Hacda taciz
GEÇTİĞİMİZ günlerde patlayan dekolte tartışmaları üzerine ilahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal, sadece dekolte giyen kadınların değil, tepeden tırnağa kapalı kadınların da tacize uğradığının altını çizerek “Hacca giden kadınlar dahi tacize uğruyor” demişti. Doğrudur. Uğruyorlar. Benim de başıma geldi. Umre için Mekke’ye gitmiştim. Kâbe’nin etrafında dönerken birisi bana arkadan yaklaşmak suretiyle net biçimde cinsel tacizde bulunmuştu. Dinimizin en kutsal mekânında...
O anki yaşadığım şoku tarif etmem mümkün değil. Günlerce kendime gelemedim. Bu kötü anımı paylaşmamın bir nedeni, Hidayet’in Milliyet Gazetesi’ne verdiği mülakatta işaret ettiği gibi Mekke’de böyle bir sorunun varlığına dikkat çekmek. Aynı zamanda taciz meselesini dekolte giyinmekle açıklamanın acizliğini vurgulamak.
Ne var ki işin içine kutsal mekânlar girince iş karışıyor tabii. Böyle bir konuyu köşemde işleyeceğimi söylediğimde bazı muhafazakâr dostlarım “Sakın yapma” dediler. Zira onlara göre kadınları Mekke’den soğutmuş olacaktım. Tam tersine, böyle bir sorunun üstünü örtmek bence dinimizin temel prensipleriyle asla ve kata örtüşmüyor. Suudi Arabistan’da kol gezen elleri sopalı sözde “ahlak polisleri”, koyun muamelesi yaptıkları kadınların başları tam örtülü mü değil mi gibi uğraşlardan zaman ayırıp biraz da şu taciz meselesine eğilseler hiç fena olmaz.
Evet, taciz kadınların örtülü veya açık saçık giyinmeleriyle alakalı değil. Hidayet’in mükemmel ifadesiyle, “Bu iş, bir toplumdaki erkeklerin buna cüret edebilme kolaylığıyla ilgili. Kadınların bu meseleleri açıklamayacağından emin olmalarına dayanıyor. Bir kadına, başına geleni açıkladığında ‘Kim bilir ne yaptın da başına bu geldi’ diyorlar. ‘Öyle giyindin, şöyle güldün, şurada bulundun.’ Kadına bakıyorlar, taciz eden erkeğe bakmıyorlar”.
Gerçekten de öyle. Yine kendimden örnek verebilirim. Daha 12 yaşındayken annemle birlikte kemer almaya gitmiştim. Bol geldiğinden, “Arka bölüme ustanın yanına git, o delik açar” dediler. Adam ani bir hareketle göğsüme dokunmuştu. Ağzımı açıp bir şey diyemedim. Öylece dondum kaldım. Korkum ve utancımdan anneme de bir şey söyleyememiştim. Bir şekilde ben suçluymuşum gibi hissetmiştim. “Sorunun odağında kadın var. Bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyük” diyen İlahiyat Profesörü Orhan Çeker’e soruyorum: “12 yaşında bir kız çocuğun dekoltesi mi olur?”
Hani Irak modeli?
ESRAR, alkol ve El Kaide. Ülkesindeki ayaklanmayı bu unsurlara bağlayan Muammer Kaddafi, herhalde ilk iki maddeden bol bol tüketmiş olmalı. Biz bu satırları yazarken Libya’da kan gövdeyi götürmeye devam ediyordu. Başta Az Zawiyah kentinde olmak üzere Kaddafi’ye bağlı güçler, halkın üzerine ağır silahlarla ateş edip katlediyordu. El Cezire televizyonunun aktardığı bilgilere göre ülkenin doğu şeridi halkın denetimine geçmiş vaziyette.
Tunus, Mısır ve şimdi de Libya... Halklarına onlarca yıl boyunca zulüm eden, sadece kendi ceplerini dolduran zalimler teker teker devriliyor. Ne El Kaide, ne CIA, ne de Müslüman Kardeşler. Her üç ülkede spontan bir kitlesel halk hareketi söz konusu. İlk ayaklanma Tunus’ta oldu. Mısır, Tunus’u örnek aldı. Ama Allah’ın bir tek kulu (en azından ben duymadım) tutup da “Sam Amca’nın Irak’a getirdiği demokrasinden esinlendik” demedi.
Oysa George W.Bush, Saddam‘ı devirip Irak’ı dümdüz ederken, Ortadoğu’ya bir örnek demokrasi ve özgürlükler modeli yaratacağını iddia etmişti. Tam tersi, akabinde öyle bir kan banyosu tetiklendi ki Irak hâlâ kendine gelemiyor. Ne Mısır’da, ne Tunus’ta, ne de Libya’da, “Biz Irak gibi olmak istiyoruz” diyen yok.
Demek ki en doğrusu neymiş? Başka halklar adına kararlar verip ülkelerini işgal etmek yerine, o halklar topluca sizden yardım talep ettiği zaman tıpkı dün Bosna’da, bugün de Libya’da olduğu gibi uluslararası camiayla birlikte hareket ederek haktan hukuktan yana olmak. İnsandan yana olmak.