Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “ÇOCUKLARIN ihtiyacı olan mükemmel ebeveynler değil, duyguları hakkında dürüst olan ebeveynlerdir” diye yazıyordu geçen gün okuduğum kitapta. Çünkü çocuklar, anne ve babalarının öfke, sevinç, memnuniyet, keder, yas, heyecan gibi duyguları nasıl yaşadığını ve bunları dış dünyaya nasıl ifade ettiğini gözlemleyerek büyür. Bu gözlem, çocuk gibi her becerisini taklit vasıtasıyla geliştiren bir yapıda kendi duygularıyla olan ilişkisinin de temellerini atar. Buraya kadarını biliyoruz aslında. Yapabiliyor muyuz, o tartışılır... Peki ya şunu eklesem: Her türlü duyguya sahip olmak doğaldır.

        İşte bizi tuzağa düşüren bu kısım. Olumlu duygularla ilişkimizde sıkıntı yaşamazken, olumsuz diye nitelendirdiğimiz duygularla kalmakta zorlanıyoruz. Kimi zaman o duyguları yok sayarak başa çıkmaya çalışıyoruz. Zor bir zamandan geçerken yine de yüzümüzdeki gülümsemeyi (ne kadar suni de dursa) orada tutmak için gayret gösteriyoruz mesela... “Kan kusup kızılcık şerbeti içtim” diye bir atasözümüz var; daha ne olsun.

        Bence bizim çocuklarımıza aktarmamak için gayret etmemiz gereken hususlardan biri bu.

        “Üzgünken her şey yolundaymış gibi yapmak zorunda değilim. Üzgünsem üzgünüm işte. Üzgünlük de bir duygu. Diğer duygular gibi. Şimdi içimde ya da ben onun içindeyim ama geçecek biliyorum.”

        Kötü senaryo nereye gider diye bakacak olursak; en iyi ihtimalle bazı duyguların kabul edilmediğini, kötü ihtimalde ise duygularını kabul etmek yerine kendini ve ötekileri kandırmayı öğretiyor olacağız çocuğa.

        Bu da hayat boyu sürecek bir ‘mış gibi yapma’ haline, ikiliğe; iç pusulanın bozulması vasıtasıyla dış yönlendirmelerin baskın olduğu bir hayata yol açacak. Orada da şu soru geliyor: “Bir dakika; ben bunu mu istemiştim yoksa ‘Bunu istemem gerekir’ diye düşünerek mi buraya geldim? Bu hayatı kim seçti?”

        Dış yönlendirmeden kasıt kimi zaman kendi istemese de babası çok istediği için mühendislik okumak da olabiliyor veya tüketim toplumunun en makbul neferi haline gelip asla doymayacak bir “Ah, bir de şuyum olsa bak işte o zaman mutlu/ değerli/tam olacağım” yanılgısına da...

        DİKKATLİ FARKINDALIK

        İyi senaryoda ise özgün olma özgürlüğü var. Duygularını tanıma, bastırma yerine kabul etme becerisi; ki bu bir hayli cesaret barındırıyor içinde. Bir de hiç tüketim dostu bir tavır değil bu. Bu yüzden insanı köle, gezegeni aşırı tüketimden kaynakları tükenmiş hale getiren kapitalizmin pek de sevdiği bir şey değil. Düşünsenize kendiyle barışık ve hayata dair hedefleri dışa yönelmemiş insana kendini iyi hissettireceğine inandırarak maaşının 4 katı bedelindeki telefonu aldırtmak mümkün mü?

        Peki nasıl? Peki zor mu? Peki nerede?

        Hafta sonu Nilüfer Devecigil’in Mindfulness eğitimine katıldım. Orası başlamak için iyi bir yer mesela. Neden mi?

        Çünkü bize bu zamana kadar aktarılan ve bizim aktarmayı sürdürmek istemediğimiz her ne ise bu zincirin dışına çıkmak için zihnin kaslarını geliştirmeliyiz. Dikkatli farkındalıkla tıpkı fiziksel aktivitenin bedeni geliştirdiği gibi beynin fonksiyonunu hatta yapısını değiştirmek mümkün. Çünkü duygularını tanımak ve kabul etmek için öncelikle onların farkına varmak gerekiyor; bu da otomatik pilottan çıkmakla mümkün...

        Nilüfer’in eğitimleri genellikle duyurulduğu anda doluyor. Hem çok iyi bir aktarıcı hem de öğrettiklerini kendi hayatında uygulayan bir eğitimci olmasının bunda payı büyük. İyi haber şu: Her sene olduğu gibi bu sene de Nilüfer ile beraber HTHayat.com okuyucuları için 10 Mayıs’ta bir açık eğitim düzenliyoruz. Bu seneki ana temamız “Farkındalıkla Ebeveynlik” olacak... Siz şimdiden ajandalarınıza not edin; detaylar yakında HTHayat.com ve HTHayat sosyal medya hesaplarında yer alacak...

        Diğer Yazılar