Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Utanç içindeyim.

        Önce Sebnem Schaffear’in bekaret raporunu medyaya göstermesi utandırmıştı.

        Sonra Hüseyin Çelik’in kartvizit çorapları.

        Şimdi de Hasan Pulur’un o bel altına vuran tuhaf yazısı.

        Tuhaf, diyorum, çünkü kilitlendim, söyleyecek söz bulamıyorum. Sinsi, geliyor aklıma, uymuyor; edepsiz geliyor, o da uymuyor.

        Tuhaf bir şey bu. Münasip kelimeyi bulamıyorum.

        Hasan Pulur’u tanırım.

        19 yaşımda, yani 18 sene önce, Hilmi Yavuz’un tilmizi iken aynı masada birkaç kez oturmuşluğumuz var.

        Onlara bakar, Edeb’i onlardan öğrenmeye çalışırdık!

        Artık medyada bir tür gazeteci olduğunu çok iyi biliyorum.

        Ortalama yazılar yazar, ortalama haberler yaparlar. Ancak kulis işlerinde çok mahirdirler.

        Yüzünüze; güler, saygıda kusur etmezken; arkanızdan kuyunuzu kazarlar.

        Gördükleri her başarıyı değnekle kovlamak için, sinip bir köşede beklerler.

        Kötüdürler, kötücüldürler, sinsidirler, hesapçıdırlar, ispiyoncudurlar.

        Patronunuz nezdinde size iftira atmakla kalmaz, patronunuzu da size ispiyonlarlar.

        Başarı gördükleri yerde, sinirleri bozulur. Kendilerini kontrol edemezler.

        Histeri krizlerini izlersiniz…

        Bütün bunlara Bab-ı Ali geleneği diyenler de vardır, aralarında.

        Hasan abi, Pulur, onlardan değildi.

        Şimdi de değil.

        Ama o bambaşka bir şey olmuş.

        Ayşe Özyılmazel, Haşmet Babaoğlu ve Hıncal Uluç üzerine yazdığı o utanç verici yazıyı gördüğüm zaman anladım ‘bambaşka bir şey’ olduğunu.

        İsimlendiremiyorum işte.

        Yazısının içeriğini anlatmak istemiyorum. Yüreği kaldıranlar, midesi kaldıranlar, Hasan abi, Pulur’un köşesinden okusun.

        Ben sadece arkadaşım Haşmet Babaoğlu için bir iki not yazmak istiyorum:

        O benim Türk medyasında gördüğüm en düzgün adamlardan biridir. Bu yazıda ima edilen ‘bağlamlar’ onun hayat kavrayışı içinde ismi bile olmayan şeylerdir.

        Hıncal Uluç’a gelince… Dosttur. Genç gazetecilere her daim içten ve yardımcıdır. Stajyerlik dönemlerimde benden de yardımlarını esirgememiştir.

        Ayşe Özyılmazel’i tanımam.

        Ama bilirim ki Haşmet, Ayşe’ye ‘sevgilim’ demişse, bu kadına kefil olunur.

        Hasan abi, Pulur’a gelince…

        ‘Ah be’, demiştik, ‘ne iyi oldu Sedat Ergin gelince Milliyet’in havası değişti, Hasan Pulur bile iyi yazmaya başladı.’

        Ama demiştik, ‘Milliyet’te hala magazin eksik, dedikodu eksik.’

        Yanılmışız.

        Hasan Pulur o boşluğu ziyadesiyle doldurmakla kalmamış, aşmış geçmiş.

        Hiçbir paparazzi rekabet edemez artık onunla.

        Çünkü paparazzi dediğin eninde sonunda, konu özel hayat da olsa bir gerçeği yazar, gerçek hayattan bir kareyi yakalar çeker…

        Olmayacak insanlara, olmayacak özellikler vehmetmez…. (O yönetmen cümlesi Türk basınının utanç tarihine geçti Hasan abi, Pulur!)

        Hasan abi, Pulur, paparazzilerin toplamının fevkindedir artık.

        Özür dilerse, affedilir mi bilmem. Ama ben ‘edeb’i öğrendiğim adamların arasında birkaç kez gördüğüm bu Pulur’u affedemem.

        Anlamadım ki niye?

        Haşmet’i mi kıskandı, Hıncal ağabeyi mi?

        Yoksa… Ayşe’yi mi?

        Diğer Yazılar