Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz günlerde her zamanki gibi sosyal medyadan İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki hakimiyetini tanıma niyetinde olduğunu açıkladı. Elbette bu niyet, Ortadoğu'daki oyunun yeni kurallarını yansıtmakla birlikte, sertleşeceğinin de bir göstergesi niteliğini taşıyor.

        Başkan Trump, kendisinden önceki Amerikan başkanlarının politikalarını eski gelenek olarak görüyor ve onların bu yaklaşımlarının yeni dünya politikasında artık geçerli olmadığını, yeni şeyler söylenmesi ve ona göre adımlar atılmasını savunuyor. Şimdiye kadar attığı adımlarda da Amerikan iç ve dış siyaset geleneklerinin tamamını alt üst ettiği de ortada.

        Özellikle Suriye’den çekilme, İsrail’deki Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs şehrine taşınması gibi üzerinde oldukça tartışma yaratan açıklamalar ve sonrasındaki adımlarına baktığımızda da bu yaklaşımın geçmiş dönemlerdeki Amerikan başkanlarından çok daha alelacele ve üzerinde derin düşünülmemiş adımlar olduğu izlenimi yaratıyor. Geçtiğimiz günlerde yine sosyal medya üzerinden yaptığı Golan tepeleri çıkışı da tam da bahsettiğim bu niteliği aynen taşıyor.

        İsrail seçimleri öncesi Başbakan Netanyahu’nun Amerika ziyareti sırasında Başkan Trump’ın sosyal medyadan Golan Tepeleri'nde İsrail hakimiyetini tanıma niyeti dün yapılan açıklama ile bugün gerçekleşti. Bu adımla birlikte ABD-İsrail ilişkileri tarihinin en yakın seviyesine de ulaşmış olacak. Ancak şu kesin ki ABD'nin bu hamlesi, kısa vadede uygulanabilir gözükmediği gibi güvenliğe ilişkin neticeleri de yok.

        Bu anlamda Golan'daki Birleşmiş Milletler gücünün faaliyetlerini değiştirmesi de beklenmiyor. Kaldı ki Avrupa Birliği ve Türkiye’de bu kararı tanımayacağının altını çizmiş durumda.

        Bu hamlenin zamanlamasına baktığımızda özünde siyasi bir plan söz konusu olduğu da aşikar. İsrail seçimleri öncesi ABD’den böyle bir insiyatif alarak ülkesine dönecek olan Başbakan Netanyahu, siyasi rakiplerine karşı kayda değer bir avantaj sağlayacağını söylemek yanlış olmayabilir. Çünkü İsrail iç siyasetinde sular ısınmışsa benziyor. Netanyahu'nun karıştığı denizaltı skandalı, bir yıldır manşetlerden düşmüşken tekrar bu hafta yeniden kamuoyunun ilgisini çekmiş gözüküyor.

        Bu yolsuzluk olayına ilişkin her gün ortaya atılan iddialar, Netanyahu'yu ilk kez muhalefetin hedefinin merkezine yerleştirmiş ve muhalefet de gündemi belirlemeyi başarabilmiş durumda. İşte tam da bu ortamda Trump, Netanyahu'nun soluk almasına imkan verecek büyük bir jest ile İsrail iç siyasetine damgasını vurmuş olacak.

        Şu bir gerçek ki aslında Trump sadece Netanyahu’nun partisi Likud Partisi'nin seçim kampanyasına katılmıyor, aynı zamanda İran ile yapılan nükleer anlaşmadan ABD’nin çekilmesi, elçiliğinin Kudüs'e taşınması ve şimdi de Golan üzerinde İsrail hakimiyetinin tanınması gibi konularda görüldüğü gibi Likud'un görüşleriyle tamamen aynı fikirde ve aynı doğrultuda hareket ediyor.

        Yani aslında İsrail sağının, eski ABD Başkanı Barack Obama arasında yıllarca süren karşılıklı düşmanlığın ardından hayallerinin gerçekleşmesi olarak niteledirilebilir.Elbette bu gelişmeler yaşanırken, dünya kamuoyunda da bu flörtün yansımaları söz konusu. Trump’ın bu açıklamasını onaylamayan sadece Suriyelilerin dışında, Türkiye, Rusya ve Filistinlilerin olması beklenirken Avrupa Birliği'nin de hemen akabinde bu kararı tanımayacağını açıklaması; aslında bu kararın uygulanabilirliğini de imkansız hale getiriyor. Washington, Golan'a dair siyasi müzakere ihtiyacını vurgulayarak şimdiden Moskova'yı azarlıyor. Türkiye’ye karşı ise S400 füzeleri üzerinden mesaj veriyor.

        Bu aynı zamanda, Rusya'nın Suriye'de İran ile müttefikliğine ve Rusya'nın İran güçlerini ve Hizbullah birliklerini Golan boyunca uzanan sınırdan uzaklaştırmaya yardım edeceğine dair, ABD ve İsrail'e verdiği sözleri tutmamasına gösterilen bir Amerikan tepkisi gibi de görünüyor. Çünkü İsrail Başbakanı Netanyahu, Putin ile son iki yılda yaptığı görüşmelerde Golan tepeleri için destek istemiş ama istediği desteği bulamamıştı.

        Filistinliler içinse bu tehlikeli bir teamül teşkil ediyor çünkü Washington, İsrail'in tek yönlü bir eylemini meşrulaştırmış oluyor. Körfez ülkeleri üzerinden baktığımızda ise, son yıllarda baskın Amerikan politikalarıyla İsrail ile ilişkilerde normalleşme atılımı olduğu rahatça söylenebilir. ABD ve İsrail pek çok Arap rejiminin herhangi bir toprak talebinde bulunmaksızın İsrail ile açık ilişkiler dönemine geçecek kadar farklı bir sürece girdiği de görebiliyor.

        Yani anlayacağınız, Golan ile ilgili açıklamanın sözde “yüzyılın anlaşmasının” ilan edilmesi öncesi bir atmosferde gelmesi tesadüf değil. Aksine bu açıklama söz konusu anlaşmanın aşamalı olarak tatbik edildiğini doğruluyor. Suriye’nin parçalanmaması ve Filistin direnişinin ayakta kalması, ABD ve İsrail’i Golan ile ilgili bu girişimi tek taraflı olarak dayattığı çok net bir şekilde ortada.

        Kanımca bu karar, İsrail ile Şam arasında herhangi bir müzakere ihtimalinin sonu olması açısından önemlidir. Hatırlayacağımız gibi Netanyahu, 2010 yılında, Suriye’nin İran ve Hizbullah ile bağlarını koparması karşılığında İsrail’in Golan Tepelerinden çekilebileceği konusunda Suriyelilerle müzakereler yürütmüş ve iç savaşın gölge düşürdüğü bu görüşmeler Mart 2011’de birden kesilmişti. Suriye’de katliamlar sürerken İsrail’in tutumu da yavaş yavaş değişti.

        Aslında bu karar İsrailli stratejistleri ve siyasetçileri de ikiye bölmüş durumda. Bir kısım entelektüel ve siyasetçi, ABD’nin şu anda tek taraflı olarak İsrail’in Golan Tepeleri'ndeki işgalinin meşrulaştırmasının İsrail’e pek fayda sağlamayacağını hatta bitmek bilmeyen ihtilaflara neden olabileceğini düşünüyor. Destekçiler ise elbette bunun bir fırsat olduğu görüşünde. Öyle gözüküyor ki Suriye toprakları üzerindeki baskı, kavga ve güç kullanımı ucu Akdeniz’e kadar uzun bir alana yayılacak ve ABD İsrail flörtü karşılıklı jestlerle büyümeye devam edecek. Ancak unutmayalım ki İsrail bu tavrı ile Ortadoğu’daki Müslüman halkların öfkesini daha da fazla üzerine çekecektir.

        REKLAM

        ***

        YENİ ZELANDA’DA BÜYÜK ACI

        Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikte Yeni Zelanda’da yaşanan terör saldırısını yerinde incelemek ve şehitlerin ailelerine taziye ziyaretinden bulunmak üzere saldırının yaşandığı Christchurch kentine gittik. Yaşanan büyük acı karşısında Yeni Zelanda halkının müthiş acısına ve metanetli duruşuna bizzat şahitlik ettik. Siyasetçiler, medya, STK’lar ve farklı din ve mezhep gruplarının kanaat önderlerinin duruşu, söylemleri ve dünyaya verdikleri mesajlarla bir ülkenin en zor zamanlarında insani değerlerin temel olması gerektiğini örnek bir davranış ile gösterdi diyebilirim.

        Anma törenleri, Nur Camisi yakındaki cadde başında ve kentin merkezindeki botanik parkta yapılıyordu. Geceli gündüzlü hiç boş kalmadı. Zira her iki anma bölgesinde hem gece hem gündüz bizler de oradaydık. Yeni Zelanda halkının üzüntüsü ve gösterdiği ortak tepkiyi görmek mümkündü.

        Botanik parkta akşam ziyaretimde yere çömelmiş sırt çantasında Türk ve ABD bayrağı taşıyan bir genç dikkatimi çekti. Ancak hemen belirtmeliyim ki bir komplo teorisine zemin hazırlamamak adına olayı tüm yalınlığı ile yazmak istedim. Yaklaştığımda 20'li yaşlardaki gencin yanında bizi gören orta yaş üstü bir yabancının hemen kalkıp uzaklaştığını fark ettim.

        Çantalı genç ise beni görünce kaçmak yerine konuşmayı tercih etti. 20’li yaşlardaki genç cümleye, “Ben İzmirliyim” diye başladı ve anma töreni için geldiğini ifade etti. Sonra kendisinin Türkiye-ABD diplomatik ilişkilerinde krize neden olan rahip Brunson’un oğlu olduğunu öğrendim. Sohbet esnasında babasının bir başka ülkeden vatandaşlık aldığını ifade etti. Oldukça şaşırtıcı ve dikkat çekiciydi diyebilirim.

        Bunun yanı sıra, Yeni Zelanda’da Nur Camii'ne düzenlenen saldırıda Suriye’deki iç savaştan yani ölümden kaçarak dünyanın öbür ucuna sığınan Suriyeli Selva Mustafa'nın hazin hikayesine de şahit olduk. Eşi Halit Mustafa ve oğlu Hamza Mustafa Nur Camii'nde şehit olmuştu.

        Suriyeli Selva Mustafa, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan Christchurch’teki temasları esnasında Türkiye'deki annesi ve iki kardeşinin aileleriyle Yeni Zelanda'ya göçmen olarak getirilmelerini talep etti. Yeni Zelanda Büyükelçiliğimiz de konuyu takip ediyor, Yeni Zelanda makamları nezdinde çalışmaları yürütüyor.

        Diğer Yazılar