Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür” diye bir laf var. Ebeveynlik açısından bakıldığında bu şuna tekabül ediyor: “İyi niyetle, korumacılık maksadıyla yaptığınız şeylerle çocuğunuzun ruhunu sakatlayabilirsiniz...”

        İyi bir anne-baba olmak ne demek? Mükemmel değil, vasat değil, iyi. Benim “yeterince iyi” anne olarak nihai hedefim, yüzde yüz bana bağımlı bir yaratık olarak doğan çocuğumun günbegün fiziksel ve psikolojik olarak benden ayrışması ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi. Bunun aksi, çocuğun fiziksel olarak büyüse de anne ya da babasına, onlar yoksa yakın ilişkide olduğu başka birine muhtaç kalması anlamına geliyor. İnsan, deneyimlediği ilk ve en yakın ilişki olan anne-babasıyla ilişkisini yetişkin hayatında seçtiği partnerlerle kopyalayan bir varlık. Annesi gibi bir eş arayan erkekler, babası gibi bir eş bulan kızlar, bu ilişkiler duygusal anlamda tatmin edicilikten uzak olsa da tanıdıkları, bildikleri bir model olduğu için buna sığınıyorlar. Peki, biz ebeveynler bilerek ya da bilmeyerek çocuklarımızı bağımsızlaşmaktan ve doyurucu ilişkiler yaşamaktan nasıl alıkoyuyoruz?

        Hipnoterapist Diane Zimberhoff, akıl açıcı kitabı “Breaking Free From the Victim Trap”te çocuklara çaresizliğin çok küçük yaştan itibaren öğretildiğini anlatır. Bunu öğreten, çocuğun her işine ondan önce koşan “kurtarıcı ebeveyn” davranışı. Kurtarıcı ebeveyn, çocuğunun yemeğini ağzına kaşıkla verir; oysa çocuğun kaşık tutma ve ağzına sokma becerilerinde bir gerilik yoktur. Arkadaşlarıyla kavga ederse o girer araya, zorbalardan kurtarır hemen çocuğunu. “Bırak senin yerine ben yapayım” anlamına gelen her davranışıyla çocuğa, “Sen yapamazsın, ben yaparım. Ben olmazsam sen beceremezsin” mesajlarını iletir.

        Bu mesaj, ebeveynin “ihtiyaç duyularak var olma ihtiyacını” karşılarken, çocuk kendini “yapamayan insan” olarak addetmeye başlar. Bu ilişki motifinde ebeveyn tarafında da sorumluluk yerine fedakârlık ön plana çıkar ve feda edilen her bir şey de (süpürge edilen saçlar, sabaha kadar gözünü kırpmamalar vs.) hayat bilançosunda bir alacakborç ilişkisi yaratır. Zimberhoff’a göre, bu ilişki motifinde büyüyen çocuklar yetişkin olduklarında ikili ilişkiler yaşayacakları kişileri de kendilerini yetersiz hissettirecek olanlardan seçiyorlar.

        Sadece çocuğun yapabileceği şeyleri onun yerine yapmak değil, aynı zamanda performans odaklı ya da koşullu sevgi diyebileceğimiz durum da çocukları kendini sürekli yetersiz hisseden yetişkinlere dönüştürebiliyor. Yalnızca uslu durduğunda sevilmeye layık bulunan, yalnızca okul başarıları yüzünden takdir edilen, herhangi alandaki bir başarısızlığı yüzünden kritik edilen, birileriyle kıyaslanan çocuklarda da kendine güven, yeterlilik duyguları sakatlanıyor.

        Mükemmeliyetçi ebeveynler çocuğa, onlar için kabul edilebilir davranışlarda bulunduğu sürece sevgi verecekleri mesajını veriyorlar. Bu da hayatı boyunca kendini yetersiz hisseden; koşulsuz, sadece kendi olduğu için sevilmemiş insan evladında kendine özgü davranışların törpülenmesine, “kabul edilebilir, sahte bir maske” ile yaşamaya yol açıyor. Bu kabul edilebilir maskeyi taşıyabilmek için duygularını bastırıyor çocuk. Kızlar için öfke, erkekler içinse üzüntü toplum tarafından en az kabul edilebilen duygular olarak görülüyor dünya genelinde. Kızlar zarif, erkekler güçlü olmaya koşullandıkça; böyle olmadıkları zamanlarda sevilmedikçe duygular daha da derine gömülüyor; öfke gömüldükçe neşe de kalmıyor; koşullu sevgi özgüveni kemirip küçültüyor. Bunların getirisi olarak da seks, alkol, sigara gibi bağımlılıklar gelişiyor ya da yeme bozuklukları, depresyon, anksiyete gibi davranış bozuklukları ortaya çıkıyor.

        Kendine güvenen sağlıklı çocuklar içinse çocukları oldukları gibi, kendilerine özgü özellikleriyle kabul etmek, meraklarını ve yeteneklerini (bizim onlar için hayal ettiklerimizle örtüşmüyor olsalar bile) desteklemek gerekli. Sadece kabul edilebilir davranışları olduğu zamanlarda değil, her zaman sevildiklerini hissetmeleri; duygularını yaşamalarına ve ifade etmelerine izin vererek kendi iç dünyalarıyla barışık olmalarını sağlamak gerekiyor. Bu söylediklerimi toplumsal yaşama adapte etmek de mümkün; belli bir düşünceye sahip olanların sevilmediği, ötekilerin sevildiği, sorgulayanların sevilmediği, biat edenlerin yüceltildiği bir topluma nasıl dönüşüldüğünü anlamak için belki de sadece çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimize bakmak gerekiyor.

        Diğer Yazılar