Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Harabat ehlini hor görme Zakir, defineye malik viraneler var.”

        Anadolu’nun irfan sahibi büyüklerinden Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın oğullarından biri dünya ehli, diğeri zühd ve takva ehlidir. İbrahim Hakkı bu cümleyi meyhaneyi pek seven Zakir’i küçümseyen diğer oğlu Şakir’e söylemiştir. Düşünene hem güncel, hem siyasal hem de ikili ilişkilerde ufuk açan bu cümleyi önemsiyorum.

        Uzatmayayım. 23 Haziran’da AK Parti’nin büyük hayal kırıklığı yaşayarak kaybettiği İstanbul seçim tekrarına bağlayacağım sözü.

        Bir gazeteci olarak gözlemim, bu yenilginin seçim kampanyası ve dili üzerinden yapısal nedenleri olduğu gibi, tekrarlanan seçim öncesindeki son hafta yaşanan olayların da etkisi büyük. Hele ki algının gerçekliğin ta kendisi sayıldığı siyasi arenada…

        Bu noktada kibir sizin kendinize yönelik algınızı da, hedef kitlenizin algısını da yanıltan bir şeydir. AK Parti büyük insani erdemleri ortaya koyarak bugünlere gelmişken güç kazandıkça kibrini kendine post edinme yanlışına düşmüş olması sanırım herkesi üzüyordur.

        31 Mart seçimi öncesi sosyal medyadan gündemimize giren AK Parti’nin 19 yaşındaki Bayburtlu Yusuf’u vardı ya hani, İYİ Partili hanımefendinin küstah tavrına efendiliği ile cevap veren, dik başlı ama mağrur…

        İşte o ruhu AK Parti kaybetmiş gözüküyor. Bu kayıp İstanbul seçiminden çok önce gerçekleşmiş olduğu için AK Parti bunu yapısal sorunlar kategorisinde değerlendirmeli diye düşünüyorum.

        Diğer taraftan hem ulusalda, hem uluslararası alanda ‘lidere yakınlık’ üzerinden kadrolar, ekipler arası kavgalar olduğu algısı hakimiyet kazanmış durumda. Bu yarışın kabineye de yansıdığı dilden dile geziyor.

        Adalet ve güvenlik bürokrasisinde ise içler acısı durumu tarif etmeye gerek var mı, bilmiyorum. Birilerinin işine gelmediğinde diğerini terör üyesi, FETÖcü ya da PKK’lı ilan ettiği ancak ciddi adli dosyaların altını tam doldur(a)mayan, sistemik bir çıkmaza girildiği aşikar.

        Türkiye’nin düştüğü çıkmazlarda FETÖ’nün etkisi büyük. Bu nedenle FETÖ’cü iddiası kullanıldığında ivedi ispatlanmalı çünkü bu iddianın istismar edilmesi, en çok FETÖ ile mücadeleye zarar veriyor. Oysaki mücadelenin kararlılıkla sürmesi gerekiyor.

        Devletin kadrolarının dini cemaatler, STKlar, mezhepler, hemşeriler, sağ-sol fark etmez mini siyasi örgütler üzerinden ‘doldurulması’ bu ülkenin canını ziyadesiyle yakmıştır. Ak Parti iktidarda en uzun süre kalmayı başaran bir parti olduğu için, geçmiş dönemlerin yükü de sırtına yüklendi. Erdoğan’a sunulan raporlarda bu konudaki sorunlar yer alıyordur diye umuyorum.

        Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlet ideası üzerinden şekillenmiştir. Ekonomisi, siyasi kapasitesi daha az olduğu dönemlerde dahi Kızıl Elması da gönlü de büyüktür. Bu ülkenin 80 milyonluk bir kasabaymışçasına mikro fanatizmler ve mikro hemşericiliklere maruz kalması uzun vadede kimsenin faydasına değil. Kaçınılmaz olarak önce ötekileşmeyi, sonra yabancılaşmayı, akabinde aidiyet yitimi ve düşmanlaşmayı getiriyor.

        Kaldı ki menfaati, lobisinin önü kesilen, beceremeyen ve/ya görevden alınanların AK Parti’ye ve Erdoğan’a ilk düşmanlaşanlar olduklarını tecrübe ettik.

        Öte yandan seçimden bir hafta öncesinde ise kaybın şiddetini artıran taktik hatalar mevcut.

        İşe belki de hepimizde büyük beklentiler oluşturan ve sadece İstanbulluları değil tüm ülkeyi ekrana kilitleyen adaylar arasındaki münazaradan başlamak mümkün.

        16 Haziran’da gerçekleşen bu tarihi yayında Binali Yıldırım, partisinin İstanbul’da 17 yılda yaptığı başarılardan ve daha çok başarı kaydedeceğinden bahsetmekle sınırlı kaldı. Bunlar zaten herhangi bir yöneticinin elde etmesi gereken başarılardır, sunması gereken hizmetlerdir. Ayrıca sakin konuşmasını yaparken yorgun görünüyordu.

        Onun aksine rakibi genç ve enerjik. Her ne kadar Ekrem İmamoğlu’nun projeleri herkes için ikna edici olmasa ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteğine ihtiyaç duyacağı vaatleri vermekte abartıya kaçmış olsa da, Türk toplumunun bütün kesimlerine hitap etmeyi başardı. Bu başarısı, aldığı oylardan da zaten görülüyor. Ayrıca, muhafazakarların endişelerini gidermiş gözüküyor ki AK Parti’den yüzbinlerce oy gitmiş buraya.

        Seçim öncesinde Ak Parti kurmayları Kürt oyları ve milliyetçi oylar için çeşitli söylemler geliştirirken aslında ilk defa çözülme eğilimi gösteren kendi tabanını konsolide etmeyi düşünmeden hareket etmiş gözüküyor. Şimdi asıl düşünülmesi gereken bu taban, bu kitle nasıl yeniden bir araya getirilir ve bir arada tutulur. Hele ki parti içindeki küskünlerin yeni parti hazırlıkları sürerken…

        Bir başka neden, Ak Partinin mart seçimlerinden önce yaptığı hataları telafi edememesinden ötürü seçmeninin hayal kırıklığına uğramasıdır. Nitekim mazbatasının alınmasının ardından İmamoğlu’na yapılanın haksızlık olduğu AK Parti seçmeni nazarında güç kazandı, kamuoyundan kabul görmedi.

        Çünkü Ak Parti’nin argümanları kendi tabanı ikna etmeye yetmedi. Belki de İmamoğlu’nun yetersizliği ya da eksikliği vardıysa dahi yaratılan mağduriyetle İmamoğlu’nu Ak parti kendi tam etti. Bir nevi Ak Parti’nin bu süreçteki başarısızlığı karşı adayın başarı hanesine yazıldı.

        Seçim sürecinde İmamoğlu’na karşı kullanılan bazı sıfat ve benzetmelerin toplumda genel olarak her kesimde ters teptiği görüldü. Hatta mağdur etkisi yarattı.

        Ancak CHP’nin dahi beklemediği 800 bin oyluk farkın oluşmasına yol açan diğer bir faktör; terör elebaşı Abdullah Öcalan’ın Kürt seçmenleri tarafsız olmaya çağırması oldu. Bu, Türkiye’de terör örgütü yetkilisi ve on binlerce askerimizin ve sivilimizin katili olarak görülen birisinden destek gibi okundu.

        Fakat örgütteki dönüşümü takip edenler bilecektir. Bu hamle HDP tabanındaki Kürt seçmenden karşılık görmedi. Kandil ve HDP nazarında Öcalan artık örgütün “önderlik” diye tabir edilen liderliğinden “onursal başkanlığına” geriledi. Kaldı ki bu durum, terörle mücadele sürecinin ileriki aşamalarında farklı yansımaları ile karşımıza çıkacaktır. Üstelik bu hamle milliyetçi ve muhafazakar oyların da kaybedilmesine yol açtı, ters manyel yaptı.

        Meseleler az değil aslında. Bir diğeri de siyasi partilerin programlarında yer alan Suriyeliler meselesi ve çözüm yolları. Muhalefet, seçimlerde bu kartı çok iyi kullandı ve Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesi çağrıları, seçmenler nazarında yankı buldu. Bu arada AK Parti de bu meselenin içine girmek zorunda kaldı ve bu bağlamda yıl sonuna kadar 50 bin Suriyelinin İstanbul’dan gönderileceğinin ve İstanbul’da altı ay içinde güvenliğinin sağlanacağının sözünü verdi.

        Ne kadar analiz yapılırsa yapılsın 23 Haziran Türkiye’de yeni bir siyasi haritanın şekillenmesi bakımından önemli. En yakın seçim dört yıl sonra. AK Parti bu süreyi ikna edici yeni siyasi ve ekonomik stratejiler ortaya koymak suretiyle halkı yeniden ikna etmek ve hatalarını düzeltmek için kullanmalı. Bir gazeteci gözlemi ve tavsiyesi olarak şunu söylemeden geçemeyeceğim: AK Parti’nin şu dönemde yaptığı her yanlış rakiplerine ve yeni girişimcilerin hanesine doğru olarak işliyor. Bunu görmelerini temenni ediyorum.

        Diğer yandan, muhalefet dört yıl sonraki seçimler için İmamoğlu’nu Erdoğan’ın karşısına rakip olarak çıkarmak için çalışacaktır. İşte o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi partisinin il yönetiminin hatalarının ortaya çıkardığı bir rakibi karşısında bulabilir.

        Hep AK Parti’den bahsettik ama CHP’ye de İbrahim Hakkı’nın girişte yazdığım sözünü hatırlatmak istiyorum. CHP bu seçimi öncelikle AK Parti’nin hataları ve kendi parti prototipi olmayan, merkez sağı temsil eden bir aday çıkararak kazanmıştır. Bu dalgayı parti içine yayabilir ve partiyi 2023’e kadar dönüştürebilir mi mevcut şartlarda, çok emin değilim. Ama CHP’nin de İmamoğlu’nun da böyle bir idrakten kopması, kazandıkları zaferi başlamadan biten bir hikayesine dönüştürebilir.

        Türk halkının sandıkta kimi ne zaman şaşırtacağı hiç belli olmaz…

        Diğer Yazılar