi. Teröristlerle çatışma esnasında yaralanmıştı.

        Zekai Paşa’nın askerleriyle kurduğu ilişkinin şeklini bu albay tarif etti: “Komutan bana bu duvardan tepe üstü atla, şehit ol dese tereddüt etmeden yaparım. Çünkü bu emri, vatanın selameti için verdiğini bilirim” dedi…

        Hiç kimsenin beklemediği şekilde oradan “kadrosuzluk” nedeniyle emekliye sevk edildi.

        O gün herkes buna şaşırdı ve tepki gösterdi.

        Zekai Paşa ise kırgınlığını ve üzüntüsünü hiçbir zaman dile getiremedi. “Makamlar gelip geçici, önemli olan şerefle bu görevleri tamamlamak ve onurlu bir hayat sürmektir” dedi bana sürekli.

        2019 yılında emekli olduktan sonra İstanbul’a taşındı ve daha sık görüşmeye başladık.

        ÖZEL İNSANLARIN ÖZEL BİRLİĞİ

        Yaşadığı olaylar normal bir insanın kaldırabileceği olaylar değildi. Bu yüzden oranın adı “Özel Kuvvetler” olarak kondu zaten. Ancak özel insanlar yapabilirdi bu görevleri.

        Adını hiç duymadığım onlarca insanın kahramanlıklarını, şehadetlerini anlattı. Çoğu silah arkadaşıydı ve yanında son nefeslerini vermişti.

        Askerlik böyle bir şey; ölüm onlar için yan yana, kol kola yaşadıkları bir gerçekti. Bizim gibi değildi tepkileri ölüme karşı.

        "Şehadet, şehitlik" başkaları için edebi bir cümlenin nesnesiydi, ancak onlar bunu yaşamlarının bir parçası olarak görüyordu.

        3 YIL KONUŞMASI İÇİN İKNA ETMEYE ÇALIŞTIM

        Üç yıl boyunca Zekai Paşa’nın hatıralarını yazmasını, 15 Temmuz gecesi yaşananları anlatmasını istedim. Devletin kritik görevlerini anlatması değildi istediğim. Zaten hep bir sınırı vardı ve her konuyu anlatmıyordu.

        En azından Ömer Halisdemir’e şehadet emrini verdiği kısmı bile onun ağzından dinlemek büyük bir değer taşıyordu bizim için.

        Her defasında “Gerek yok, biz görevimizi yaptık, milletimiz her şeyin farkında” dedi.

        Benim hakkında yazı yazmamı bile istemedi.

        Oysa sesini, görüntüsünü, tipini bilmeyen milyonlarca insan vardı. Ben onun bir şekilde sözlerinin tarihe kaydedilmesini, not düşülmesini istiyordum.

        O ise sakin ve sıradan bir emeklilik yaşamaktan yanaydı.

        "TARİHİ VE VİCDANİ BİR SORUMLULUK NEDENİYLE KONUŞMAYA KARAR VERDİM"

        Geçtiğimiz haftalarda birçok arkadaşı, yakını ve tabii yine ben, 15 Temmuz’un yıl dönümünde konuşması için tekrar baskı yapmaya başladık.

        Benim programımda, onun çerçevesini belirleyeceği bir röportaj yapmak için uğraşıyorduk.

        Konuşmaya karar verdi. Ancak gerekçesi bizim taleplerimiz ve baskılarımız değildi.

        Gerekçesini yayın esnasında söyledi:

        “3 yıl sonra neden konuşmaya karar verdim? Küresel emperyalist odakların güdümünde olan Fethullahçı Hain Darbe Örgütünün faaliyetlerine devam ettiğini görüyoruz. Özellikle son birkaç aydır gözlemlediğim, emarelerini aldığım, çok kritik olaylara tanık oldum. Bu örgütün mensupları mankurtlar, beklenmedik yer ve zamanda yine ülkeyi kaosa sürüklemek için çeşitli eylemlere girişebileceklerini değerlendiriyorum. Bir tarihi ve vicdani sorumluluk olarak, durumsal farkındalık yaratmak için, şehitlerimizi, gazilerimizi anmak için program teklifinizi kabul ettim.”

        HAYATI BOYUNCA HİÇ STÜDYOYA GİRMEMİŞ

        Konuşacağı konuları 15 Temmuz darbe gecesinde yaşadıkları, Ömer Halisdemir’in şehadeti ile sınırladı. Başka bir konuya girmeyeceğini söyledi.

        Fazlasını beklemiyordum zaten. Bu haliyle bile tarihi bir yayın olacağını biliyordum.

        Hayatı boyunca hiç stüdyoda çekime katılmamış, ekranlarda kendisini merkeze alan bir programın parçası olmamıştı.

        Bu alana uzak, yabancı ve mesafeliydi.

        İstanbul’da “Türkiye’nin Nabzı Özel” programı için Habertürk stüdyolarında bant çekimi yapacaktık.

        Habertürk ekibi de aynı heyecanla hazırlanmıştı. Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yeşilkaya, Program Müdürü Burçak Orçun, Prodüktör Şefi Bahtışen Altan, haber ekibi, teknik ekip Zekai Paşa’nın çekimleri için seferber oldu. Hepimiz heyecanlıydık.

        Zekai Paşa da biraz heyecanlıydı. Stüdyo ortamını inceledi bir süre. Sonra çekimlere başladık.

        GÖZ YAŞLARI YÜZÜNDEN ARA VERDİK ÇEKİMLERE

        Çekimlerin henüz başındaydık. Darbe gecesi ilk televizyonlara bağlandığında yaptığı konuşmayı dinleyip, o anı konuşacaktık. Fakat Zekai Paşa göz yaşlarına boğuldu ve konuşamadı. Ara vermek istedi.

        Stüdyodan çıktık, yan oda bir sigara yaktı.

        “Bütün ruh halim değişti. O güne gitti zihnim. Şehit Korgeneral Osman Erbaş geldi aklıma. Çok sevdiğim silah arkadaşımdı. O gece hain darbeyi önlemek için insan üstü bir gayret sarf etti. Sonraki yıllarda helikopter kazasında şehit oldu. Birden onu hatırladım. Tutamadım kendimi. Bütün olaylar, haksızlıklar, yanlışlar birden hücum etti zihnime. O yüzden kusura bakmayın ara vermek zorunda kaldık” dedi.

        “Bu bölümleri çıkartırsınız. Askerleri böyle görünce yadırgar insanlar” dedi.

        Oysa insan olarak bu hali öylesine sıcak, öylesine doğal, öylesine içtendi ki… Onu dinlemedim bir bölümünü yayına koydum.

        Çekimlere devam ettik…

        ÖMER HALİSDEMİR OĞLU GİBİYDİ GÖZ YAŞLARIYLA ANLATTI O ANI

        Ömer Halisdemir’e şehadet emrini verdiği bölüme geldik. “Telefonda nasıl konuştunuz? diye sordum.

        O kısmı anlatırken yine göz yaşlarına boğuldu. Ancak bu kez yayını durdurmadım. Göz yaşları içinde, çok büyük zorlukla konuştu ama yine de o anları anlattı.

        8 defa konuşmuşlar o gece. İlk önce Özel Kuvvetleri ele geçiren albayların etkisiz hale getirilmesi için plan yapmışlar. Ancak çok yoğun koruma altında olduklarından bu plandan vazgeçmişler.

        Sonunda darbeci Semih Terzi’nin Özel Kuvvetleri yönetmek için oraya geldiğini öğrendiğinde son planlarını yapmışlar.

        Sekizinci ve son telefon görüşmesi şehadet emrinin verildiği görüşmeydi:

        “Son emrimde, Ömer dedim, artık ülkemiz için ölüm kalım meselesi. 20 yılda biz beraber mücadele ettik. Semih Terzi’nin hain ve alçak olduğunu, ülkeyi felakete sürüklediklerini, onun mutlaka öldürülmesi gerektiğini ifade ettim. Sonra belki bir kurtulma umudu olabilir diye tarif ettim bölgeyi. Ömer dedim, bunun sonunda şehadet olduğunu biliyorsun. ‘Komutanım feda olsun’ dedi. Hakkını helal et edim. ‘Komutanım helal olsun, siz de helal edin’ dedi. Ondan sonra görevini yerine getirdi.”

        BÜTÜN HATIRALARI HÜCÜM ETTİ ZİHNİNE YERİNDE OTURAMADI

        Boğazı tıkandı, göz yaşları durmadı, kasıldı, oturduğu yere sığmadı ama zorlukla yine de son görüşmeyi anlattı.

        “Baba-oğul gibiydik” dediği birinin şehadetini anlatmak öyle kolay bir şey değil. Ancak Ömer gibi yüzlerce şehidin hikayesini yaşamıştı, onların hikayeleri canlıydı içinde. İşte çekimler esnasında tüm hatıraları hücum etmişti zihnine. Hepsini anlatmak istiyor, hepsini anmak ve hepsini bilelim istiyordu aslında.

        Sonra kendini tutuyor, duruyor, konuşmanın insicamı bozulur diye o konulara girmiyordu. Bu yüzden konuşması tutuk, durağan, ama öfke, özlem, duygu ve isyan doluydu.

        Koltuğunda oturamadı bir türlü. İçinde patlayıp duran hatıraların yaşattığı duygularıydı buna neden olan. O ise sandalyenin arızalı ya da rahatsız olduğunu düşünüyordu. Ben de aynı sandalyede oturuyordum ama yerimde sabittim. Bunu söylediğimde “Anladım meseleyi” dedi.

        Ömer Halisdemir’in şehit edilmesini defalarca anlattırmıştım ona. Bu kez kameraların karşısında anlattırdım. Abartısız söylüyorum her dinlediğimde tüylerim diken diken olmuş, göz yaşları hücum etmiş ve ürpermiştim. Yine öyle oldu.

        ŞEHİDİN CEBİNDEN ÇIKAN 8 EMİR

        Çekimlerde ilk defa duyduğum bir şeyi anlattı. Ömer şehit olduktan sonra naaşının başına gelmiş ve anlından öpmüştü. O zaman cebinden bir kağıdın çıktığını ve bunun “8 emir” dediği talimatname olduğunu söyledi.

        Bunu merak edince detaylarını anlattı.

        Süleymaniye’deki “çuval geçirme” vakası olarak bilinen olay, Özel Kuvvetler ekibinin başına gelmişti. O zaman tüm ordu büyük öfke ve utanç ile bu olayı konuşmuş. Sonra da bunun intikamını almıştı. Zekai Aksakkalı Özel Kuvvetler Komutanı olduğunda bu olayı asla unutmadı. Çünkü askerlerimizin başına bu utanç verici olayın gelmesinde komuta kademesinin hatası olduğunu düşünüyordu. Askerler karşılaştıkları bu olaya karşı ne tepki verelim diye komutanlarına sormuş, onlar üst komutanlara sorup dönene kadar başlarına çuval geçirilmişti.

        İşte bunun önüne geçmek için tüm askerlerinin yanında taşıdığı, peşin emirler yazdırmış, bunları imza karşılığı tüm Özel Kuvvetler askerlerine dağıtmış ve üzerlerinde taşınmasını zorunlu kılmıştı.

        Ömer’in şehit olarak yerde yatarken cebinden çıkan bu emirnameydi.

        8 EMİR

        Zekai Paşa’nın yazdığı 8 emir şunlardı:

        1. Bütün faaliyetlerde yasallık esastır.

        2. Başarı için görevlere ve olaylara daima soğukkanlı ve pozitif yaklaşım esastır.

        3. Her zaman çözüm ve sonuç odaklı çalışma esastır.

        4. Nitelikli, yetişmiş özgüveni tam ve vazife için adanmış insan gücü her şeyden daha önemlidir

        5. Değişik coğrafya, durum, şartlara göre yüksek durumsal farkındalığa dayalı bireysel ve kurumsal güvenlik anlayışı şarttır.

        6. Her türlü ortamda adalet, merhamet, karşılıklı güven, saygı birbiri için canını veren, kalben bir bağlılık oluşturmak herkesin temel görevidir.

        7. Kural hatası kan, gözyaşı ve başarısızlık demektir.

        8. Durum ve şartlar ne olursa olsun esarete düşmek ve teslim olmak asla düşünülemez, şehadet esastır.

        Ömer Halisdemir son maddenin gereğini yerine getirmişti.

        NEDEN BANT ÇEKİM?

        Eminim birçok kişi neden canlı yayın değil de bant çekim olduğunu soracaktır. Zaten duyurular başladığı andan itibaren özellikle FETÖ’cü hesaplar bunu sormaya başladı.

        İyi niyetle merak edenler için anlatayım.

        Zekai Paşa konuşmaktan yana değildi ve medya tecrübesi hiç yoktu. Çekim esnasında ne yapılacağını, nereye bakılacağını bile bilmiyordu.

        Bir güven ortamı oluşturması için bant çekim yapılmasını teklif ettim. Zira o duygu seli ortamında insanın bin türlü ruh hali olabilirdi.

        Nitekim çekimlerin en başında göz yaşları yüzünden konuşamadı ve ara vermek zorunda kaldık. Bu tür insani durumlar nedeniyle bant olması onu biraz olsun rahatlattı.

        Çekip de yayınlamadığımız bir bölüm olmadı. Sadece rakam hataları, teknik hatalar, olayları anlatma sıralamasından kaynaklanan küçük ve konuşma bütünlüğünü değiştirmeyen düzeltmeler yapıldı.

        15 Temmuz gününün manevi ortamını etkileyecek, tartışmalara neden olacak konulara girmek istemedi. Bu nedenle her soruyu sormadım. Kuşkusuz daha çok soru sorulabilirdi ancak Özel Kuvvetler gibi devletin en stratejik görevini yapan birinin televizyon ekranlarında bunları tartışması beklenemezdi.

        Şahsen darbenin seyrini değiştiren Ömer Halisdemir’e şehadet emrini verme anını, ülkenin yetiştirdiği en iyi askerlerinden birinin hatıralarını kısmen de olsa kayıtlara geçirmek, tarihe not düşmek benim için büyük bir mesleki onur olarak kalacaktır.

        Zekai Aksakallı gerek askeri yetenekleri, gerek kişiliği, cesareti ve ülkesine bağlığı nedeniyle bir kahramandır benim gözümde.

        Zaten daha yüzbaşıyken Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en yüksek nişanesi olan “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası” almıştı. 15 Temmuz gecesi ve Fırat Kalkanı operasyonunda gösterdiği başarılar nedeniyle de erken terfi ettirilerek ödüllendirilmişti.

        Devletin onu emekliliğe sevk etmeyip, daha çok ülkesine hizmet etmesine olanak tanıması gerekirdi. Olmadı. Bundan dolayı, “kırgın ve küskün değilim” dedi sürekli.

        Ben hala Zekai Paşa’nın ülkesine daha fazla hizmet etmesi için fırsatlar olduğunu düşünüyorum.

        Burası artık devleti yönetenlerin bileceği konudur.