Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Donna Karan, Giorgio Armani, Michael Kors gibi isimler markalarına kendi ismini vererek yergi ve övgüleri hem kendi adlarına hem de markaları adına kabul ediyor

        Hiç yoktan marka yaratmak, yeni doğan bir bebeği büyütmek kadar zor. Uzun bir süre, hiçbir karşılık alamayacağınızı bile bile kendinizden veriyor, gecenizi gündüzünüze katıyor, elinizdekinin büyümesi ve kendi kendine yetebilmesi ümidiyle yaşıyorsunuz. Dedim ya, ikisi de birbirine benziyor; sahipleniyor, gözünün içine bakıyor, kendinizle özdeşleştiriyorsunuz. Neyse, konuyu hazır tarafım olan bebeklere döndürmeden, markalar üzerine yoğunlaşıyorum. Biraz önce bahsettiğim, kişinin kendisiyle özdeşleştirmesi durumu, hele hele kendi isim veya soyadı ya da her ikisini markaya vermek suretiyle olursa benimseme kat be kat artıyor. Markanız siz, siz de markanız oluyorsunuz.

        Her sektör için durum aynı ama ben büyütecimi moda markalarına doğru kaydırıyorum.

        Ralph Lauren, Diane von Furstenberg, Tommy Hilfiger, Michael Kors, Giorgio Armani, Oscar de la Renta, Stella McCartney gibi markaların birçoğunu ya da bazılarını mutlaka duymuşsunuzdur. Hepsi hem birer marka hem de birer kişi. Yani onlar birer isim, soyad aynı zamanda ayakkabı, çanta, hazır giyim, aksesuar ve hatta çoğu mobilya markası.

        Aslında ilk bakışta ne kadar hoş görünüyor değil mi; isminiz marka olmuş hem de bir dünya markası...

        Dünyanın dört bir yanındaki mağazalarda, satın alınan ürünlerinizden ötürü her gün milyonlarca kez kulaklarınız çınlatılıyor. Herkes sizden övgüyle bahsediyor, siz de markanızla birlikte büyüyor, koltuklarınızı kabartıyorsunuz. ‘İlk bakışta’ dedim çünkü bu durumun aksi de söz konusu olabilir.

        Herhangi bir ürününüzle ilgili bir problemde, iltifat niteliğinden uzak her türlü sözcük sizin şahsınıza da geliyor. Kulaklar bu kez daha farklı çınlıyor ve en kötüsü, markasına herhangi bir ismi vermiş kişi, zarardaysa tereddüt etmeden kepenk kapatabilecekken siz bir kere daha düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü markanızla birlikte benliğinizden de kaybediyorsunuz. Bu doğru olmasa bile psikoloijk olarak öyle hissediyorsunuz.

        Lagerfeld, ‘Chanel’cilik oynamalı

        Bu yukarıda saydığım isimlerin bir diğer ortak özelliği de hepsinin hala sağ olması ve hala markalarının tasarımcılığını bizzat yönetmeleri. Christian Dior, Valentino, Chanel, Givenchy, Yves Saint Laurent, Alexander McQueen gibi isimler de gerçek kişilerin markalarına verdikleri kendi isimleri ancak Valentino dışındakilerin hiçbiri şu an hayatta değil. Hepsi başarılı isimlere emanet edilmiş, manevi ve kreatif anlamda miras bırakılmış bulunuyor. Fakat bana sorarsanız bu tasarımcıların işleri çok daha zor.

        Mesela Karl Lagerfeld Chanel’in, Stefano Pilati Yves Saint Laurent’in çizgisinden çıkamaz. Çıkarsa kan kaybeder, devraldığı mirası layığıyla yönetemez. Bir varsayım olarak Chanel’i batıran birisi, iş bulamayacağı için muhtemelen artık tasarımcılığı bırakmak zorunda kalır. O yüzden Karl Lagerfeld, Coco Chanel gibi düşünmeli, onun gibi yaşamalı, onun yaptığı hobiler ile uğraşmalı hatta belki onun yediği yemekleri yemeli ve aynı ülkede yaşamalı. Yani ‘Chanel’cilik oynamalı... En azından hala aynı satış rakamlarını tutturmak, popülerliğinden bir şey kaybetmemek için bunları yapmalı. ‘Kıssadan hisse nedir?’ diyecek olursanız siz siz olun marka kuracaksanız isminizi vermeden önce iki kere düşünün. Hayır, arkanızdan işi Karl Lagerfeld devralacaksa o başka...

        Diğer Yazılar