Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Yattığı cezaevini dolandıran adam
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Derviş Zaim, yeni filmi ‘Tavuri’de hükümlü olarak ömrünün nerdeyse yarısını geçirdiği Lefkoşa Merkezi Cezaevi’ni dahi iki kez dolandırmayı başaran, hakkında kitap yazılan Mustafa Serttaş’ın hikâyesini belgesel formatında anlatıyor.

        Belgesel sürekli kendini yenileyen, değişim ve gelişim içinde bir tür. Birçok belgeselde kurmacayla aradaki sınırların giderek muğlaklaştığını görüyoruz. Belgeselin temelde ne olduğuyla ilgili yapılan tanımlar da artık tartışmaya açık. Hatta bazı filmlerin kendi belgesel tanımını ortaya koymak için çekildiğini düşünmek dahi olası. Kaldı ki, ‘Tavuri’de olduğu gibi bu filmlerin çoğunda hangi çekim tekniklerinin kullanıldığını çözmek giderek zorlaşıyor. Mizansen ile gerçeklik arasındaki sınırlar kasten muğlak bırakılıyor. Haber filmlerinin gerçekliğine dahi güvenemediğimiz bir dünyada belgesellerin nasıl ve hangi tekniklerle çekildiği sorusu kuşkusuz hâlâ anlamlı. Ama her şeyi bu soru çevresinde kurmak artık mümkün değil. Kendi adıma belgeselin ne olup olmadığından ziyade seyrettiğim filmin niteliğine odaklanmayı tercih ediyorum.

        ‘Tavuri’, farklı belgesel türleri ve çekim tekniklerini kullanıyor. Gerçi format açısından kafa karıştırıcı değil; ama ‘babadan kalma’ eski usul belgesellere hiç benzemediği kesin. Hatırlarsak, Derviş Zaim’in ‘Devir’i (2012), belgesel ile kurmaca arasındaki tanımsız sınırlarda özgürce dolaşan kayda değer filmlerdendi. ‘Tavuri’ ise o sınırlardan uzakta, temelde ‘karakter portresi’ne odaklanan bir belgesel.

        Zaim, bu kez 5 yıla yayılan uzun bir çekim süreciyle geliyor karşımıza. Cine Dergi’de Semra Güzel Korver ile yaptığı söyleşide film için ‘gözlemci belgesel’ ifadesini kullanıyor; farklı belgesel türlerini bir araya getirdiğini söylüyor.

        Şeytan anlamına gelen tavuri, Mustafa Serttaş’ın lakabı... Zaim, onu KKTC’nin Mağusa kentinde geçen çocukluk yıllarından tanıyor. Küçükken hırsızlığa başlayan, yetişkinlik yıllarında bölgenin en ünlü dolandırıcısı haline gelen ve ömrünün büyük bölümünü cezaevlerinde geçiren bir isim Mustafa Serttaş. Zaim, mahkûmlar üzerine gerçekleştirmeyi planladığı belgeselin çekimleri için onunla ilk kez cezaevinde bir araya geliyor. 40 yıl sonra yaşanan bu karşılaşmanın ve yaptığı ilk çekimlerin ardından belgesel, süreç içinde yavaş yavaş şekilleniyor.

        ‘Tavuri’, Derviş Zaim’in doğup büyüdüğü Kıbrıs’ta çektiği filmlerden… Mustafa Serttaş’ın çocukluğunun bir parçası olması, filmin ikisi arasındaki iletişim ve karşılıklı güven üzerinden şekillenmesi nedeniyle doğal olarak Derviş Zaim de var belgeselde… Sadece filmin yönetmeni sıfatıyla değil çocukluk anılarının peşine düşen biri olarak da görüyoruz onu. Zaim’in filmin ilk bölümünde, yıllar önce Mağusa’nın Yenişehir semtinde ‘İngiliz kadının evinin arkası’nda hep birlikte top oynadıkları arsayı ziyaret ettiği sahne, kuşkusuz kayda değer. O terk edilmiş, viraneye dönmüş evin Kıbrıs tarihinin metaforu olması bir yana, aynı sahnede buruk bir kayıp zaman hissi de var. Ama Zaim, anılarına orada nokta koyuyor ve finale kadar seyirci ile Tavuri’nin arasına pek girmiyor. Fiziksel olarak ortaya çıktığı nadir anlarda da genellikle soru sormakla yetiniyor. Çünkü en baştan itibaren amacı Tavuri’yi anlamak…

        Önce neden çocuk yaşta hırsızlık yaptığını soruyor ona… Sonra kamerasıyla peşine takılıp cezaevindeki hayatını gözlemliyor. ‘Tavuri’ röportaj ağırlıklı bir belgesel değil. Zaim sadece sorularıyla değil kamerasıyla da anlamak istiyor Tavuri’yi. Mesela, cezaevinden çıktığı zaman özgürlüğün Tavuri için ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyor. Akrabaları ve çevresiyle ilişkilerinin, gündelik hayatının keşfine çıkıyor. Cezaevi müdürüne ‘Dersimi aldım’ dediği halde yeniden suç hayatına dönmesinin nedenlerini kurcalıyor. Ailesinin İngiltere kanadıyla ilişkisinin ‘resmini çizebilmek’ için kamerasıyla peşine takılıp Londra’ya kadar gidiyor… Tüm bu süreçte, kendi merak duygusunu bize de transfer ediyor; hep birlikte Tavuri’yi anlamaya çalışıyoruz. Özellikle çocukluğundan; onunla ve kardeşleriyle hiç ilgilenmeyen babasından; eve getirdiği çalıntı eşyaları ve paraları hiç sorgulamayan annesinden söz ettiği anlarda her şeyi anlayıp çözdüğümüzü düşünüyoruz. Derviş Zaim’in annesi Ruhsar Hanım dışında onu doğru yola girmeye teşvik eden çok fazla büyük yok yakın çevresinde.

        Zaim’in kendi anılarından yola çıkarak özellikle vurguladığı gibi ‘Çorba piştiğinde abisiyle birlikte çok sevindiği bir ev’de geçiyor Tavuri’nin çocukluğu. Yoksul bir aileden geliyor. Babasının katıldığı savaşı ve onun sonuçlarını bire bir yaşıyor. Abileri ve başkalarıyla terk edilen Rum evlerine yaptıkları seferleri de not etmek gerek. Tüm bunlar, neden – sonuç ilişkileri açısından makul bir çerçeve sunuyor bize. Ama İngiliz kadının evinden yaptığı ve ev sahibesi ile polisin hoş gördüğü, tatlı dille engellemeye ilk hırsızlıklarının vazgeçilemez bir alışkanlığa, hatta bağımlılığa dönüşmesi sürecinde yaşadığı her şeyi anlamak o kadar kolay değil. Üç kez evlenip boşanan, çocuk sahibi olan Tavuri’nin büyük bölümü cezaevinde geçip giden hayatını bütünüyle anlayıp çözmek, sadece Zaim ve bizim için değil, belli ki Tavuri’nin kendisi için de giderek zorlaşıyor. Film için dahi kendisiyle yan yana gelmek istemeyen kızından söz ettiği sahnelerdeki iç burukluğu, ebeveynlerinden konuşurken öfkeye dönüşüyor. Konunun suç ve ahlak meselelerine gelmesinden pek hoşlanmadığı belli. Herkesin onu olduğu gibi kabul etmesini istiyor. Anladığımız tek şey, suçun onun hayatının ayrılmaz bir parçası olduğu… Dolandırdığı kişiyle yan yana geldiğindeki kayıtsızlığı kayda değer.

        Derviş Zaim, Tavuri için giderek bir tür özyıkım sürecine dönüşen şeker hastalığıyla ilgili gelişmeleri de kamerasıyla takip ediyor. İştahına gem vurmuyor, yasaklanan gıdalardan vazgeçmiyor Tavuri. Hastanede ‘Tedaviyi reddediyorum’ dediği sahne, özellikle dikkat çekici… Tedaviyi reddetmek ile suçtan vazgeçmemek arasında bir paralellik var sanki… Film kamera önünde tartışan, kavga eden, öfkelenen, tepkilerini, duygularını bastırmayan bir Tavuri ile çıkıyor karşımıza. Sonuçta, psikologlar tarafından ‘sosyal kişilik bozukluğu’ tanısı konulan biri Tavuri… Dışardan bakıldığında, hayata tutunamayan, işlediği suçlardan fayda değil büyük zararlar gören ama başka türlü yaşamasını da başaramayan biri.

        Yer yer ince bir mizah duygusu da var filmde. Yattığı cezaevindeki memuru bile dolandırmayı başaran biri Tavuri… İnsanlardaki kolay para kazanma isteğini lehine çevirmesini çok iyi biliyor. Londra’ya geldiğinde abisine sorduğu sorulardan, içinde kabaran ‘dolandırıcılık yapma iştahı’nı hissetmek mümkün.

        Bazen gülümseyerek, bazense şaşkınlık ve üzüntüyle seyrediyoruz ‘Tavuri’yi. Açılışta olduğu gibi finalde de devreye giriyor Zaim… Ama Tavuri hakkında nihai kararı ve onun hayatını yorumlamayı, seyirciye bırakıyor… Bunun yerine; içinde kendisinin, annesinin, çocukluğunun ve belirli ölçülerde Kıbrıs tarihinin de yer aldığı büyük bir tablo resmedip, Tavuri’yi onun tam merkezine yerleştiriyor.

        Dünya prömiyerini geçtiğimiz mart ayında ABD’de ‘True False’ adlı belgesel festivalinde yapan ‘Tavuri’nin çok doğru bir kararla -Kıbrıs aksanının ve doğal diyalog akışının çıkaracağı olası sorunları çözmek için- Türkçe altyazıyla gösterildiğini belirtelim.

        7/10